20 Nisan 2024, Cumartesi
13.08.2021 04:30

Felaketler unutanı affetmez

Doğa acımasızdır ve afetler kendilerini sadece arada bir hatırlatır. Doğal afetlere hazırlık, kendilerini hatırlattıklarında değil, hatırlatmadan önce yapılır. Çünkü çat kapı hayatımıza girdiklerinde artık iş işten geçmiştir, bundan kaçış yoktur

Bu yazıyı 8 Ağustos 2020’de, yani artık Büyük Akdeniz Yangınları olarak tarihe not düşebileceğimiz yangınların 11’inci gününde yazıyorum. Eğer önümüzdeki hafta boyunca yangınlar yine büyümezse, siz bu yazıyı kâğıda basılı halde okurken, yangınları muhtemelen çoktan unutmuş olacaksınız, gündeminizden çıkmış olacak. Ola ki yangınlar tekrar büyürse de son büyük yangın söndürüldükten en fazla 5-6 gün sonra yangınlar gündeminizden düşmüş olacak. Bir dahaki büyük yangına veya gittiğiniz bir yerde başınıza gelene kadar, muhtemelen bir kez bile yangınları tekrar düşünmeyeceksiniz. Beni yanlış anlamayın. Bu, kötü veya vurdumduymaz bir insan olduğunuz için değil (en azından bu satırları okuyanların çoğunun öyle olmadığını biliyorum). Bu, insanlığın en acı ve en kronik hastalığı; unutmak. Aslında unutmak güzel bir şey. Eğer unutma olmasaydı, muhtemelen çok ciddi odaklanma sorunları yaşardık, çünkü önemli olan veya olmayan bütün detayları hatırlar, beynimizin işlem kapasitesi bu kadar fazla veriyi bir arada işlemek konusunda yeterince iyi olmadığı için, çok ciddi bilişsel sorunlar çekerdik. Zaten bu nedenle etraftan gelen verileri ketleme (kısıtlama) görevini yapan beyin bölgeleri hasar alan kişiler, çok nadir istisnalar haricinde, zihinsel hastalıklar yaşıyorlar. Beyinleri bu kadar fazla veriyi işleyemiyor. Zihnimizde unutma veya en azından baskılama mekanizmaları olmasaydı, çektiğimiz acılar ve sıkıntılar nihayetinde bizi boğardı. Ama her şeyi unutmak iyi değil. Özellikle de hayatımızı tehdit eden riskleri... Eğer atalarımız bunu yapsaydı, hiçbiri hayatta kalamazlardı. Daha fenası, insan zekâsı bu kadar evrimleşemezdi; çünkü insan beynini irileşmeye iten faktörlerden biri, kurduğumuz sıra dışı karmaşıklıktaki sosyal bağlar ve bu bağların önemli bir bölümü, sizinle dayanışma yapan ve sizi tehdit eden sürü bireylerini ayırt edebilmeye ve davranışlarınızı buna göre ayarlamaya dayanıyor. Eğer atalarımız tehditleri  kolayca unutsaydı, çok kısa sürede ölürlerdi ve bizler burada olmazdık.

