Geçen haftanın en çarpıcı olaylarından biri, Sivasspor-Fenerbahçe maçı öncesinde Sağlık Bakanlığı’nın vajinal doğuma teşvik için tamamı erkeklerden oluşan sporculara açtırdığı pankartta yazan “Doğal Olan Normal Doğum” mesajıydı. Bu, haklı olarak büyük bir tepkiye sebep oldu. Çünkü bilimsel adı “vajinal doğum” olan doğum tipinin “doğal” ve “normal” gibi sözcüklerle izah edilmesi, Türkiye’de (ve Dünya’da) son derece yaygın olan sezaryenle doğum yapan kadınların “yapay” ve “anormal” olarak yaftalanmasına sebep oldu.
Aslında bu olayı benim yazmam belki de çok doğru değil. Çünkü bu, bilimsel bir facia olmaktan ziyade, gerçek bir pazarlama faciası. Ders kitaplarına girebilecek düzeyde berbat bir iletişim beceriksizliği örneği... Tabii ki modern siyasi konjönktür göze alındığında bu oldukça mantıklı. Her şeyden önce bu, toplumun büyük bir kesiminde karşılık bulan adalet ve boykot çağrılarından dikkati dağıtmak için kusursuz bir araç.
Onun ötesinde bu tavır, kadınların “kocalarına biat eden birer çocuk fabrikası” olarak görüldüğü gerçeğiyle de örtüşüyor. O bakımdan, kadınlara nasıl doğum yapması gerektiğini erkek-egemen bir spor dalında, böylesine üstten bakan ve emrivaki bir dille aktarmak, dediğim gibi normal şartlarda bir “iletişim faciası” olarak görülmesi gerekirken, mevcut ideolojik ortamda belli bir iç tutarlılığa sahip bir “dışa vurum” olarak da değerlendirilebilir. İşin bu kısmını siyaset bilimciler ve iletişim uzmanlarının çok daha iyi yorumlayacağına hiçbir kuşkum yok.
Türkiye’de oran yüzde 60’ın üzerinde
İşin bilimsel tarafıysa birazcık daha incelikli. Sezaryenle doğumlar 1990’larda dünya genelinde sadece %7 seviyelerindeyken, günümüzde %21 civarına fırlamış halde; güncel trendler 2030’da bu oranın %29’a (yani her 3 doğumdan 1’ine) yükseleceğini gösteriyor. Dünya Sağlık Örgütü, birazdan bahsedeceğim nedenlerle sezaryen oranlarının %10-15 civarını aşmaması gerektiğini vurguluyor. Türkiye’de ise ipin ucu kaçmış halde:
2022 verilerine göre Türkiye’de yapılan doğumların %60’ından fazlası sezaryenle gerçekleşti. Bu, %63 civarında seyreden Dominik Cumhuriyeti ve %56 civarında seyreden Brezilya ile birlikte dünyadaki en yüksek sezaryen oranlarından biri! Yüksek sezaryen oranları kimi zaman bir “statü sembolü” olarak görülse de aslında bu, bir gelişmişlik belirtisi değil ve tam tersine sağlık sistemindeki sorunlara işaret edebiliyor.
Tabii benzer şekilde, aşırı düşük sezaryen oranları da genelde sağlıklı bir işaret değil; daha ziyade modern tıbbi tekniklere noksanlığa işaret ediyor. Örneğin Çad’da sezaryenle doğum oranı %1 civarında.
Bebeğin ve annenin hayatını kurtarabilir
Dolayısıyla sezaryeni, neyse o şekilde anlamamız gerekiyor: Sezaryen, modern tıbbın mucizelerinden biri ve icadından beridir hem annenin hem de bebeğin hayatını kurtarıcı bir role sahip. Zira yakın geçmişe kadar kadın ölümlerinin en büyük sebebi doğum komplikasyonlarıydı -ki bu, günümüzde azalmakla birlikte halen kadınların en büyük problemlerinden biri. Basketbol topu büyüklüğündeki bir cismi, portakal büyüklüğündeki bir delikten geçirerek çıkarmaya çalıştığınızda, kaçınılmaz olarak sorunlarla yüzleşiyorsunuz. Atalarımız, bu sorunla yüz binlerce yıldır boğuşuyorlar ve birçoğu bu nedenle öldüler de. Gerçekten de yapılan çalışmalar, Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği %10-15 seviyelerine ulaşan ülkelerde doğumla ilişkili ölüm oranlarının %19 civarında azaldığını gösteriyor.
