22 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
03.09.2021 04:30

Sensiz yapamıyorum ah, bak yine geri geldim

O cümleye gelince iyice kahırlanır sesler: Kaç kereee yemiiin ettim... Sanki bir günahın utancıyla kalınlaşıp ses, düşer sonra:  Kaç gönüle de giiirdiim...  Aniden neşeli bir efkârla kabullenilir kader ve yükseliverir herkes: Sensiz yapamıyoooruuuum...  Bir a-aahhh çekilir, masalara vurulur eller:  Bak yinee geri geeeldim! 


Ben de söylemişimdir masalarda o şarkıyı, hem de tam da bu adapla. Gel gör ki ben dönmekten hiç anlamam. Dönmek teslim olmak, teslim olmak da yakalanıp kanadının kırılması gibi gelir bana. Nasıl içime işlemiş bir korkuysa bu, evde bir şey unutsam, aklıma merdivende gelse, iki basamak geri çıkamam. Hayatın akışı bozulacak gibi gelir, bir nehir tersine akacak gibi. Hasılı, mizaç meselesi: Ben geri gelemem. Fakat işte, şimdi, dokuz yıl sonra ilk kez bir Türkçe gazeteye yazarken, gayrı ihtiyari o şarkıyı mırıldanıyorum. Çünkü belli ki sensiz yapamıyorum... Ve görünüşe bakılırsa yine geri geliyorum.  Hayat, diye yazmıştım bir keresinde, devam etmekle ilgilidir, başka da bir şey değildir. Şimdi devam edeceğiz, yeniden ve eskisi gibi beraber. Hem de sanki hiçbir şey olmamış gibi. Olmuş bitmişlerden hiç söz etmeden. Çünkü neden? Çünkü bize de bu yakışır! 

Umut yoksa...

Ve hayat devam etmekle ilgili olduğu için, insan tarihten uzun sürer. Senle ben tarihten uzun süreceğiz. Umut yoksa inat var diye de yazmıştım bir zaman. Uzun süreceğiz işte, sırf inattan. Sen ve ben, inan bana, daha uzun yaşayacağız başımıza gelenlerden. Ve unutmayalım, inanmak ikna olmak değildir. İnanmak bir seçim meselesidir, insana inanmakta ısrar etmek ahlaki bir meseledir. Birbirimize inanacağız. “Ben varım, sen varsın... Olur bu iş!” Bundan sonra hep böyle. Başka da söz kabul etmiyorum.  İyi arkadaşlar öyledir, aradan hiç zaman geçmemiş gibi başlarlar konuşmaya karşılaştıklarında ve daha iyi, daha güçlü insanlar olmaya doğru bir eğim yaratırlar konuşa konuşa. Peki biz nerede kalmıştık seninle? Sanırım tam senin “İşler bundan sonra iyiye gider mi, bilmem” dediğin yerde. Dokuz yıl sonra cevap vereyim madem: Bak gidiyor bile. Daha dur sen, neler olacak. Nehir tersine akmaya başladı bir kere.  Takmışsındır kafana diye söylüyorum: Azalmadık, çoğalıyoruz. Yalnız değilsin. Neye dertliysen bütün dünya ona dertli, için rahat olsun. Bu gemi azıya alınmış kötülük karnavalında yalnız değiliz, herkes aynı hayatta, bütün dünya. Bu iyi. Neden biliyor musun? Çünkü kimsenin derdimizi anlamadığı zamanlar geçti. Bütün dünya aynı türden bir çıldırmayı tecrübe ediyor. Herkes aynı soruları soruyor, “Buradan çıkış var mı?” “İnsanlara ne oldu? Herkes hepten mi delirdi?” “Bu insanlıktan fışkıran zalimliğin nedeni ne?” “Gezegen yok olacaksa biz ne yapıyoruz hakikaten?!” İyimserler var, gökkuşakları ve kelebekler. Sıtma görmemiş bir gülümsemeyi genişletip duruyorlar. Kötümserler var daha da sevdiğim, dünya-hiçbir-zaman-istediğim-gibi-olmayacak’çılar. Ekşiyip duruyorlar oldukları yerde. Bana sorarsanız, ikisi de hafif sıklet seçenekler. Hayat senin-benim ne hissettiğime bakmıyor çünkü. Ve ihtimaller hep iyi ile kötü arasındaki sonsuz yelpazede cereyan ediyor. Biz, seninle ikimiz, oradayız, ihtimaller deryasında. Bir bakıma her şey ikimize bağlı, bir bakıma ne yaptığımızın hiçbir önemi yok. Hiç bilemeyeceğiz, iyiliğin ve onurlu yaşamanın bir karşılığı var mı, doğruyu söylemenin bir ödülü olacak mı, güzeli savunmanın bir faydasını görecek miyiz? Yaptığımız onca şey bir işe yarayacak mı, hiç kestiremeyeceğiz. İyiler kazanacak mı bilmeden iyiler kazansın diye devam edeceğiz. Tohuma değil, toprağa değil, tohumu atan elimize inanacağız. Şair arkadaşım Claire Lajus yazmıştı bu dizeleri. Zaten kendi ellerimizden başka neyimiz var! Öte yandan mis gibi de ellerimiz var. Dedim ya, azalmadık, bak şimdiden iki kişiyiz. Bak, tuttum seni. Sen de tut beni, yürüyelim. 

