15 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
01.10.2021 04:30

Evsizleşiyoruz, evsizleşeceğiz

Bütün dünyada giderek devleşen bir barınma sorunu var. Ailelerinin yanına sığınanlar, pahalılık yüzünden şehir değiştirenler, 40’ından sonra ev arkadaşıyla yaşayanlar... Hepimiz yavaş yavaş evsizleşiyoruz. Ve bu hiç de Tanju Okan’ın şarkısı gibi bohem bir seçim değil

Dünyanın yüzölçümü 510.1 milyon kilometrekare ve bu alanın 79.5 metrekaresi benim adıma bir tapuda kayıtlı. 25 yıl çalışmanın, ‘ünlü yazar’ olmanın, onca gazeteciliğin sonucu olarak bu dünyanın düzeni, bana bu 79.5 metrekareye ‘evim’ demeyi lütfetti. Evin benden zorla alınamayacağına dair 3 bin yıllık bir insanlık sözleşmesi var ama yaşadığım bu yabancı ülkenin yasaları bir gece değişebilir ve beni bu evden zorla çıkarabilirler. Dolayısıyla evim, bu sözcüğünün çağrıştırdığı, emniyet, huzur gibi sözcükleri aklıma getirmiyor. Ev, yolun zıddı sadece. Yoldan gelince uyuduğum yer. Durduğum yer işte. Hep bir şimdilik hissi iliştirilmiş bir mekan. Yine de zorunlu bir sosyalleşmeye karşı beni koruyan dört duvarım var. ‘Daha da uğraşamayacağım insanlarla’ dediğimde bana yalnızlığı seçme imkânı tanıyan bir yer. Bu evi seviyorum çünkü son beş yıldır çıktığım deli işi bir macerada çoğu zaman tek yoldaşım oydu. Ben ve ev, çok baş başa kaldık. Çoğu zaman tek ses eski, kahverengi dev seramik doğalgaz sobasıydı. Herkes değiştirmem gerektiğini söylüyor ama bazen ondan başka sarılacak bir şey kalmıyor. Hasılı, uzun yoldan gelince duvarlarını öpesim geldiği de oldu, o duvarların ‘Sen bir halta yaramazsın’ dediği de. Ev öyle bir şey işte, insana içinde hayat biriktirme hakkı tanıyan minyatür bir yeryüzü parçası. Kırılgan bir sığınak ve gelgitli bir sabitlik. Ve genç kadın öğrenci, bir gece bir İzmir parkında, umursamaz görünmek için elinden geleni yapan bir polis memuruna tane tane, pek yakında bu haktan mahrum olan binlerce insanın parklarda yatacağını, nezarethanenin çözüm olmadığını, barınmanın gasp edilmiş bir hak olduğunu anlatıyor. Çok büyük ihtimalle karşısındaki polisin de evi yok fakat heyhat! Hayat ve düzen onu başka bir role koymuş, duvar gibi duruyor.  “Öğrenci olmayan da vardır. Mesele barınma sorunu. Bu sorunu parklarda yatarak biz yaratmadık. Böyle bir sorun olduğu için parklarda yatıyoruz” diyor bir başka şehirdeki bir başka genç öğrenci. Arkadaşları biraz önce gözaltına alınmış. Yine de tane tane konuşuyor, sakin. Çünkü biliyor: Barınamıyoruz Hareketi’nin bütün ülkede destekçileri var. Bu insanların çoğu da öğrenci değil. Ama yine de evsiz öğrencilerin sesini yükseltiyorlar çünkü New York’ta milyonlarca dolar harcanarak yapılmış ve içinde hiç kimsenin yaşamayacağı “Türk Evi”nin Türkiye’de kaç evsize, öğrenciye ev sağlayabileceğini hesaplayabilecek insan sayısı iktidarın varsaydığından daha fazla. Ve Brezilya’daki Evsizler Hareketi’nin geçtiğimiz hafta yaptığı gibi Borsa’yı basmıyorlar. Ya da Almanya’daki, Hollanda’daki gibi, kullanılmayan evleri işgal edip barınma haklarını mülkiyeti kamulaştırma yoluyla almaya çalışmıyorlar. Sadece sakin bir biçimde parklarda, tane tane dertlerini anlatıyorlar. Yine de ters kelepçe, yine de otobüste dayak... Onları dövenlerin de evleri yok bakarsan. Fakat heyhat!.. Mesele şu ki, onlar da evsiz kalacaklar. 