Ancak her tıbbi mucize gibi sezaryen de bazı bedellerle geliyor. Anne açısından sezaryenle ilgili olarak en iyi anlaşılması gereken şey, sezaryenin tıpkı “açık kalp ameliyatı” gibi ağır bir “açık ameliyat” olduğu gerçeği. Düşünsenize, bir sezaryen sırasında annenin derisi, deri-altı yağları, “fascia” dediğimiz bağ dokusu, parietal peritoneum zarı, rahmi ve amniyotik kesesi kesiliyor; arada bir de rectus abdominis kasları sıyrılarak bebeğe yol açılıyor. Bu, hafife alınacak bir süreç değil. Dolayısıyla bu ameliyat, her ameliyat gibi bazı risklere sahip ve bu riskler ortalamada (hastanede yapılan) vajinal doğumdan daha yüksek.
Örneğin 2019’da yapılan bir araştırmaya göre, sezaryenle doğum yapan kadınlarda ağır kanama, enfeksiyon ve pıhtı gibi bir komplikasyon görülme riski %80 daha yüksek; özellikle de 35 yaş üstü anne adaylarında bu risk 3 kat daha fazla. Elbette vajinal doğumda da yırtılma ve ağır kanama gibi komplikasyonlar görülebiliyor; ancak bu risk daha düşük. Vajinal doğum sonrası iyileşme hızı sezaryene göre daha hızlı; bu da bebekle anne arasındaki bağın kurulması açısından çok kritik olan ilk birkaç gün ve haftanın daha kaliteli bir şekilde geçirilme ihtimalini artıran bir durum. Ek olarak sezaryenle doğumda kalıcı ameliyat izleri oluşma riski bulunuyor. Belki de sezaryenle doğumun en çok göz ardı edilen problemlerinden biri, rahmin kesilerek açılması sırasında rahme verilen zararın sonraki gebelikleri olumsuz etkileme riskinin bulunması. Mesela yapılan çok kapsamlı bir araştırmada, sezaryenle doğum yapan annelerde placenta previa (plasentanın rahim ağzını kapatması) riskinin %74, placenta accreta (plasentanın rahim duvarındaki o yaraya doğru genişlemesi) riskinin 3 kata kadar arttığı görüldü. Benzer şekilde sezaryenle yapılan doğumlar sonrasında vajinal doğum denendiğinde rahim yırtılması riski de daha yüksek oluyor; ayrıca düşük ve ölü doğum riski her bir sezaryenle doğumda az da olsa artıyor.
Tüm bu risklere karşılık, sezaryende bebek rahim kanalından geçmediği için pelvik taban kaslarında yırtılma ve gerilme ihtimali olmuyor; bu da doğum sonrasında annede görülebilen idrar kaçırma ve pelvik organ sarkmaları gibi durumları ciddi anlamda ortadan kaldırıyor. Ama tabii ki tıbbi gerekliliği olmayan durumlarda sezaryenin talep edilmesinin en yaygın sebebi, doğum sancılarına ve acılarına yönelik haklı korku. Tıpta korku ve endişe, kesinlikle hafife alınacak şeyler değiller; tam tersine bunlar, hastaların haklı gerekçeleri arasında her daim yer alması gereken hisler.
Hormonlar bebeği doğuma hazırlıyor
Bir de işin bebek tarafına bakalım. Bebekler açısından iki doğum yöntemi arasındaki en belirgin fark “ilk nefesin alınması” sırasında yaşanıyor. Vajinal kanaldan geçen bir bebeğin deneyimlediği basınç, akciğerlerinde birikmiş sıvıların çıkmasını sağlayarak ilk nefesin alınmasını dikkate değer ölçüde kolaylaştırıyor. Tabii doğal akışına bırakılan bir vajinal doğumda annenin vücudunda salgılanan hormonlar bebeği de doğuma hazırladığı için, kadının vücudunun verdiği sinyalleri görmezden gelerek belirlenen bir gün ve saatte yapılan sezaryende bu fizyolojik ve hormonal etkileşim es geçilmiş oluyor. Bu da akademik çalışmalarda da gösterildiği üzere sezaryenle doğan bebeklerde respiratuvar distres sendromu ve geçici takipne (akciğerlerde kalan o sıvı nedeniyle nefes alamama) gibi sorunların daha sık görülmesine neden oluyor. Tabii ki bunlar kalıcı problemler değiller ve genelde uzmanlarca kısa sürede çözülebiliyor; ama bu süreçlerin bebek bakım ünitelerinde sürdürülmesi gerekebiliyor ve bu da anne-bebek bağını zayıflatıcı bir etki yaratabiliyor. Bebeğin doğum sırasında aldığı “hasar”, iki doğum tipinde de az çok aynı; ancak vajinal doğumda zedelenme ve çizilmeler daha sık görülüyor. İki doğum yöntemi arasındaki en ilginç farksa bebeğin immün (savunma) sisteminde görülüyor: Doğum kanalından geçen bebekler annenin vajinal ve sindirim sistemi bakterilerine temas etmiş oluyor ve bu, bebeğin savunma sistemi gelişimine kritik katkılar sağlayarak ilerleyen yaşlarda alerji ve astım riskini %20’ye varan oranlarda düşürüyor. Genel olarak uzun vadede bakıldığındaysa çocuklar açısından iki doğum tipi arasında dikkate değer bir fark olmadığını söylemek mümkün.
