29 Mart 2024, Cuma
19.03.2021 06:00

Aşı milliyetçiliği küresel bir sorun

Zengin ülkelerin pandemiye müdahalede küresel bir koordinasyon sağlayamaması başlangıçta sadece ahlaki bir sorun olarak görülüyordu. Ancak virüsün farklı yerlerde yayılması yeni varyantları beraberinde getirdikçe bunun pratikte de büyük sorunlara yol açtığı ortaya çıktı

Batı’da kitlesel aşı kampanyaları hızla devam etse de Covid-19 salgınının sonu henüz ufukta görünmüyor. ABD ve diğer zengin ülkeler bir sorumlu arıyorlarsa kendilerine bakmaları gerekiyor. En geç 2020 yazının başından itibaren açıklığa kavuşan bir gerçek var. Eldeki etkin aşılara karşın tüm dünya nüfusu sürü bağışıklığı kazanana, yani enfeksiyon riski taşıyan insanların sayısı hastalığın yayılmasına imkân vermeyecek kadar azalana dek Covid-19 durdurulamayacak. Herhangi bir ülkenin bu noktaya kendi başına varması mümkün değil. Virüs dünyanın başka yerlerinde dolaşımda oldukça, yeni mutasyonlar ortaya çıkmaya devam edecek. Bazıları virüsün aleyhine olurken, kimileri onu daha bulaşıcı ve ölümcül hale getirecek.  Bu da bilmediğimiz bir şey değil. Aralık ayından bugüne SARS-CoV-2 virüsünün yüksek bulaşıcılığa sahip üç yeni türü tespit edildi. Kayda değer oranda daha yüksek bir bulaşma oranına (ve muhtemelen daha yüksek bir ölüm oranına) sahip olan İngiliz varyantı B.1.1.7 şu an itibariyle ABD ve Avrupa’da hızla yayılmakta. Güney Afrika varyantı B.1.351 ise daha da bulaşıcı olabilir. Brezilya tipi P.1 virüsü ise içlerinde en tehlikeli olanı. Yeni varyantların ortaya çıkışı gösteriyor ki Britanya sürü bağışıklığını sağlasa bile (mevcut aşılama oranları bunun olabileceğini ortaya koyuyor) Britanyalılar kritik safhayı atlatamayacak. İngiltere kendini dünyanın geri kalanından tamamen tecrit etmediği takdirde (temelde imkânsız görünüyor), ülke dışına seyahat edenler yeni varyantları yanlarında getirecek ve bunlardan bazıları mevcut aşıların sağladığı korumayı atlatma yetisine sahip olacak.  P.1 özellikle kaygı verici bir varyant. Manaus’ta ortaya çıktı; hâlbuki bu şehir geçen Ekim ayında yüzde 80’lik bir enfeksiyon oranına ulaşmış, yani bilim insanlarının Covid-19 sürü bağışıklığı için yeterli olduğunu düşündüğü yüzde 60 ila 70’lik eşiği geçmişti. Ancak daha fazla bulaşma daha fazla mutasyonu beraberinde getirdiğinden, sürü bağışıklığı eşiğini geçmiş olmak yeterli gelmeyebiliyor. Aslına bakılırsa P.1’in ortaya çıkışı ve şehri yeni bir enfeksiyon dalgasıyla vurması orijinal virüse yönelik bağışıklığın yeni varyant için geçerli olmadığını gösteriyor. Yeni varyantlar tespit edilir edilmez bilim insanlarının aşıları bunlara karşı etkili olacak şekilde yeniden düzenlemesi gerektiği doğru; zaten Moderna ve Pfizer-BioNTech aşılarının temelini oluşturan mRNA teknolojisinin avantajlarından biri bu. Fakat bir varyant bir ülkeye girip ekonomik ve sosyal yaşamı yeniden kapanma durumuna getirdikten sonra söz konusu esneklik küçük bir teselli olmaktan öteye gidemiyor. Böyle bir durum yaşanınca bütün nüfusun yeniden aşı sırasına girmesi gerekiyor.  