Geride bıraktığımız ayın en çok ses getiren olayı kuşkusuz OceanGate firmasının Titan isimli aracının Titanik batığına dalışı sırasında yaşanan ölümcül faciaydı. Olay sırasında birçok şey yazılıp çizildi ama üzerinden 1 aya yakın bir süre geçtikten sonra artık neler olup bittiğine dair çok daha fazla fikrimiz var. Dolayısıyla size OceanGate faciasının hırs, entrika ve kibirle dolu arka planını anlatmak istiyorum.
Öncelikle OceanGate 2009 yılında Amerika’nın Washington eyaletinde Stockton Rush ve Guillermo Söhnlein tarafından kurulmuş bir batiskaf şirketi. Evet, bir “denizaltı” şirketi değil, bir “batiskaf” şirketi; çünkü denizaltı dediğimiz araç, inşa edildiği limandan suya bırakıldıktan sonra istediği yere gidebilen, bağımsız olarak opere edilebilen makinalara verdiğimiz isim. Bu hikayemizin başrolündeki Titan aracıysa, dalacağı noktaya başka bir gemi yardımıyla fiziksel olarak taşınması gereken ve ancak ondan sonra dalış yapabilen; dahası, dalış boyunca da yüzeydeki bu gemilerden navigasyon ve iletişim gibi hayati konularda yardım alması gereken bir araç... İşte bu tür araçlara, Yunancada “derin” anlamına gelen “bathys” sözcüğüyle, “gemi” anlamına gelen “skaphos” sözcüğünün birleşiminden oluşan “batiskaf” diyoruz.
Sorun CEO’nun yönetim felsefesinde
Titan, OceanGate’in sahip olduğu 3 batiskaftan biriydi. 6.7 metre uzunluğunda, 2.8 metre genişliğinde, 2.5 metre yüksekliğinde ve 10 bin 432 kilogram ağırlığında olan bu batiskafın içine 5 kişi sığabiliyordu. Araç su içinde saatte en fazla 5.5 kilometre hızla ilerleyebiliyordu. Tek seferde 685 kilo kütleyi taşıyabiliyordu ve araç içindeki oksijen desteği, 5 kişiye yaklaşık 96 saat yetecek düzeydeydi. Buraya kadar bir sorun yok. Birçok batiskaf zaten bu tür spesifikasyonlara sahip. Sorun, detaylara indiğinizde ve şirketin CEO’su Stockton Rush’ın yönetim felsefesini incelediğinizde belirmeye başlıyor.
Rush “hızlı ilerle ve bir şeyleri kır” olarak bilinen (İngilizcesi “move fast and break things”) bir akımın parçasıydı. İlk olarak Mark Zuckerberg tarafından 2009 yılında geliştirilen bu motto, inovasyonun stabil bir altyapı üzerine inşa edilmesi yerine, inovasyon adına hata yapmanın sorun olmadığı, temel düzeyde çalıştığı müddetçe en minimal ürünün bile kabul göreceğini varsayan bir inovasyon şiarını benimsiyor. Bu mottoyu takip eden meşhur isimler arasında Elon Musk gibi şaibeli isimlerin yanı sıra Elizabeth Holmes, Adam Neumann, Martin Shkreli ve John Kapoor gibi sahtekarlar da var.
Sorun şu ki insan hayatının denklemin direkt bir parçası olduğu sistemlerde, sanki armut ticareti yapıyormuşsunuz gibi özgür olamazsınız. Örneğin havacılık sektörünü düşünün: Havacılıktaki absürt güvenliğin ana nedeni, bu uçan metallerle son 100 yılda yapılan her hatayı, inatla, tek tek, en ufak vidasına kadar regüle etmeyi öğrenmiş olmamız. Tabii ki bu, yeniyetme girişimcilere bir yük gibi geliyor. Mesela Rush, daha önceden verdiği röportajlarda regülasyonların gemileri de daha güvenli yaptığını söylemiş ama gemicilik sektöründeki ilerlemeye engel olduğundan şikâyet etmişti.
O da kurallara uymak yerine, kuralların henüz oturmadığı bir sahaya girmeyi seçti: Denizaltı turizmi. Ama bu konuda yeterli talep ve teknoloji olmadığı için, kâr marjları da azdı. O nedenle OceanGate masraflardan kıstıı: Titan’da diğer modern batiskaflardaki gibi sofistike elektronik ekipmanlar hatta emniyet kemeri veya tuvalet gibi temel ekipmanlar bile yoktu!
