Halk arasında “yerçekimi” olarak da bilinen kütleçekim kuvveti, evrendeki dört temel kuvvetten bir tanesi ve aynı zamanda en zayıf olanı. İlginç bir şekilde, diğer üç kuvveti bütünleşik bir şekilde izah edebilen modellerimiz varken, kütleçekimini kuantum düzeyde veya diğer kuvvetlerle bütünleşik bir şekilde açıklayabilen bir model henüz yok. Kütleçekimiyle ilgili bilim tarihindeki en popüler öykü, Einstein’ın Newton’ı tahtından nasıl ettiğiyle ilgilidir. Bilirsiniz Newton, etrafındaki cisimlerin yere doğru hareket etme eğilimini açıklamak için bir dizi formül geliştirmiştir. Özünde Newton’un kütleçekimine bakışı, cisimler arasında hayalî bir ip varsaymak gibidir. Örneğin Dünya ile sizin aranızda görünmez bir ip olduğunu hayal edin. Dünya sizi, siz de Dünya’yı eşit ve zıt yönlü bir kuvvetle birbirinize çekiyorsunuz. Ama Dünya’nın kütlesi sizin kütlenize göre o kadar büyük ki, hareket eden şey Dünya olmuyor, siz oluyorsunuz. Bu nedenle zıpladığınızda, Dünya ayaklarınıza doğru fırlamıyor; Dünya sizi kendi üzerine geri çekiyor ve siz Dünya’ya doğru hareket ediyorsunuz. Newton’ın açıklamaları cisimlerin hareketlerini anlamlandırmak konusunda insanlığa bir anda öyle güçlü bir araç sağladı ki, asırlar boyunca Newton’ın teorilerinin asla değişemeyeceği varsayılmıştır. 20. yüzyıla doğru yaklaşırken, asırların varsayımının hatalı olduğu hissedilmeye başlanmıştı; ancak fırtınanın nerede ve kim sayesinde kopacağı kesin değildi. Einstein, Görelilik Teorisi ile fiziği kökünden salladı: Uzay ve zaman, Newton’un iddia ettiği gibi birbirinden bağımsız olgular değillerdi, bütünleşiklerdi. Ve gök cisimleri, aralarında görünmez bir ip varmış gibi birbirlerini çekmiyorlardı; kütleli her cisim, uzay-zaman dokusunu bir kuyu gibi büküyordu, dolayısıyla daha küçük kütleli cisimler, daha büyük kütleli cisimlerin bu “kütleçekim kuyusuna” düşüyorlardı.
Halk arasında “yerçekimi” olarak da bilinen kütleçekim kuvveti, evrendeki dört temel kuvvetten bir tanesi ve aynı zamanda en zayıf olanı. İlginç bir şekilde, diğer üç kuvveti bütünleşik bir şekilde izah edebilen modellerimiz varken, kütleçekimini kuantum düzeyde veya diğer kuvvetlerle bütünleşik bir şekilde açıklayabilen bir model henüz yok. Kütleçekimiyle ilgili bilim tarihindeki en popüler öykü, Einstein’ın Newton’ı tahtından nasıl ettiğiyle ilgilidir. Bilirsiniz Newton, etrafındaki cisimlerin yere doğru hareket etme eğilimini açıklamak için bir dizi formül geliştirmiştir. Özünde Newton’un kütleçekimine bakışı, cisimler arasında hayalî bir ip varsaymak gibidir. Örneğin Dünya ile sizin aranızda görünmez bir ip olduğunu hayal edin. Dünya sizi, siz de Dünya’yı eşit ve zıt yönlü bir kuvvetle birbirinize çekiyorsunuz. Ama Dünya’nın kütlesi sizin kütlenize göre o kadar büyük ki, hareket eden şey Dünya olmuyor, siz oluyorsunuz. Bu nedenle zıpladığınızda, Dünya ayaklarınıza doğru fırlamıyor; Dünya sizi kendi üzerine geri çekiyor ve siz Dünya’ya doğru hareket ediyorsunuz. Newton’ın açıklamaları cisimlerin hareketlerini anlamlandırmak konusunda insanlığa bir anda öyle güçlü bir araç sağladı ki, asırlar boyunca Newton’ın teorilerinin asla değişemeyeceği varsayılmıştır. 20. yüzyıla doğru yaklaşırken, asırların varsayımının hatalı olduğu hissedilmeye başlanmıştı; ancak fırtınanın nerede ve kim sayesinde kopacağı kesin değildi. Einstein, Görelilik Teorisi ile fiziği kökünden salladı: Uzay ve zaman, Newton’un iddia ettiği gibi birbirinden bağımsız olgular değillerdi, bütünleşiklerdi. Ve gök cisimleri, aralarında görünmez bir ip varmış gibi birbirlerini çekmiyorlardı; kütleli her cisim, uzay-zaman dokusunu bir kuyu gibi büküyordu, dolayısıyla daha küçük kütleli cisimler, daha büyük kütleli cisimlerin bu “kütleçekim kuyusuna” düşüyorlardı.