Her hafta cuma günü çıkan Oksijen’de yayımlanan yazılarımı genellikle bir önceki cumartesi kaleme alıyorum. Geçen hafta okuduğunuz yazımda ülkeyi yanlış saat dilimine kilitleyen eski bakanın ekonomik öngörülerinden bahsederken lafa “Doların 10 TL’ye vardığı şu günlerde” diye başlamıştım. Tedbirsizlik etmişim. 19 Kasım’da okurlar o makaleyi içeren gazeteyi ellerine aldıklarında dolar çoktan 11 TL’yi geçmişti. Merkez Bankası’nın ha bire faiz indirmesi, liranın değer yitirmesine yol açıyor. Bu sürpriz değil, anlaşılması hiç zor olmayan matematiksel bir bağlantıya dayanıyor, faizi indirenler de bunu gayet iyi biliyor. Yani Merkez Bankası bu tutumunu sürdürürse lira düşmeye devam edecek, gelirini TL olarak kazanan insanlar ve kurumlar da (eğer doğrudan veya dolaylı olarak TL evreninin dışında birilerine ödeme yapmak zorundalarsa) yoksullaşacak, belki de batacaklar. Günümüzde herkesin “TL evreni”nin dışıyla bir bağlantısı var, vazgeçemeyeceğimiz birçok temel ürün (yakıt mesela) başka ülkelerden yabancı para birimleriyle alınıyor, fiyatlar bir ağ içinde birbirlerine bağlı, o yüzden liranın düşüşünü her an hissediyoruz.
Köprüler atıldı
Merkez Bankası Başkanı Kavcıoğlu, geçen ay düşük faiz sayesinde enflasyonun düşeceğini ima etti. Kavcıoğlu’nunkinin aksine doktora tezinde herhangi bir alıntı, “tırnak” vs. sorunu olduğuna dair bir emare bulunmayan ekonomist Prof. Dr. Selva Demiralp, 18 Kasım’da BBC Türkçe’de yayımlanan yazısında “Hükümet cephesinden düşük faizin enflasyonu da düşüreceği söylemini çok duyduk. Ancak hiçbir Merkez Bankası başkanı bu söylemi tekrar etmemiş, faizler düşürülse de bu durum bir şekilde temel iktisadi prensiplerle tutarlı gösterilmeye çalışılmıştı” diyerek artık ekonomi bilimiyle köprülerin atılmasından duyduğu kaygıyı dile getirdi. “Bilime değilse neye dayanılıyor?” diye soruyor insan. Prof. Demiralp’in deyimiyle “hükümet cephesi”nin tutumu 17 Kasım’da TBMM’deki grup toplantısında dile getirildi: “Bu görevde olduğum sürece, değerli arkadaşlar kusura bakmayın, faizle mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğim ve enflasyonla mücadelemi de sürdüreceğim. Şunu bir defa bilmemiz lazım, bu konuda nas ortada. Nas ortada olduğuna göre, e, sana bana ne oluyor? Sana bana ne oluyor? Biz değerler silsilemiz içerisinde olaya buradan niye bakmıyoruz? Olaya buradan bakacağız ve ona göre de adımımızı atacağız.” Muhakkak okumanızı önerdiğim harika dergi #tarih’in 19 Kasım’daki bülteni, bu konuşmada geçen “nas” kelimesini bilmeyenleri aydınlattı: “Genelde, hüküm kaynağı olması yönüyle Kitap ve Sünnet’in ifadeleri anlamında, fıkıh usulünde lafzın açıklık düzeyini belirtmek üzere kullanılan bir terim”. Nas yoruma açık olmayan, kesin yargı anlamına geliyor. (Türkçe Sözlük ikinci anlam olarak “dogma” deyip çıkıyor.) Faiz dinen haram, işte o kadar. Ama #tarih’in bülteni orada bitmiyor. Gerçek dünya ile inatlaşmanın sonunun iyi olmayacağını gösteren öyküleri severim (yeni kitabım “En Hakiki Mürşit”te bunlardan bol bol bulabileceğinizi hatırlatarak araya reklamımı sıkıştırmış olayım), bülten de bize ekonominin gerçekliğinin inkârına ilişkin tarih sayfalarını açıyor. Para sisteminin doğal bir parçası olan faizi din kitabına uydurmak için kurgulanmış “para vakıfları” 1539’da Şeyhülislam Çivizade Muhyiddin Efendi’nin aklıyla yasaklanınca büyük bir iktisadi ve sosyal çöküş yaşanıyor. Yakınmalar ayyuka çıkınca padişah Ebussuud Efendi’yi şeyhülislam atıyor. Ebussuud Efendi de faizle borç para vermedikleri takdirde pek çok vakfın çökeceği, bunun da İslâm toplumuna zarar vereceği gerekçesiyle faize onay fetvası verip işin içinden çıkıyor. 2021’den başladık, 1539’a döndük. Türkiye’nin yıldızını parlatan insanın 1930’ların başında sarf ettiği bir sözüyle bitirelim: Akıl ve bilim
“Ben manevi miras olarak hiçbir nass-ı katı’, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım, bilim ve akıldır. Benden sonrakiler bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü güçlükler önünde, belki amaçlara tamamen eremediğimizi, fakat asla ödün vermediğimizi, akıl ve bilimi rehber edindiğimizi onaylayacaklardır. Zaman hızla dönüyor, milletlerin, toplumların, bireylerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini inkar etmek olur. Benim Türk Milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.”