Dünyanın yüzölçümü 510.1 milyon kilometrekare ve bu alanın 79.5 metrekaresi benim adıma bir tapuda kayıtlı. 25 yıl çalışmanın, ‘ünlü yazar’ olmanın, onca gazeteciliğin sonucu olarak bu dünyanın düzeni, bana bu 79.5 metrekareye ‘evim’ demeyi lütfetti. Evin benden zorla alınamayacağına dair 3 bin yıllık bir insanlık sözleşmesi var ama yaşadığım bu yabancı ülkenin yasaları bir gece değişebilir ve beni bu evden zorla çıkarabilirler. Dolayısıyla evim, bu sözcüğünün çağrıştırdığı, emniyet, huzur gibi sözcükleri aklıma getirmiyor. Ev, yolun zıddı sadece. Yoldan gelince uyuduğum yer. Durduğum yer işte. Hep bir şimdilik hissi iliştirilmiş bir mekan. Yine de zorunlu bir sosyalleşmeye karşı beni koruyan dört duvarım var. ‘Daha da uğraşamayacağım insanlarla’ dediğimde bana yalnızlığı seçme imkânı tanıyan bir yer. Bu evi seviyorum çünkü son beş yıldır çıktığım deli işi bir macerada çoğu zaman tek yoldaşım oydu. Ben ve ev, çok baş başa kaldık. Çoğu zaman tek ses eski, kahverengi dev seramik doğalgaz sobasıydı. Herkes değiştirmem gerektiğini söylüyor ama bazen ondan başka sarılacak bir şey kalmıyor. Hasılı, uzun yoldan gelince duvarlarını öpesim geldiği de oldu, o duvarların ‘Sen bir halta yaramazsın’ dediği de. Ev öyle bir şey işte, insana içinde hayat biriktirme hakkı tanıyan minyatür bir yeryüzü parçası. Kırılgan bir sığınak ve gelgitli bir sabitlik. Ve genç kadın öğrenci, bir gece bir İzmir parkında, umursamaz görünmek için elinden geleni yapan bir polis memuruna tane tane, pek yakında bu haktan mahrum olan binlerce insanın parklarda yatacağını, nezarethanenin çözüm olmadığını, barınmanın gasp edilmiş bir hak olduğunu anlatıyor. Çok büyük ihtimalle karşısındaki polisin de evi yok fakat heyhat! Hayat ve düzen onu başka bir role koymuş, duvar gibi duruyor. “Öğrenci olmayan da vardır. Mesele barınma sorunu. Bu sorunu parklarda yatarak biz yaratmadık. Böyle bir sorun olduğu için parklarda yatıyoruz” diyor bir başka şehirdeki bir başka genç öğrenci. Arkadaşları biraz önce gözaltına alınmış. Yine de tane tane konuşuyor, sakin. Çünkü biliyor: Barınamıyoruz Hareketi’nin bütün ülkede destekçileri var. Bu insanların çoğu da öğrenci değil. Ama yine de evsiz öğrencilerin sesini yükseltiyorlar çünkü New York’ta milyonlarca dolar harcanarak yapılmış ve içinde hiç kimsenin yaşamayacağı “Türk Evi”nin Türkiye’de kaç evsize, öğrenciye ev sağlayabileceğini hesaplayabilecek insan sayısı iktidarın varsaydığından daha fazla. Ve Brezilya’daki Evsizler Hareketi’nin geçtiğimiz hafta yaptığı gibi Borsa’yı basmıyorlar. Ya da Almanya’daki, Hollanda’daki gibi, kullanılmayan evleri işgal edip barınma haklarını mülkiyeti kamulaştırma yoluyla almaya çalışmıyorlar. Sadece sakin bir biçimde parklarda, tane tane dertlerini anlatıyorlar. Yine de ters kelepçe, yine de otobüste dayak... Onları dövenlerin de evleri yok bakarsan. Fakat heyhat!.. Mesele şu ki, onlar da evsiz kalacaklar.
Sıcak duşa gözyaşı
“İngiltere’de bir adam sıcak bir duş alabileceği için sevinçten ağladı. Bu İngiltere’de oldu!” Londra’da yaşayan Ben, evsizlere yardım eden bir kuruluşta çalışıyor ve geçtiğimiz hafta, bir gece ona bir telefon geliyor. Bir mahalledeki insanlar otobüs durağında yatan evsiz bir adamı ‘rapor ediyorlar’. Tedirgin olmuşlar. Ben, adamı buluyor fakat o gece ona kalacak bir yer bulamayınca otele yerleştiriyor. Otel odasından ayrılırken adam Ben’in boynuna sarılıp ağlıyor. Ve Ben, dün sabah Twitter’a “Hayat bazen boka sarabilir. Hepimiz bir gün evsiz kalabiliriz” diye yazıyor. İngiltere gibi bir ülkede bu nasıl olur, kahroluyor. Avrupa dahil olmak üzere bütün dünyada giderek devleşen bir barınma sorunu var. Sorunla birlikte her yerde barınma hakkı için hareket büyüyor. Geçtiğimiz hafta Berlin Şehir Senatosu bir referandum yaptı. Konut fiyatlarının artışına karşı, büyük şirketler tarafından yönetilen konutların kamuşlaştırılması kararı yüzde 54 ile kabul edildi. Karar bağlayıcı değil, yeni yönetime tavsiye niteliğinde. Ama bu iş büyüyor. Geçen hafta Berlin’de, iyi bir şirkette iyi bir pozisyonda çalışan bir arkadaşımla konuşurken o da bir önceki kuşağın yardımı olmadan iyi maaşlı çalışanların bile artık ev alamadığını anlattı. “Bütün hayatım muhtemelen ev sahibi olmaya çalışarak geçecek” derken artık sadece acı acı gülüyordu. İngiltere’de kutular (gerçekten kutu) yapmışlar, haftalığı 50 pound’a kiralıyorlar, evsizler için. Ve buralarda, iyi işlerde çalışan genç insanlar da kalıyor. Paris’i zaten söylemiyorum, kendi sakinlerini barındıramayan bir şehir. ABD’de 2020’de her 500 kişiden biri evsizdi ve bu oran 2021’de yüzde 28 arttı. Bunlar dünyanın en güçlü ekonomileri ve bazıları bu konuya, parkta yatan bir grup öğrenciyi dövmekten daha kapsamlı bir çözüm getirme niyetine ve yeteneğine sahip. Buna rağmen, tıpkı Ben’in dediği gibi hepimiz için hayat boka sarıyor.