Londra
Yüce Kabakçı oldukça sıra dışı bir söyleşi konuğu… Modern dönemde İngiltere Kilisesi’nde başladıktan sonra, teoloji eğitimi alan ve atanan ilk ve tek Türk rahip. İzmir’de CHP’li bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Kabakçı’yla onu İngiltere'nin tarihi Lincoln kentinde Anglikan rahipliğine kadar taşıyan ruhani yolculuğunu bizzat kilisesinde katıldığım ‘ekmek ve şarap’ ayininin ardından konuştuk.
Türkiye'de büyüyen biri olarak önce Hristiyan sonra da rahip olmayı seçtiniz. Bu serüven ne zaman ve nasıl başladı?
Ben İzmir'de doğup büyüyen birisi olarak çok fazla dinle haşır neşir olan veya muhafazakar eğilimleri olan bir aileden gelmiyorum. Lise yıllarındaki dine ilgim daha çok Spinoza ve Dekart gibi felsefecilerin Tanrı anlayışı üstüneydi. Ancak onların söz ettiği Tanrı anlayışı üstüne ulaşabileceğiz materyal inanılmaz az. 16 yaşında üniversiteye girdim ama merakım büyüktü.
O zaman Müslüman mıydınız?
İçimde bir Tanrı anlayışı vardı ancak agnostik ile deizmin karışımıydı. Ama bunun İslam olmadığını seziyordum. Türkiye’de doğup büyüdüğüm için İslamiyet’in çoğunluğun dini olduğu bir yerde bozulmuş bir şekilde anlaşılmasından farklı algılanabilir mi diye düşünmeye başladım. Bu diğer dinler için de geçerli. Hristiyanlığın çoğunlukta olduğu Batı'da da Hristiyanlık daha fazla bozulmuştur. Çünkü kimse bunun için bir bedel ödemez.
Bu bir algı mı sadece yoksa işleyişten gelen bir bozulma mı?
İkisi de. Ama daha çok işleyişindeki bir bozulma. Çünkü inancın kendisinin ne olduğuna tamamen başkalarından duyduklarımla karar verdiğim için belki de yanlış bir karar vermiş olabilirim diye düşündüm. İslamiyet’e ve Kuran’ı Kerim’e kendim bakmak istedim ve 17-18 yaşında Kuran’ı Kerim’i okumaya başladım.
Bir tür arayışınız içine mi girdiniz?
Düşüncem bir şeye sadece konsept olarak bakmaktansa yaparak daha iyi anlayabilirim yönündeydi. Kuran’ı okuyordum bir taraftandan da namaz kılıyordum. Öte yandan saçlarım belime kadar uzun, metal çalıyorum. Megadeth tişörtüyle, o saçlar ve tiple camiye gidemezdim.
Peki ne yanıtlar buldunuz o arayışta?
Kuran’ı Kerim’de İsa’dan söz edilen bölümler ilgimi çekti. Eğer son din buysa neden Hristiyanlar Müslüman olmadı diye sormaya başladım kendime. ABD’de müzik okuma planlarım vardı o dönem ve oraya gidersem Hristiyanlara neden Müslüman olmadıklarını sormayı tasarlıyordum. Sonra Muhammed’in söz ettiği İsa’nın kim olduğunu anlamak için İncil’i okumam gerektiğine karar verdim. Fakat öğrencilik yaptığım Isparta’da bir kitapçıya gidip İncil var mı diye sorunca ‘Defol git lan’ dendi. Kütüphanede sorunca bön bön baktılar falan…O zaman arama motoru Google yok sadece Yahoo var ve ben bir şey bulamıyorum. Bir gün gazetede ufak bir reklam gördüm. ‘Bizi arayın İncil gönderelim’ deniyordu. Numarayı aradım ve İncil adresime geldi.
İncil’de neyle karşılaştınız?