Güzel söz nedir?

“Bir çift güzel söze o kadar ihtiyacı var ki herkesin” dedi Yasemin, genç bir ahbabım. Çünkü sordum, “Yasemin, ben ne yazayım şimdi?” Bir çift güzel söz... ‘Güzel ne?’ diye düşünüyorum bunu duyduğumdan beri, ‘güzel söz’ neye benzer tam olarak? Dünyayı güzellik kurtaracak, biliyoruz da o güzel nasıl bir şey? Güzel söz, öyle sanıyorum ki hem söyleyeni hem de dinleyeni kendine inanmaya çağıran söz. Ve becerebilirse eğer, kendimize inanmak için bize nedenler veren söz. Çünkü sadece bizim ülkemizde değil, bütün dünyada yaşadığımız kötülük karnavalının en önemli sorusu ya da sorunu, bu gidişin devam edebilmesinin en önemli nedeni, dünyanın bu durumuna kahrolan insanların kendilerine olan inançlarını kaybetmesi. Kudretin sayılarla tarif edildiği (para ya da takipçi sayısı, fark etmez) bir dünyada insanın, bu kırılgan fakat sonsuz güçlü varlığın, kendine inanması epey güç. Sözümüzün bir etkisi, fikrimizin bir ederi var mı, hep şüphedeyiz. Bu şüphenin sonucu ahlakî olarak faşizmi doğuran o kaynağa doğru sürüklüyor bizi: İnsana olan inancın topyekûn kaybı. Faşizmin, yani radikal kötülüğün insan kalbini ele geçirdiği ve hayatı kuruttuğu yerin başlangıcı orası. Hayatlarımız ve dünyanın hayatı durmadan bağırıyor bize, ‘Hiçbir konuda etkin yok!’ Üzülmekten başka hiçbir şey yapamayacağımızı söylüyor yaşadığımız hayat. Bu yanılgıyı tedavi etmeye niyetlenmiş söz, güzel söz işte. Öyle bir çift güzel söz etmeye teşebbüs edeceğim size. Olur mu?  İnanmak, insana inanmak belalı bir iş. Çünkü her gün bu inancımızı zedeleyecek insanlar çıkıyor karşımıza. Ah bilmez miyim? Ama insan, insanlardan daha büyük ve daha güzel bir kavram ve ancak bu kavram üzerinden düşünebilirsek, bu fikri savunabilirsek güzel olana doğru beraber hareket edebiliriz. İşin belalı kısmı ise şu: Kendine inanmak mecburiyeti. Kendine inanmak için daha iyi, daha güçlü olmak zorunluluğu. Bunlar büyük ahlak soruları bir bakıma, ama bir bakıma son derece siyasi. Son zamanlarda ne olduysa bizim güzel ülkemizde -biraz düşün bunu- hep insanlar insanlara inanmaya karar verdiği anlarda oldu. İnsanlar, insanların iyi olduğunu kabul edip öyle hareket ettiğinde iyileştiler hep. Hatırla. Ben hatırlatayım ya da. Zaten yazmak başka ne işe yarar! Söz, hep bilip de unuttuğunu hatırlatır insana. Yüzleriniz geliyor gözümün önüne. Bu yazıyı okurken, durup yanınızdaki arkadaşa, sevgiliye bir cümleyi gösterirken, gazetenin yanındaki kahve fincanını da kadraja katıp fotoğraf çekerken ve sonra gülümseyen yüzleriniz. Neler neler olduktan sonra bir arkadaşla kavuşmuş gibi, sevinmiş olan yüzleriniz. Fakat siz ne güzelsiniz. Buradan ne güzel görünüyorsunuz. Öyle misiniz? Evet deyince güzelleşir insan.  Ne diyordu Cem Karaca o uzaklardan söylediği şarkıda?  İnsanlar gülüyordu de Trende vapurda otobüste Yalan da olsa hoşuma gidiyor söyle Hep kahır hep kahır hep kahır hep kahır Bıktım be! Diyeceğim o ki, sen de anlat. Yalan söylemeye gerek yok. Çünkü gerçek yalansız da güzel olabilir. Yapılabilir. “Yapacağız” de. Bana böyle şeyler söyle. Çünkü evet, sensiz yapamıyorum. Ve evet, bak yine geri geldim. Sen de geri geldin mi? Evet de.
Ece Temelkuran
Ece Temelkuran