Gözden kaçan sorunlar

Ne yazık ki günümüzde, gerek sürekli dikkatimizi bir yerlere çekmeye çalışan sosyal medya ve içindeki sonu gelmez, bomboş tantana yüzünden; gerekse de stabil (en azından yeterince stabil) bir durumda olmayan bir ülkemizin saniyeler içinde değişebilen gündeminden dolayı, gerçek sorunlarımızı aktüel gündeme feda ediyoruz. Ne demek istediğimi anlatmak için, iki kelime fısıldayacağım: İzmir depremi. Sahi, ne oldu o depreme? 30 Ekim 2020’de 6.9 büyüklüğündeki bu depremi yaşadıktan kısa bir süre sonra yer gök inlemişti. Deprem sonrasında buralara bir miktar yatırım yapıldı, evet. Birkaç bin konut ve iş yeri elden geçirildi, “millet bahçesi” falan da açıldı. Ama daha iki hafta önce jeofizik profesörü Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, İzmir ve Aydın bölgesinde yer altı sularının 3 ilâ 12 metre kadar sığ olduğunu, buralarda yaşanacak 6-7 büyüklüğündeki bir depremde özellikle Karşıyaka, Bostanlı, Çiğli, Mavişehir, Alaybey, Menemen, Bayraklı ve Bornova’daki yapıların çalkalanma nedeniyle yıkılma riski yaşayacağını söyledi.  Bu uzmanların sözleri dinleniyor mu? Şöyle sorayım: Umarım olmaz ama İzmir’de 7 büyüklüğünde bir deprem yaşansa, tek bir binanın dâhi ihmâl nedeniyle çökmeyeceğinin garantisi verilebiliyor mu? Bu felaket yaşandığında, gazete sayfalarında “O bilim insanı uyarmıştı!” manşetlerini kesinlikle görmeyeceğiz, değil mi? Elbette sadece İzmir değil! Ülkemizde 3 büyük fay hattı bulunuyor. Bu hatlar boyunca tüm deprem bölgelerinde ihmâle dayalı tek bir kusur bulunmadığını söyleyebiliyor muyuz? Çünkü doğa acımasızdır, elbette bizden çok daha güçlü olması nedeniyle bileğimizi bükebilir; ölümler, yaralanmalar, kayıplar olacaktır. Keşke olmasa! Ama bu kayıpların sebebi doğal afetin kendisi değil de önlenebilir hatalar olduğu zaman, kabul edilemez bir tablo ortaya çıkıyor. Bilim insanları ve anlatıcıları olarak dilimizde “tüy” bitmesine neden olan şey bu. Doğal afetler, kendilerini arada bir hatırlatırlar. Ama onlara hazırlık, kendilerini hatırlattıklarında değil, onlar kendilerini hatırlatmadan önce yapılır. Çünkü çat kapı hayatımıza girdikleri anda, iş işten geçmiştir.  Sadece depremden söz ettim ama tek felaket bu değil: Çığ, soğuk dalgası, kuraklık, sel, jeomanyetik fırtına, aşırı sıcak dalgası, meteor çarpması, heyelan, obruk, fırtına, kasırga, hortum, tsunami, volkanik faaliyet, orman yangınları, salgınlar ve daha nicesi...
İzmir’de 30 Ekim 2020’de meydana gelen 6.6 büyüklüğündeki depremde 116 kişi yaşamını yitirdi.
İzmir’de 30 Ekim 2020’de meydana gelen 6.6 büyüklüğündeki depremde 116 kişi yaşamını yitirdi.

Türkiye’nin volkan riski

En “çılgın” olanıyla kapatayım: Türkiye’nin aktif volkan riski bakımından 95 ülke arasında 14’üncü sırada olduğunu; aktif bir volkana 30 kilometre mesafede yaşayan 4 milyon, 100 kilometre mesafede yaşayan 15 milyon yurttaşımızın olduğunu; ülkemizdeki en son volkan patlaması 1840’ta yaşanan ve 1900 kişiyi öldüren Ağrı Dağı patlaması olsa da içinde bulunduğumuz yüzyılda Türkiye’de bir volkan patlaması yaşanma riskinin yüzde 70’ten yüksek olduğunu; yani bugünün çocukları ebeveyn olduklarında kendi çocukları için endişelenmeleri gerekecek doğa olaylarından birinin volkanizma olabileceğini biliyor muydunuz? Şimdi biliyorsunuz.  Bilmek yetmez, hazırlanmak gerekir. Bu felaketlerin her biri için protokoller vardır. Bunlar, bir felaket yaşanmadan önce uygulanır. Aktif bir şekilde hazırlık ve planlar yapılır. “Aman canım tüm derdimiz bitti, volkan ve meteor mu kaldı?” denmez. Dinozorlar da böyle demişti. Bakın sonra ne oldu? Eh, bilimi takip etmeyenler (ve ondan hazzetmeyenler) de o zamana kadar bunlara “felaket tellallığı” derler, bu tür bir felaket yaşanıp da yine hazırlıksız yakalandığımızda olan biteni Instagram’dan (veya o yıllarda hangi sosyal medya popülerse oradan) öğrenirler. Sonra da uzaylı istilası, Batı’nın oyunu, Bill Gates’in torunu yaptı, lavların içinde çip varmış falan, salla gitsin bir şeyler.  Bilimin değer görmediği toplumlarda nasılsa alıcısı olur. Veya popüler kültürün dediği gibi: “Her felaket filmi, uyarılarına kulak asılmayan bir bilim insanıyla başlar.”