18 Nisan 2024, Perşembe
01.04.2022 04:30

Uzaylılar bize kaç not verir?

Diyelim uzaylı bir uygarlık Dünya’ya gözlemciler gönderdi, bizi incelemeye başladı. Ne sonuca varırlar? Kaç not alırız?

Yıldızlararası araştırma evresine ulaşabilmiş ileri bir uygarlık, bizim (Charles Darwin eliyle) 19. yüzyılda çözebildiğimiz bulmacayı çoktan çözmüş olmalıdır: Hayatın (yani çevredeki malzemeyi kendi benzerlerini üretmek için kullanan mekanizmaların) cansız maddelerin doğal bir “kimya laboratuvarı”nda uzun süre çalkalanması sonucu tesadüfen ortaya çıktığını, sonra da bu “öz çoğaltma” işini rakiplerinden daha iyi yapmasına elveren (yine rastlantısal) farklara sahip bireylerin soylarının (öbürlerinin tükenmesi pahasına) sürüp türleşmesiyle gezegenin her köşesinin binbir çeşit yaratıkla donandığını biliyorlardır. Uzaylı araştırmacıların kendi kökenleri de böyle bir sürece dayandığından doğal seçilimin genlerimize hayatta kalabilmek için başkalarıyla rekabet, hatta çatışma dürtüsünü kazımış olduğunu tahmin etmeleri doğal.

Hakim tür

Dünya’da birçok canlı türü var ama iyi bir gözlemci bunlardan birinin “hakim tür” olduğunu, bedensel güç açısından çok parlak değilse de kitlesel örgütlenmeler için kullanabildiği zihinsel becerileri sayesinde son zamanlarda gezegenin kimyası ve (kendisi dahil) tüm sakinlerinin kaderi ile oynamaya başladığını kolayca ayırt edebilecektir. Hayatta kalıp çoğalmak başarıysa şimdiye kadar iyi gittik ama özellikle küresel ısınma gibi kendi ayağımıza da kurşun sıkmakta olduğumuz süreçlerin tarafsız bir gözle incelenmesinin kolektif zekâmız hakkında çok parlak bir izlenim bırakmayacağı kesin.

Peki ya bireyler? Uzaylı gözlemciler insanlar arasındaki akrabalık ilişkilerini inceleyerek ne tür bireylerin soylarını sürdürmekte “başarılı” olduklarına dair tüyler ürpertici sonuçlara ulaşabilir. Saygın bilim dergisi American Journal of Human Genetics’te 2003’te yayınlanan bir araştırma, babadan oğula geçen Y kromozomlarından okunan genetik bilgiye göre gezegenimizde halen yaşayan her 200 erkekten birinin (20 milyon kişi ediyor) 1000 yıl kadar önce Moğolistan’da yaşamış tek bir adamın torunları olduğunu, bu aşırı yüksek frekansın da en mantıklı şekilde söz konusu “başarılı ata”nın o dönemin Moğol İmparatoru Cengiz Han olmasıyla açıklanabileceğini ortaya koyuyor.

Cengiz Han’ın dehşet verici hayat hikâyesini kendinizi güçlü hissettiğiniz bir zamanınızda okumanızı öneririm. Şu vecize ona ait: “Bir erkek için en büyük mutluluk düşmanlarını yenmek, onları kaçırmak, sahip oldukları her şeyi ele geçirmek, sevdiklerini gözyaşları içinde görmek, atlarına binmek ve karılarıyla kızlarını kollarına almaktır.”

İş sadece Cengiz ve oğullarının bu “ilke”yi harfiyen uygulamasıyla kalsaydı genleri bizim çağımızda da her tarafa saçılmış durumda olmazdı tabii. Genetikçiler burada “sosyal seçilim” denen sürecin işlediğini, yani yüzyıllar boyunca Asya’nın birçok köşesinde Cengiz Han’ın soyundan gelmenin iktidara gelebilmek için avantaj yaratan bir tür “giriş kartı” olarak görülmesi nedeniyle söz konusu kromozomun başarıdan başarıya koştuğunu söylüyor.

Uzaylı müfettişler, adı bilinen atalar arasında mevcut insan nüfusunda en büyük genetik izi bırakmış, soyundan gelmenin itibar sebebi görüldüğü bu kişinin nasıl birisi olduğunu incelediklerinde onun döneminde Çin nüfusunun 10 milyonlarca kişi azaldığını, her dört İranlıdan birinin hayatta kaldığını, toplamda yaklaşık 40 milyon insanın, başka bir deyişle o devirdeki dünya nüfusunun yüzde 11’inin ölümünden sorumlu olduğunun hesaplandığını görmekle kalmayacak; onun DNA’sına sahip olmakla övünen ardıllarının suçlarını, söz gelimi Timur’un işgale direnen kentlerin halklarını topluca katledip kafataslarını üst üste dizdirerek piramitler yaptırma alışkanlığını filan da öğrenecekler.

Neler görecekler...

Buraya dek çok parlak bir resim çizmediğimin farkındayım. Neyse ki insanlık bundan ibaret değil. Uzaylı gözlemciler insan tabiatının sadece savaş ve çatışmaya değil, çocukları sevmeye, ortak amaçlar için iş birliği yapmaya, barışı seçmeye de elverişli olduğunu fark edecek. İnsülin hormonunu elde eden Frederick Banting ve Charles Best’in patent için para almayı reddettiğini, çocuk felci aşısının mucidi Jonas Salk’ın “Güneş’in patentini alabilir misiniz?” sözünü, 916 yıl boyunca bir medeniyetin, 481 yıl boyunca da bir başkasının kutsadığı ortak insanlık mirası Ayasofya’yı müze yapıp dinlerarası çekişme sarmalını koparmayı akıl eden Kemal Atatürk’ün dehasını da görecekler. 

Geçer not alacaksak fetih heveslilerinin, imparatorların, patronların değil, kardeşlik çağının öncülerinin sayesinde olacak bu.