29 Mart 2024, Cuma
18.03.2022 04:30

İlginç zamanların ilginç savaşı

Savaş, ahlakın topyekûn ortadan kalkmasıdır. Dolasıyla mertlik beklenecek en son yerdir. Ama yine de her şey böyle karanlık ve pisken bile kafamızı kaldırıp hatırlamakta fayda var. Bu olanlar normal şeyler değil ve alışarak normal hale getirmek en büyük tehlike

Ne zaman bir savaş ya da savaş tehlikesi olsa ortaya çıkan bir insan türü var. Türkiye televizyonlarından çok iyi bildiğimiz bu ‘şehvetle konuşan’ insan türünün yadırgatıcı bir savaş iştahı var. Tarih sahnesinde sırası nihayet gelmiş olmasından lüzumundan fazla memnuniyet duyan bir tip bu. Ve belli ki hem sıkıcı takım elbisesi hem de teatral bir ciddiyetle ‘mühim adam’ taklidi yapmaktan yorulmayan çehresi ile göreve çağrılmaya her dem hazır. Bu adamların -kahir ekseriyetle erkek oluyorlar- bir başka ortak özelliği de hiç savaş görmemiş olmamaları. Daha da güzeli, hepsi biliyor; kesinkes hiçbir savaşta ne silah tutacaklar ne de silahın hedefinde olacaklar. Bütün dünyada varlar ve ne zaman insanlar ölecek olsa, oğlan çocuklarının oynadığı bir strateji oyunu olarak savaştan bahsetmeye hevesliler. Aniden bütün söyleme hâkim oluyor bu tipler ve bir anda ‘sert gerçeklik’ denen o dokunulmazmış gibi görünen kavram bunların tekeline geçiyor. Öyle bir ele geçiriyorlar ki sahneyi ‘Savaşa Hayır’ demek utanç verici derecede nahif hale geliyor. En önemli görevleri de savaş karşıtı sesleri, sanki büyükler konuşurken araya giren, münasebetsiz, yol yordam bilmeyen bir çocuk gibi hissettirmek. Bu adamlar ne zaman konuşmaya başlasa savaş, artık sadece silahlar, uçaklar, liderler ve tanklar arasında geçiyor. 

Makinenin sesleri...

Konuşa konuşa savaşı artık insansız büyük bir makine haline getiriyorlar ve biz durmadan bu makinenin nasıl işlediğini dinliyoruz.  Bu adamların kurduğu, terimler, sayılar ve kodlanmış kavramlarla çalışan ‘laf makinesi’ o bağlamın içinde yer almayan herhangi bir soruyu sormayı bile imkânsız hale getiriyor. Mesela şu soruyu asla soramıyorsunuz: “Delirdiniz mi kardeşim?!” 

Bugünlerde bu soruyu sık sık sormak gerek. Çünkü insanlığın esas pusulasına geri dönmesi için ayıltıcı sorulara ihtiyacımız var. Mesela şöyle bir soru: Rusya’nın Ukrayna’ya (Türkiye’deki kimi ‘uzmanların’ deyişiyle ‘Ukranya’) karşı başlattığı savaşa karşı Avrupa şehirlerinde gösterilere katılanlar neden Ukrayna bayraklarının renklerine bürünüyorlar? 2003’te Küresel Savaş Karşıtı Hareket’in Türkiye’de sözcüsüydük Mehmet Ali Alabora ile birlikte. Hiç hatırlamıyorum Irak bayrağı renklerini giyen, taşıyan birini. Savaş karşıtı gösterilerin bir ülke bayrağının renklerine bürünmesi ne demek? Bu nasıl, neden başladı? Hamburg’da pazar günkü gösteriye gidip baktım herkes bir şekilde mavi-sarı renkleri taşıyordu. Pankartlar da ilginçti. ‘Putin’e hayır’, ‘Rusya’yı durdurun’ vesaire. Mesele, ‘savaşı durdurun’ değil de ‘Rusya’yı durdurun’ olunca, yaratılan bu hâkim söylemin sonucu Rus halkının yalnızlaştırılması oluyor. Putin bir diktatör olarak zaten yalnızlığa alışkın, onu duygusal olarak etkileyeceğini sanmam. Ama Viyana Filarmoni’de Rus orkestra şefinin sözleşmesi iptal ediliyor, müfredatlardan Dostoyevski çıkarılıyor, Zagreb Filarmoni’de Çaykovski programdan atılıyor ve Avrupa’da her kurumda “Ruslarla aramıza mesafe koyalım” gibi bir tavır var. “Bayraklar işin içine girince barış talebinin masumiyetini korumak zorlaşır” desem ‘nahif’ bulunur muyum acaba? Muhtemelen evet. Şöyle diyeyim en iyisi: Reel politiğin çıkarları savaş karşıtı protestoların yönü ile paralel olunca ne kadar şeker oluyor her şey! Mavi-sarı renkte bir şeker. 

