15 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
15.11.2024 09:15

‘Caz cayır cayır, sosyal bir müziktir’

Londra'da ‘caza taze ve modern bir yaklaşım getiren kadın’ olarak bilinen Pelin Opcin’e göre caz elitist değil aksine ‘cayır cayır sosyal bir müzik’

Uzun yıllar İKSV İstanbul Caz Festivali’nin direktörlüğünü yapan Pelin Opcin, bugün dünyanın en mühim caz festivallerinden EFG Londra Caz Festivali’nin başında. Londra'da ‘Caza taze ve modern bir yaklaşım getiren kadın’ olarak bilinen Opcin, kadınların ve farklı etnik kimliklerin festivallerinde yer alması için özel çabasıyla da tanınıyor. Opcin ile Doğu Londra’daki ofisinde buluşarak 15-24 Kasım tarihleri arasında yüzlerce konserle dünyanın cazını kente taşıyacak festivalin arka planını ve onu bu heyecanlı işe taşıyan süreci konuştuk.  

Boğaziçi Üniversitesi'nde moleküler biyoloji ve genetik eğitimi aldınız ancak bugünkü işiniz caz. Bilimden sanata giden bu rotayı nasıl çizdiniz?

Ben moleküler biyoloji ve genetiği tamamen merak ettiğim için okudum. Kimi aileler proje gibi çocuklarını yönlendirir, etkilerler. Benim ailem hem çok destekleyiciydi, hem de yön konusunda beni oldukça özgür bıraktılar. Boğaziçi Üniversitesi’nde rock korosundaydım ayrıca Radyo Boğaziçi’nde program yapımcısıydım. Çok şanslı bir döneme denk geldim gerçekten. Radyoculuk dönemimde çok değerli insanlarla tanıştım, festivaller, yarışmalar, programlarla dolu doluydu…O sosyal hayat ve müzikle iç içe olma hikayesi o şekilde başlamış oldu.

Caza ilginiz o dönemde mi başladı?

Benim ergenlik dönemimde güncel müziği takip edebileceğimiz çok da fazla kaynak yoktu. O dönem İKSV İstanbul Festivali’ni düzenliyordu.  Ben sürekli bir şeyler görmek, ailemden konserlere gidenlerin peşine takılmak istiyordum. Yaşım tutarsa götürüyorlardı.

Müziği çok seviyordum. O konserlere gide gele müzikal evrenim çok gelişti. Üstelik bu konserlerin arka planını da hiç düşünmüyordum o sıra. Etten kemikten birilerinin bunu organize ettiği, çalıştığı aklıma gelmiyordu. Sonra bir yaz okulu sırasında bir arkadaşımın ittirmesiyle İKSV’de gönüllü çalışmaya başladım. İlk işim aracı arızalanan Suna Kan’ı havalimanından almaktı. Ondan sonrası çorap söküğü gibi geldi.

2018’den bu yana EFG Londra Caz Festivali’nin direktörlüğünü yapıyorsunuz. Bu oldukça heyecan verici ancak uluslararası sorumluluğu büyük bir görev. Bize biraz işinizin çerçevesini çizer misiniz?

İKSV’de uzun yıllar çalışmanın kazandırdığı deneyim çok değerli oldu benim için. Festivalin direktörü küratöryel bir rol üstlenir. Bu Londra'daki yedinci festivalim. 2018’de geldiğimde festivalin bir kısmı tamamlanmıştı. 2019 ilk büyük festivalimdi. Ancak o sene Covid salgını ufukta görününce süratle dijital bir festival organizasyonu yaptık. Hatta o festivalle Londra Jazz FM radyosunun ‘en inovatif festivali’ ödülünü de kazandık. 

Normal koşullarda festival hazırlıkları 18 ay öncesinden başlıyor. Yani bugün bu seneki festivali hazırlıyorken gelecek festivalin programlamasıyla ilgili ilk adımları atmış oluyorum. Hatta 2030’a kadar festivalin tarihleri, mekanların rezervasyonları bellidir. Hepsinin içeriği belli değilse de temalar bellidir.  Festivalin arkasındaki kurum Serious’ın da direktörü olduğum için en detay işlerden tutun da sanatçıya olan sorumluluk, festivalin görsel kimliğini belirlemek, diğer partnerlerle ilişkileri yürütmek, ekipleri yönlendirmek, finansal yapıyı da gözetmek gibi görevlerim var.

İstanbul'la Londra caz dünyası arasında kolaylıklar ya da zorluklar açısından ne tür farklar var?

İstanbul çok büyük bir şehir ve çok güzel kültürel etkinlikler yapılıyor. Ama İstanbul'un hem izleyicisinin hem de bizi destekleyen yerel yönetimlerin bu işi sahiplenmesi ve ön plana çıkarması buradakinden çok daha farklı. Londra’da İstanbul’da olduğu gibi sesinizi duyuramıyorsunuz. Çünkü müthiş bir etkinlik bolluğu ve karmaşası var. İstanbul’da ise organizatörler arasında saygılı ve tatlı bir rekabet oluyor. Birbirinize alan açıyorsunuz. Mesela İstanbul Caz Festivali duyurusunu yapacağınız zaman diğerleri bekliyor. Diğerleri duyuru yapacağı zaman biz bekliyoruz. Çünkü zaten pasta büyük değil, pastayı büyütebilmek ve destek daha önemli. 