Sıcak duşa gözyaşı

“İngiltere’de bir adam sıcak bir duş alabileceği için sevinçten ağladı. Bu İngiltere’de oldu!” Londra’da yaşayan Ben, evsizlere yardım eden bir kuruluşta çalışıyor ve geçtiğimiz hafta, bir gece ona bir telefon geliyor. Bir mahalledeki insanlar otobüs durağında yatan evsiz bir adamı ‘rapor ediyorlar’. Tedirgin olmuşlar. Ben, adamı buluyor fakat o gece ona kalacak bir yer bulamayınca otele yerleştiriyor. Otel odasından ayrılırken adam Ben’in boynuna sarılıp ağlıyor. Ve Ben, dün sabah Twitter’a “Hayat bazen boka sarabilir. Hepimiz bir gün evsiz kalabiliriz” diye yazıyor. İngiltere gibi bir ülkede bu nasıl olur, kahroluyor. Avrupa dahil olmak üzere bütün dünyada giderek devleşen bir barınma sorunu var. Sorunla birlikte her yerde barınma hakkı için hareket büyüyor. Geçtiğimiz hafta Berlin Şehir Senatosu bir referandum yaptı. Konut fiyatlarının artışına karşı, büyük şirketler tarafından yönetilen konutların kamuşlaştırılması kararı yüzde 54 ile kabul edildi. Karar bağlayıcı değil, yeni yönetime tavsiye niteliğinde. Ama bu iş büyüyor. Geçen hafta Berlin’de, iyi bir şirkette iyi bir pozisyonda çalışan bir arkadaşımla konuşurken o da bir önceki kuşağın yardımı olmadan iyi maaşlı çalışanların bile artık ev alamadığını anlattı. “Bütün hayatım muhtemelen ev sahibi olmaya çalışarak geçecek” derken artık sadece acı acı gülüyordu. İngiltere’de kutular (gerçekten kutu) yapmışlar, haftalığı 50 pound’a kiralıyorlar, evsizler için. Ve buralarda, iyi işlerde çalışan genç insanlar da kalıyor. Paris’i zaten söylemiyorum, kendi sakinlerini barındıramayan bir şehir. ABD’de 2020’de her 500 kişiden biri evsizdi ve bu oran 2021’de yüzde 28 arttı. Bunlar dünyanın en güçlü ekonomileri ve bazıları bu konuya, parkta yatan bir grup öğrenciyi dövmekten daha kapsamlı bir çözüm getirme niyetine ve yeteneğine sahip. Buna rağmen, tıpkı Ben’in dediği gibi hepimiz için hayat boka sarıyor. 

Evi olan kavrayamaz

İngiltere’de meşhur bir dergi vardır, Big Issue (Büyük Mesele). Dergiyi evsizlerin kurduğu bir örgüt çıkarır ve sadece evsizler sokakta dolaşarak satar. Bu dergi, bazen tanınmış isimleri bir geceliğine evsizlerle birlikte yaşamaya ve izlenimlerini yazmaya davet eder. Kimdi hatırlamıyorum ama yıllar önce böyle birinin, bir gece sonrasında yazdığı o cümle hep aklımda, “Sokakta yatmak, uyusanız bile, insanı serseme çeviriyor ve düşünememeye başlıyorsunuz.” Emniyet duygusunun mutlak yokluğu ve hiç dinlenememek. Bunu -nasıl olursa olsun- bir evde yaşayan birinin tam kavrayabileceğini hiç sanmıyorum. Sonsuz endişenin yorgunluğu tahayyül edilemez bir kahır. Hiç durmayan bir dayak gibi. Ve öyle görünüyor ki Türkiye’de sayısını bilmediğimiz ama giderek çoğalan sayıda insan ya bu dayakla yaşıyor ya da bu dayak endişesiyle yaşamaya çabalıyor. Ailelerinin yanına sığınanlar, pahalılık yüzünden şehir değiştirenler, kırk yaşından sonra ev arkadaşı ile yaşayanlar, eşyalarını satıp daha küçük bir eve sığışanlar, evi bırakıp pansiyonlara göç edenler, krediyle ev almak için ailesinden borç alan mahcup yetişkinler, kirayı ertelemek için berbat bir ev sahibine minnet edenler... Hepimiz yavaş yavaş evsizleşiyoruz, evsizleştiriliyoruz. Ve bu hiç de Tanju Okan’ın şarkısı gibi bohem bir seçim değil. Hatırlar mısınız? “Ben mekanımı çoktan seçmişim/ Ne ev sahibi ne pul ne senet/ Ne suyun derdi ne de elektrik/ Ben artık parkta yatıyorum”  Bunu biz seçmedik. Hatta bu düzeni kuranları bile biz seçmedik. Ama şimdi bir seçim yapabiliriz. Tane tane anlatabiliriz. Tane tane anlatan genç arkadaşların sesinin daha büyük ve hepimizi içine alacak bir felaketin işaret fişekleri olduğunu görebiliriz. 

Okumuşlar sevilmez

Bu ülke okumuş çocuklarını hiç sevmedi. Onları hiç dinlemedi. Bu ülke en çok kendini seven okumuş çocuklarını sevmez. Niyesi, nasılı uzun ve kanlı bir hikaye. Ama her seferinde görüldü ki onlar, olacakları bize her zaman önceden haber verdiler. Kimsenin, en güçlü ve ayrıcalıklı olanın bile, kendini artık evinde hissetmediği bir ülkede -evet, öyle- yine olacakları önceden söylüyorlar.  Herkesin evi benimki gibi artık. Sadece yolun zıddı. Kırılgan bir sığınak. Bu yazıyı okuyan çok insan vardır, Türkiye’deki evlerini bırakıp sonsuz bir evsizliğe doğru yola çıktılar. Sahaflar geride bıraktığımız kitaplarla dolu. Çok insan vardır bu yazıyı okuyan, büyük şehirlerde bin emekle kurdukları hayatı bırakıp kıyı kasabalarına sığındılar. Ve genç arkadaşlar, hepimiz için konuşuyorlar. Evlerinizi ele geçirmiyorlar, orayı burayı basmıyorlar, hatta bağırıp çağırmıyorlar bile. Okumuş, okuyan çocuklarımızı dinleyelim efendiler!
Ece Temelkuran
Ece Temelkuran