29 Mart 2024, Cuma
03.09.2021 04:30

Ne kadar özeliz?

Benim gençliğimde henüz Güneş Sistemi dışında tek bir gezegen bile gözlenmemişti. Yıldızlar parlaktır, gezegenler değildir. Teleskoplarımız sadece büyük yıldızları gösterecek güçteydi. Sistemimizin dışındaki gezegenleri yıldızlarının kör edici ışığından ayırt edecek bir cihazımız yoktu. Yani kimsenin elinde bugünkü deyimle “ötegezegen”lerin varlığına dair somut bir delil bulunmuyordu. Yine de bilim insanları başka yıldızların da gezegen sistemleri olduğundan eminlerdi. Neden? İnsan kendisini her şeyin merkezinde sanır. Şöyle bir etrafa bakın. Siz ortadasınız, diğer şeyler de çevrenizde, değil mi? Siz bir tanesiniz, diğerlerinden çok var. Sizin takımın mazisinde bir tarih yatıyor. Sizin milletiniz “necip” millet. Sizin türünüz (insanlar) duygu ve düşünceleri olan, özgür iradeye sahip canlılar, diğerlerini ise kesip yiyebilirsiniz. Bilim tarihi, bu “biz çok özel bir yerdeyiz” düşüncesinin dilim dilim çöpe atılmasının öyküsüdür. Filozof Giordano Bruno’nun canına mal olan sancılı bir sürecin sonunda Dünya’nın evrenin merkezinde olduğu yanlışı terk edildi. Onun yerine merkeze “bizim” yıldızımız Güneş konuldu. Bu yanlış, İngiliz gökbilimci Thomas Wright’ın 1750’de Güneş’in (artık kentlerdeki çocukların ışık kirliliği nedeniyle bir kez bile göremeden büyüdüğü) dev, yassı yıldız kümesi Samanyolu Galaksisi’nin “sıradan” bir üyesi olduğunu anlamasıyla yerini evrenin “bizim” galaksimizden ibaret olduğu inanışına bıraktı. 20. yüzyılın başlarında güçlü teleskoplarla yapılan gözlemler, Samanyolu’ndan başka galaksilerin de var olduğunu gösterdi. Dahası, bir gökcisminin yaydığı ışıktan onun bize göre hızını anlamanın harika bir yöntemi keşfedilmişti. Ölçümler sanki herkes Samanyolu’ndan kaçmak istiyormuş gibi bu yeni galaksilerin bizimkinden uzaklaşmakta olduğunu, üstelik bize daha uzak olanların yakın olanlardan daha hızlı gittiğini gösteriyordu. 

‘Biz merkezdeyiz’ fikrinin değişimi

“Ama bu bizim galaksimizin tam ortada olduğunun kanıtı değil mi? Bak, dediğinin aksine ‘çok özel bir yerde’ imişiz, gördün mü?” demeyin. Devir değişmiş, “neden özel yerde olalım ki?” ilkesi kabul görmüştü. Bizim tüm diğer galaksilerdeki gözlemcilerden ne farkımız olabilirdi? Bu ilke, insanın aklını başından alan bir gerçeğin, yıldızlarını yerçekimiyle bir arada tutabilen galaksilerin aralarındaki uzayın kendisinin genişlemesi sonucu birbirlerinde uzaklaşmakta olduklarının keşfine yol açtı. “Biz merkezdeyiz” fikri, evrenin bir merkezinin olmadığının anlaşılmasıyla tarihe gömüldü. İşte bu yüzden benim gençliğimde gökbilimciler ellerinde delil olmasa da ötegezegenlerin var olduklarına inanıyordu. “Neden tek güneş sistemi bizimki olsun ki?” görüşünde haklı oldukları 1990’lardan itibaren gözlemlerle kanıtlandı. Uzay teleskoplarından çığ gibi gelen veriler, yıldız başına en az bir gezegenin düştüğünü gösteriyor. Görebildiğimiz kadarıyla evrende iki trilyon civarında galaksi var. Samanyolu’nda en az 100 milyar yıldız olduğu hesaplanıyor. Samanyolu’nun nüfusuyla evrendeki galaksi sayısını çarptığımızda toplam yıldız sayısını, her yıldıza bir gezegencik verirsek de toplam gezegen sayısını buluyoruz: 200.000.000.000.000.000.000.000.

Neden öte diyarlarda da olmasın?

Şimdi söyleyin, acaba evrende bizimkinden başka bir yerde hayat var mıdır? Cevabı kimse bilmiyor tabii ama “buranın ne özelliği var ki?” ilkesi insanı “evet” demeye itiyor, değil mi? Yaşam Dünya’da doğal kimyasal süreçler sonucu ortaya çıkıp evrimin gücüyle yayıldığına göre aynı şey neden bu inanılmaz sayıdaki öte diyarlardan bazılarında da olmasın? Şimdilik elimizde bizim sistemimizdeki sekiz gezegenden birinde, burada yaşamın ortaya çıktığına ilişkin delil var. Fakat bu kadar az veriden “demek ki bir gezegenin yaşam üretme ihtimali en az sekizde bir” sonucuna atlamak doğru olmaz. Hem kendi sistemimize (mesela Jüpiter ve Satürn’ün tuzlu sudan oluşan yeraltı okyanusları barındıran uydularına) hem de dışarıya daha iyi bakmalıyız. Başka yıldızların gezegenlerinin atmosferlerinde endüstriyel hava kirliliğinin yaratabileceği gazları saptayabilecek teleskoplar yapabilecek teknolojimiz de var, “bize bir mesaj göndermişler midir?” diye dinleyebilen radyoteleskoplarımız da. “Evrende yalnız mıyız?” sorusuna güvenle “evet” demek olanaksız: O iki yüz milyar trilyon dünyanın hepsine tek tek bakmadan bundan nasıl emin olabiliriz? Oysa “hayır” cevabını kanıtlayıp tarihi baştan yazmak için Mars’ta bir robotun veya derin uzaydan gelen sinyallerde zekâ ürünü mesajlar arayan bir bilgisayarın tek bir yabancı izine rastlaması yeterli. O anda “biz özeliz” kitabından bir sayfa daha eksilecek.