Daha fenası Titan hiçbir sertifikasyona sahip değildi. Normalde OceanGate, Amerikan Gemicilik Bürosu veya Uluslararası Deniz Müteahhitleri Birliği gibi kurumlara tasarımlarını onaylatabilir, bağımsız bir kurumdan aracın güvenli olduğuna dair sertifika alabilirdi. Bunu yapmadılar; çünkü yapamazlardı. Bu faciadan yıllar önce OceanGate’e danışmanlık yapan Rob McCallum, Titan’ı yakından incelemişti ve gördüklerine hayret etmişti. Sonradan OceanGate CEO’su Rush ile yaptığı e-mail yazışmalarında, firmanın müşterileri tehlikeye sürüklediğini ve bir felaketle yüzleşecekleri konusunda onu uyardı. Hatta Rush’ı şu ürpertici sözlerle uyarmıştı: “Titanik’e ulaşma yarışında, Titanik’te yapılan o meşhur hatayı tekrar ediyorsun: ‘Bu gemi batırılamaz’ diyorsun”.
Malzeme seçiminde büyük hata
Ama hayati hata, malzeme seçiminde yapılmıştı: OceanGate ağırlığı azaltmak ve su altındaki kontrolü kolaylaştırmak için Titan’ı diğer batiskaflar gibi salt titanyum veya çelikten değil, titanyuma ek olarak karbonfiber kompozit malzemelerden üretmişti. Karbonfiber, iki yöne çekmek şeklinde hayal edebileceğiniz gerilim kuvvetleri altında müthiş dayanıklı bir malzeme; ancak iki taraftan sıkıştırmak şeklinde hayal edebileceğiniz bası altında çok daha düşük dayanıklılığa sahip. Dahası, “kompozit”, yani birden fazla malzemenin bir araya getirilmesiyle üretildiği için, tekrar eden kuvvetler altında mikroçatlaklar oluşturma ve bu çatlakların katastrofik yıkıma neden olma ihtimali çok yüksek. Titan, Titanik batığına her dalıp çıktığında üzerine 3 bin 800 metrelik bir su kolonunun ağırlığı biniyordu. Bu, üzerinize birden 400 filin oturması kadar yüksek bir kuvvet. Kompozit malzemeler bu yük altında kaldığında yavaş yavaş zayıflıyorlar ve eğer yeterli kontroller yapılmazsa (ki Rush, bu kontrollerin hepsini es geçmişti) bir noktada yarılarak çöküyorlar. Bu, su yüzeyinde olsa bir sorun yaratmayabilirdi; ancak suyun kilometrelerce altında oluşan bir hata, “implosion”, yani “içe çökerek patlama” dediğimiz bir olaya neden oluyor. İşte Titan’a olan da buydu.
2021’de iticileri bozuldu, 2022’de iletişim sistemi hata verdi. Aynı yıl navigasyon sistemi çalışmadı. Yani Titan, teknik sorunlardan oldukça muzdaripti
Titan ve içindeki 5 yolcusu, 18 Haziran 2023 günü bizden 7 saat geride olan yerel saatle sabah 8’e doğru Titanik batığından birkaç on kilometre ötede, Polar Prince gemisinden suya indirildi. Planlanan iniş sabah 4’teydi; ama bir nedenle dalış 4 saat gecikti. Muhtemelen daha önceki dalışlarda da olduğu gibi, son anda ortaya çıkan sorunların çözülmesi gerekmişti; henüz bilemiyoruz. Zaten bu da firmanın kronik sorunlarından bir diğeriydi: Hala düzgün bir protokol oturtulamamıştı ve karşılaşılan sorunlar, o anda, hasbelkader çözülüyordu. Mesela Mayıs 2021’deki dalışta iticiler bozuldu, sorun tam olarak anlaşılamadı. Nisan 2022’deki dalış sırasında iletişim sistemi hata verdi ve sonradan kendiliğinden düzeldi; sebep anlaşılamadı. Haziran 2022’deki dalışta navigasyon sistemi bozuldu... Anlayacağınız Titan, teknik sorunlardan muzdarip bir prototipti.
Ama bu sorunların hiçbiri, İngiliz-Pakistanlı iş insanı, Engro Şirketi’nin başkan yardımcısı Şehzade Davud ve oğlu Süleyman Davud’un ve İngiliz milyarder Hamish Harding’in 250’şer bin dolar ödeyerek batiskafa binmelerine engel olmadı. Diğer iki yolcu, firmanın CEO’su Stockton Rush ve önceki dalışlarda da pilotluk görevini üstlenen Fransız kâşif Paul-Henri Nargeolet’ydi. Bu kişilerle ilgili söylenecek çok şey var ancak her yıl yüzlerce kişi, bir başka ülkede daha iyi bir hayata erişmek için denizlerde ölürken, bu ultra-zenginlerin hayatlarının detayına girerek onların sırf keyif için yaptıkları bir gezi sırasında ölmelerini romantize etmeyeceğim. Beni ilgilendiren, bu felakete sebep olan bilimsel ve mühendislikle ilgili hatalar silsilesi...