Dünyanın geri kalanı hızla aşılanırsa virüsün peşinde sürüp giden bu kovalamaca sona erebilir. Zira bu sayede virüsün yayılması önlenerek yeni mutasyonların oluşma fırsatı engellenmiş olur. Ama dünya çapında aşılama şu an için imkânsız görünüyor, çünkü gelişmekte olan ülkelere yeterli doz temin edilemiyor. DSÖ bünyesindeki COVAX programının öngördüğü 2 milyar doz hedefine ulaşabilsek bile, temel sağlık altyapısı ve ulaşım ağlarındaki eksiklikler yüzünden Afrika, Asya ve Orta Doğu’nun uzak bölgelerinde yaygın bir aşılama yapmamız son derece zor olacaktır. Johnson&Johnson’un ürettiği ve mRNA tipi aşıların gerektirdiği soğuk zincire ihtiyaç duymayan yeni tek seferlik aşı sayesinde bu mücadelede bir şansımız olabilir. Ama maalesef bu kez de aşı milliyetçiliği yolumuzu tıkıyor. Çin ve Rus aşılarının görücüye çıkmasıyla birlikte bütün dünyaya yetecek kadar aşı üretebiliriz. Fakat uluslararası işbirliği hâlâ eksik. Pandemiyi sona erdirmek için aşı teslimatının global koordinasyonu hayati önem taşıyor. Örneğin, en etkili aşıları virüsün en hızlı yayıldığı yerlere yönlendirmek akla yatkın görünüyor. Bir başka komplikasyon ise Çin aşılarına dair güvenilir verilerin henüz sınırlı olması. Bu aşıların diğerlerinden daha az etkili olduğu ve virüsün bu aşının uygulandığı bölgelerde yayılmaya ve mutasyona uğramaya devam etme ihtimalinin daha yüksek olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmamız gerekiyor.  Mevcut durumun içerdiği risklere karşın Batılı devletler ve iş dünyası lobileri gelişmekte olan ülkelere daha fazla aşı temin etmek yerine anlamsız fikirler uydurmakla meşgul. Bunların en beteri olan ve şu anda hem ABD’de hem de Avrupa Birliği’nde üzerine kafa yorulan görüş, aşı olanların uluslararası seyahatine izin veren bir “aşı pasaportu” oluşturulması teklifi. Açık konuşmak gerekirse aşı olmuş insanlara kalabalık kapalı alanlara erişim izin belgesi vererek aşılanmayı teşvik etmek mantıklı bir argüman olabilir. Ancak aşı pasaportu sadece global seyahate odaklanırsa berbat bir fikir olarak kalacak; çünkü herkesi aşılamadığımızdan dolayı virüs dünyada yayılmaya ve mutasyona uğramaya devam ediyor. Aşı pasaportları P.1 gibi yeni varyantlara yönelik koruma sağlamıyor. Aşı pasaportuna sahip zengin bir iş insanının veya turistin yeni bir varyantla bir araya gelmesi, sürü bağışıklığı kazandığını sanan bir ülkede salgının yeniden tetiklenmesi için yeterli olacak. Pandemiyi gerçekte olduğu gibi görüp global bir kriz muamelesi yapmaya başlamadığımız sürece bu sorunlar katlanarak artacak. Uluslararası işbirliğinin olmadığı bir dünyada nüfusunun büyük kısmını aşılatmayı başaran bir ülkenin tek bir savunma yöntemi olabilir: Küreselleşmenin en temel ilkelerini yok saymak. En azından, ilgili ülkenin vatandaşı veya yabancı biri olup olmadığına ve bilinen varyantlara karşı aşılanıp aşılanmadığına bakılmaksızın, tüm uluslararası yolcuların dikkatle denetlenen bölgelerde iki hafta karantinaya alınması gerekiyor.  Bu çok temel tedbir bile küreselleşmeden geriye doğru dev bir adım anlamına geliyor. Ancak Batılı ülkeler global koordinasyon ihtiyacını görmezden gelip sadece kendi nüfuslarını aşılamaya odaklanmayı sürdürürse, serbest uluslararası seyahatin olmadığı bir geleceğe hazırlıklı olmaları gerekiyor.