Burada ise oldukça kapitalist ve sert bir rekabet ortamı var bu da biraz sanat dünyasının ruhundan çalıyor. Çok seçenek var ancak bu izleyici için yorucu olabiliyor. Yani sürekli arzın olduğu, talebin de o kadar dengeli olmadığı bir kaostan söz edilebilir. 

Öte yandan burada çok geniş uluslararası bir izleyici kitlemiz var. Her şey yerleşik ve mekanlar genellikle belli. İstanbul’da mekanlar açısından çok daha yaratıcı çözümler bulmamız gerekiyordu. Bu da belli bir heyecan katıyordu.

Kimileri cazı elitist bir müzik türü olarak görür. İngiltere cazı açısından sormak istiyorum; caz ne kadar kapsayıcı?

İngiltere’de şu anda caz çok önemli bir noktada. Neredeyse her 10 yılda bir burada bir caz boom oluyor. Buradaki genç müzisyenler çok enteresan bir sound yakaladılar. İngiltere kendi emperyalist döneminden kalan kültürel geçmişleri, bağlantıları ve tarihi yaraları taşıyor. Londra da bunların buluşma noktası. Bir yanda Nijerya ve Gana gibi Batı Afrika ülkeleri, diğer tarafta Hindistan, Pakistan, Bengal ya da İrlanda…Bu kültürel mozaik İngiliz cazına çok farklı bir sound katmış durumda. Müzisyenler bu yeni soundu caz diye görmeseler de bu müzik evrensel caz temaları taşıyor.

Cazın elit müziği olduğu iddiası da doğuş hikayesine ve gelişimine aykırı. Biz aslında caza sosyal müzik diyoruz. Cayır cayır, sosyal bir olgudan doğmuş kendini ifade biçimi. O ruhu koruyan çok tür var. Pek çok katmandan insanı da kendine çekebiliyor. Kendini bir şekilde ritme ve enstrümanların uyumuna veya kavgasına kaptırırsan oldukça heyecanlı bir deneyim ortaya çıkıyor. 

Siz kadın sanatçılar ve onların temsili konusunda da çalışmalar yapıyorsunuz. Kadın sanatçılar caz dünyasında zorlanıyor mu?

Kadın sanatçılar azınlıkta ama değişimi de hissediyoruz. Bu kadınların önlerinin açılmamasından kaynaklanıyor. Kendini yetiştiren ve farklı kolektiflerin kendisine ifade alanı bulan müzisyenler çoğunlukta olabilir ama o alanlar bile çok açık değil ve klikleşmeler var. Biraz erkek erkeğe takım kurmak gibi. 

Biz müzik endüstrisinde eşitlik için kampanya yapan KeyChange hareketinin ilk üyelerinden biriyiz. Kadın sanatçılarda yüzde 50 kotasını aştık. Üstelik önemli destekçilerimizden İngiltere Sanat Konseyi’nin hem kadınlar hem de çeşitlilik açısından vizyonu bizimkiyle örtüşüyor. Sadece kadın-erkek eşitliği değil, kültürel mozaiğin sergilenmesi, küresel çoğunluk dediğimiz farklı etnik kimliklerin festivalde eşit derecede yer alması da hedefimiz. Bir kadın yönetici olarak zaten bu benim de hedefim. Ne kadar perçinler, ne kadar desteklerseniz o kadar ön açarsınız. Benim işim bekçilik değil aksine kenarda durmak ve kapıları açmak. 

Peki sizin kişisel olarak vazgeçemediğiniz caz müzisyenleri kim? Pelin Opcin eve gidince ne dinler?

O kadar fazla isim var ki…İlk aklıma gelen Anohni. Müzisyen, şair olarak ve temsil ettiği değerler açısından müthiş bir sanatçı. Daha önce İstanbul’daki festivale geldikten sonra bu seneki festivale katılmış olması benim için çok büyük bir gurur. Spellling çok önemli bir kadın sanatçı. Samora Pinderhughes, Esbjörn Svensson, Brad Mehldau ve büyük orkestra bestecisi Maria Schneider’ı saymadan geçemem.

Türkiye'deki caz sahnesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye'deki caz sahnesi bütün zorluklara rağmen bence müthiş işler başarıyor. Herkesi burada saymam imkansız ama Selen Gülün , Ayşe Tütüncü,  Emin Fındıkoğlu çok değerli sanatçılar. Korhan Futacı, Dilan Balkay, Büyük Ev Ablukada, Barış Demirel, Lara Di Lara, Can Güngör, 123, Islandman sevdiğim müzisyenlerden bazıları…

EFG Londra Caz Festivali düzenli olarak Türkiye kökenli sanatçılarla çalışmalar yapıyor. Örneğin 2022’de Okay Temiz ve Cahit Berkay’ın da yer aldığı Air Anatolia projesi bugün hala önemini koruyor.  Türkiye'de caz eğitimi açısından olanaklar sınırlı olmasına rağmen insanlar kendi içlerinden gelen o yetenekle caz yapıyorlar. Caz direniyor yani.

Elçin Poyrazlar
Elçin Poyrazlar