Bilinir, söylenmez

“Delirdiniz mi kardeşim?” diye sorulacak anlardan bir başkası da ırkçılık ve ikiyüzlülük meselesi. Herkes biliyor ve kimse saklamak için özel bir çaba sarf etmiyor, Ukraynalılar Hristiyan ve beyaz, Suriyeliler ya da Afrikalılar gibi Müslüman ya da siyah değil ve bu yüzden Avrupa, Ukraynalı mültecilere kollarını açmış vaziyette. Konuyu açmak malumun tekrarı olur. Zaten Danimarka’nın göçmenlerden sorumlu eski bakanı Facebook sayfasında açıkça yazdı, “Kimse söylemeye cesaret edemiyor. Ukraynalılar bizim gibi ve çoğunlukla Hristiyan. Dürüst olalım, Somalili ya da Suriyeli mültecilere yardım edeceğimize Ukraynalılara yardım etmeyi yeğleriz.” Benim ilgimi çeken ikiyüzlülük ve ırkçılık meselesi daha ziyade Ukrayna’da yaşayan ve sınırdan mülteci olarak geçmeye çalışırken tek tek ‘ayıklanan’ siyahlar. Bir süre sonra tepkiler nedeniyle geçişlerine izin verildi, mesele o da değil. Mesele, Avrupa’da yaşayan, vatandaşlığı olan bir siyah insan olsanız ne hissedersiniz? Ben kendimi üzerimde “Yangında ilk vazgeçilecek” yazan bir işaretle dolaşıyor gibi hissederim. Yani yaşadığım, çalıştığım, hatta belki güçlü pozisyonda olduğum memlekette beyaz adamın insafına kalacağım ilk anda başıma ne geleceğini artık pek iyi bilerek... 

Mülkiyet meselesi

Başka bir soru da şu: E peki ne oldu sizin meşhur özel mülkiyetin dokunulmazlığı şiarınıza? Kapitalizmin ve Avrupa’daki sistemin tam kalbinde duran bu ilke Rus oligarklarına gelince neden işlemiyor? Bu soruyu ‘bilen adamlara’ sorunca aldığınız cevap şu, “Ama onlar Rus halkının zenginliklerini çaldılar ve Putin’in destekçileri oldukları için rejim ayakta duruyor.” Gülesim geliyor. Hangi ‘çok zengin’ iktidar karşıtı acaba? Ve hangi rejim çok ahlâklı?  İsviçre’deki hesapları dondurma meselesi de aynı derecede matrak. Oligarkların bundan zarar görmemek için halihazırda buldukları bin tane yöntem var. Sorun, herhangi bir finansçıya anlatsın. Güçlü ve zengin olanın işi yolunda yani, mesele yok. Maksat dostlar alışverişte görsün. Alışveriş konusu açılmışken. Avrupa’nın yüksek rakımlı odalarında, finansal kararların verildiği yüksek mevkilerde, The New York Times’ın haberine göre Avrupalı silah üreticileri şöyle şeyler söylüyormuş, “Madem Rusya’ya karşı silahlanıyoruz ve Rusya dünya kötüsü, o zaman silah üretimi de çevreci üretimin yararlandığı vergi muafiyetlerine tabi olsun.” Boşuna demiyorum “Delirdiniz mi kardeşim?” sorusunun sayısız faydaları vardır diye. 

En cesur soru

Savaş, ahlakın topyekûn ortadan kalkmasıdır. Dolasıyla mertlik beklenecek en son yerdir. Ama yine de her şey böyle karanlık ve pisken bile kafamızı kaldırıp hatırlamakta fayda var. Bunlar normal şeyler değil ve alışarak normal hale getirmek en büyük tehlike. Utancın ortadan kalktığı anlarda insanları utanca davet etmek en belalı iştir. Utandırırlar. Çok fena utandırırlar. Çocuk yerine koyarlar. Yalnız bırakırlar. Aşağılarlar. Alay ederler. Büyük cesaret gerektirir bazen o basit soru, “Delirdiniz mi kardeşim?” Deliymişsin gibi baktıklarında dik durmak ve sormaya devam etmek gerek. Çünkü yalnız değiliz, çünkü deli değiliz, çünkü insan bu olmalı. İnsan, bundan daha fazlası olmalı. Herkes delirince suyun akışına uyup deliymiş gibi yapan yüksek uyum yeteneği olan bir kertenkeleden daha fazlası olmalı. Buna inanmak zorundayız.