Kuşkusuz, zekanın en önemli bileşenlerinden biri, deneyimlerden elde edilen sonuçları kodlama, bunları depolama ve gerektiğinde geri getirerek hatırlayabilme yetisidir. Genel olarak “hafıza” olarak isimlendirdiğimiz bu süreç, doğduğumuzdan öldüğümüz ana kadar çeşitli seviyelerde ve biçimlerde çalışmaya devam ederek, bizi “insan” yapan özelliklerimizi mümkün kılar. Şöyle düşünün: Eğer hafıza yeteneğimiz olmasaydı, dil öğrenmemiz, insanlarla ilişkiler kurmamız ve kişisel kimliğimizi geliştirmemiz mümkün olmazdı. Her canlıda (ve hatta her hayvanda) hafıza bulunmasa da üst düzey bilişsel fonksiyonlardan söz edebilmemiz için bir hafızaya sahip olmak şarttır. İlginç bir şekilde, hafıza oluşumu ve geri çağırılmasına yönelik olarak çok fazla detayı çözebilmeyi başarmış olsak da anıların beynimizde tam olarak nasıl depolandığı veya nasıl silindiği, yani sürecin biyokimyasal süreçleri konusunda çok sayıda bilinmezlik bulunmaktadır (elbette, bu alanda da bol miktarda yol kat edilmiş olsa da). Örneğin duyusal hafıza, kısa dönem hafıza, uzun dönem hafıza, açık bellek, örtülü bellek gibi çok farklı sayıda ve biçimde hafıza türünü keşfetmeyi, bunların üst düzey çalışma mekanizmalarını çözmeyi, bu hafıza türlerini etkileyen hastalıkları belirlemeyi, bu hastalıkların bir kısmına tedavi yöntemleri geliştirmeyi başardık. Ancak spesifik bir anının, örneğin anne-babanızla dondurma yemeye gittiğiniz o güzel günün veya büyükbabanızı kaybettiğiniz o acı günün anısının beyinde tam olarak ne şekilde depolandığını ve bu deponun nasıl olup da bilişsel bir gerçekliğe dönüşecek biçimde geri çağrıldığını henüz bilmiyoruz.
Anılar soyut mudur?
Bildiğimiz şey şu: Bu olay, her nasıl oluyorsa olsun, mutlaka ama mutlaka nörobiyokimyasal bir altyapıya sahip olmak zorundadır. Yani “anı” dediğimiz kavram, her ne kadar soyut bir kavram gibi gelse de belirli moleküllerin ve nöron (sinir hücresi) öbeklerinin belirli konfigürasyonlara sahip olacak biçimde düzenlenmesiyle oluşuyor. Hatta 2014 yılında yapılan bir çalışmada, aynı zamanda hücre yapısı ve sağlamlığı için gerekli olan beta aktin isimli moleküllerin anı oluşumu sırasında nasıl değiştiği gibi kritik bir süreç, ilk defa kameraya kaydedilmişti. Aynı yıl yapılan bir çalışmada San Diego’daki Kaliforniya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden bir grup araştırmacı, sıçanların spesifik hafızalarını önce silip sonra geri getirerek, geçmişte yaşadıkları olaylara olan tepkilerini değiştirmeyi başarmışlardı. Yani anıların somutluğu konusunda, bilim camiasında dikkate değer bir şüphe bulunmuyor. Önemli olan, görüntüleme tekniklerimizi geliştirerek, sinir hücrelerinin spesifik olaylar sırasında anlık olarak nasıl değiştiklerini tespit edebilmekte. Bunu daha iyi yapabildikçe, beynin bize soyut gelen özelliklerini de somutlaştırmayı başaracağız.