Uzun lafın kısası, vajinal doğum evrimsel olarak edindiğimiz bir beceri olduğundan tabii ki belli başlı avantajlara sahip. Bu nedenle de çoğu sağlıklı gebelik için ilk seçenek olarak desteklenmesi bilimsel olarak makul ve doğru. Öte yandan sezaryen gibi hayati bir tıbbi prosedürü öcüleştirmek veya Türkiye’de gördüğümüz gibi abartılı bir şekilde dramatize etmek de kabul edilebilir gibi değil. Dünya Sağlık Örgütü ve dünya çapındaki araştırmacıların genel görüş birliği, faydaların risklerden fazla olduğu durumlarda sezaryene başvurmak, geri kalan durumlardaysa vajinal doğumu teşvik etmek yönünde.
Peki o zaman sezaryenle doğumlar neden bu kadar artıyor? Her şeyden önce, sezaryenin vajinal doğuma karşı avantajlı olduğu birtakım durumlar var. Örneğin bazı kadınlarda “placenta previa” dediğimiz, serviksin tıkanmasıyla oluşan bir problem görülüyor; bu durumda sezaryen hem bebek hem de anne için hayat kurtarıcı olabiliyor. Keza bebeklerin kafası vajinal açıklığa dönük olmadığında sezaryene başvurmak gerekebiliyor. Benzer şekilde bebeğin doğum sırasında yeterli oksijen alamadığının fark edildiği durumlarda acil sezaryene başvurulabiliyor. Az önce bahsettiğim nedenlerle, bebeğin normalden de büyük olduğu durumlarda veya doğum beklendiği gibi ilerlemediğinde de sezaryen avantajlı bir alternatif olabiliyor. Tabii ki rahimde 2, 3 veya daha fazla sayıda bebek varsa sezaryen daha güvenli bir tercihe dönüşebiliyor. Söylemeye gerek yok ama preeklampsi, herpes enfeksiyonları gibi bazı aktif enfeksiyon vakaları ve rahim yırtılması gibi durumlarda da sezaryen hayat kurtarıcı olabiliyor.
Sezaryenin sosyolojik sebepleri de var
Bunlar işin tıbbi tarafları. Artan sezaryen oranlarının bir de sosyolojik tarafları var. Mesela aşırı kapitalistik ülkelerde doktor maaşları yaptırdıkları doğum sayısına göre belirlendiği için, doktorlar anneleri kasten sezaryene yönlendirmeye meyilli olabiliyorlar. Tabii sezaryenle doğumun daha kısa ve bazı açılardan doktorlar için daha zahmetsiz olması da cabası... Buna ek olarak sezaryenle doğum, vajinal doğuma nazaran %15 civarı daha kârlı bir metot; o nedenle de hastane yönetimleri de doktorları bu yolu hastalarına dayatmaya teşvik edebiliyorlar. Buna bağlı olarak halk arasında bu metoda başvurabilecek maddi güce sahip olmak bir “statü sembolü” hâline gelebiliyor. Bunlara ek olarak, tıbbi eğitimin yeterli olmadığı yerlerde belirli obstetrik beceriler nesilden nesile yitirilebiliyor; çünkü unutmayın: Tıp, bir bilim olduğu kadar bir zanaat da... O el becerisi yitirildiğinde, işler gitgide daha çok sezaryene kalabiliyor. Keza doktorların üzerine gereğinden fazla gidilen coğrafyalarda, vajinal doğum sırasında oluşabilecek komplikasyonlar dolayısıyla malpraktis davalarıyla yüzleşmek daha olası olduğundan, doktorlar da ister istemez kendileri açısından “daha az riskli” olan sezaryene yönelebiliyorlar.
Bu gerçeklerin kafa karıştırıcı olabileceğini biliyorum. Dolayısıyla bu satırları okuyan anne-baba adaylarına tavsiyem şu: Doğum tercihlerinizi yaparken güvenilir kaynaklara başvurun ve eksiksiz/tarafsız bir şekilde bilgi edinin; tercihlerinizi bilinçli yapın! Potansiyel tüm senaryoları anlayın ve doktorunuza sezaryenlere yaklaşımı hakkında “Benim durumumda sezaryen yapılmasını gerektiren şey nedir?” veya “Sorunsuz bir vajinal doğum şansımı artırmak için ne yapabilirim?” gibi sorular sorun. Bir doğum planı yapın; ancak her zaman A Planı’nın “doğumun anne için de bebek için de en sağlıklı şekilde geçmesi” olduğunu unutmayın.