Yolcular araca bindikten sonra, 380 milimetrelik bir seyir penceresini de içeren titanyum yapılı baş kısmı, 17 tane titanyum cıvata ile gövdeye bağlanarak kalıcı olarak kapatıldı. Bu cıvataların içeriden sökülmesi imkansızdı; sadece dışarıdan açılabiliyorlardı. Yani Titan, yolcularına gerçek bir mezar olacak şekilde tasarlanmıştı.
Titan saat 8’de, 2 saat sürecek 3 bin 800 metrelik dalışına başladı. Her 15 dakikada bir ana gemi Polar Prince’e bir metin mesajı göndererek durumunu ve konumunu bildiriyordu. Polar Prince bunlardan 7 tane aldı ve 1 saat 45 dakika sonra gemiden sinyal gelmemeye başladı.
Dalışın toplam 7 saat sürmesi bekleniyordu; yani öğleden sonra 3’te dönmüş olmalılardı. Daha önceden de benzer hatalar olduğu ama yüzeye çıkmayı başarabildiği için, yine böyle olacağı umuluyordu. Beklenen olmadı.
Akşam 6’ya 20 kala, nihayet Sahil Güvenlik’e bilgi verildi ve arama kurtarma çalışmalarına başlandı. En kritik problem, oksijendi... Titan’daki 96 saatlik oksijen, nasıl idare edildiğine bağlı olarak 3.5 ila 4.5 günlük bir süre tanıyordu ve bunun çoktan 10 saati geçmişti... Ertesi gün yani 19 Haziran’da, hem havadan hem sudan arama çalışmalarına devam edildi.
Bir sonraki gün, yani 20 Haziran’da Kanadalı bir denizaltı takip uçağı olan Lockheed P-3 Orion, 30 dakika aralıklarla gelen yüksek frekanslı vurma sesleri tespit etti. Diğer sonarlar da bunu yakalamayı başardı. Bunlar 21 Haziran günü ilan edildi; ama tam olarak neye ait olduğu belirlenemedi. Bu noktada artık olay, uluslararası bir operasyona dönüşmüştü. Titanik batığına rahatlıkla dalabilecek diğer batiskaflar da bölgeye ulaştı.
22 Haziran günü sabah 6’da, 96 saatlik süre doldu. Artık batiskaf bulunsa bile, içindekiler muhtemelen oksijen yetmezliği nedeniyle boğulmuş olacaklardı. Aradan 8 saat daha geçtiğinde, Titanik batığının birkaç yüz metre ötesinde, Titan’a ait olduğu belirlenen parçalar tespit edildi. Ve bu parçalar, size en başından beri anlattıklarımı bir araya getiren gerçeği gözler önüne seren kanıtları içeriyor: Batiskaf, kendi içine çökerek parçalanmıştı.
Ölenler o anın farkına bile varamadı...
Yapılan hesaplamalara göre yüksek basınç altında batiskafın kendi içine çökerek parçalanması, saniyede 670 metre hızla yaşandı ve sadece birkaç milisaniye sürdü. Beynin içgüdüsel uyaranlara bile tepki göstermesi en az 25 milisaniye kadar sürüyor ki işin içine algı gibi daha üst düzey bilişsel fonksiyonlar girince bu süre 150 milisaniyeye kadar uzuyor. Yani mürettebat, muhtemelen ne olduğunu anlayamadan öldü. Tabii ki nihai çöküş yaşanmadan önce epey bir çatırdama duymuş olmalılar. Yani sonlarının geleceğini belki de biliyorlardı ama o sonun geldiği ânı deneyimleyemeden öldüler.
Uzun lafın kısası OceanGate faciası, kibir, hırs, zenginler, fakirler ve ölümü içeren olağanüstü bir hikâye. Bundan âlâ bir entrika romanı yazılabilir mi, bilemiyorum. Ama ne olursa olsun, yeryüzündeki en meşhur batığa yapılan turistik bir gezinin de hedefi olan gemiyle aynı makus kaderi paylaşması ve bir dizi önlenebilir hata nedeniyle bu feci sonun yaşanması, aradan geçen 111 yılda, en azından bazılarının neredeyse hiçbir şey öğrenmediğinin enfes bir göstergesi. Gelişim, ilerleme, inovasyon harika şeyler, ona hiç şüphe yok. Ama kendimize hep sormamız gereken bir soru var: Ne pahasına? Neyi harcayarak bu gelişimin motorlarını besliyoruz?
Gerçekten de yaptığımız gemiler, “batırılamaz” mı?