Bu Yeni Antlaşma dediğimiz New Testament olarak bilinen metindi. Okumaya başladığım zaman çok farklı bir Tanrı anlayışı, tarihi anlatı ve bambaşka bir İsa gördüm. Sonunda İsa çarmıha geriliyordu ama İslam teorisine göre İsa çarmıha gerilmedi. Ona benzeyen birisi onun yerine öldü. Ölümü tatmadan göğe alındı. Ama bütün Hristiyanlık ve Kutsal Kitap İsa’nın çarmıha gerilmek üzere bu dünyaya geldiğini ve onun amacının bu olduğunu anlatır. Birkaç sayfa sonra da diriliş hikayesi var.
O zaman vardığım sonuç şuydu; Allah ya da Tanrı ya bipolar ya da yalancı. Ya da bütünüyle insan uydurması. İslamiyet’in kitabındaki anlatıyla Hristiyanlığın kitabındaki anlatı tamamen farklı. Hatta birbirine zıt. Yani Tanrı’nın Tevrat, Zebur, İncil, Ku’ran olarak dört kutsal kitabı var. Ama Tevrat, Zebur ve İncil'e baktığınızda hepsinde devam eden bir hikaye var. Hiçbiri diğerinin kendinden öncekinin tarihini inkar etmiyor. Kur'an'ı Kerim'e geldiğinizde birden her şey tamamen değişiyor. Ve kendisinden önceki üç kitap yok sayılıyor. Okudukça gördüğüm pek çok örnekte Kur'an-ı Kerim ve Kutsal Kitap denilen şeyin asla aynı kaynaktan gelemeyeceğini düşündüm.
Sizin buradaki inanma ihtiyacınız nasıl gelişti? Bu mantık üstüne kurulmuş bir karar mıydı? Spiritüel bir yanı yok muydu?
Özellikle Türkiye'de veya dünyadaki başka yerlerde din değiştirme konusunda benim gibi hikayesi olan bazı insanlar ‘Hayatımda bir boşluk vardı. Kötü bir dönemden geçiyordum. Bir anlam arayışım vardı. Bir şeye ihtiyacım vardı’ gibi gerekçeler sunar. Bunların hepsi bana göre zırvalık…Birinin bir dini seçmesi için yeterli sebepler değil. Çünkü bunların herhangi birisini farklı şeylerle tatmin edebilirsiniz. Hristiyanlığın iddia ettiği veya senden ve benden beklediği anlayış bu kadar basit de değil.
İncil'i bitirdikten sonra şunu anladım; ya İsa söylediği kişi, iddia ettiği kişi ya da dünyanın en büyük yalancılarından, sahtekarlarından bir tanesi, asla saygı duyulmamalı, adı her yerden silinmeli. Çünkü bu inanılmaz büyük bir yalan.
Eğer o okumadan bu sonuç çıktıysa neden devam ettiniz?
Kararım şuydu, ben buna daha derinden bakacağım. İncil'in dili farklıydı. Kur'an-ı Kerim’in dili Allah'ın sözlerinin direkt olarak verilmesi yani dikte etmesi üstünedir. Kutsal Kitap aslında Kutsal Kütüphane demek daha doğru olur çünkü yaklaşık 10 farklı edebi tür var. Daha çok tarih ve daha çok hikaye var. Historiografi dediğimiz tarih yazımına giriyor. Tarihi çalışan, bu bilimi iyi bilenler bilir ki hiçbir tarih tamamen objektif değildir. Benim bakmaya ve karar vermeye çalıştığım şey İsa’nın gerçekten ölüp ölmediğiydi. Bir çeşit karşılaştırmalı tarih incelemesine girdim. Şu anda İsa’nın kim olduğu konusunda herkes her şeyi tartışabilir ama iyi bir akademisyenin tartışmadığı şey bugün İsa’nın var olup olmadığıdır.
Burada bir akademik merak ve adanma seziyorum. O zaman neden bir dini diğerine tercih ediyorsunuz? Sonuçta agnostiksiniz?
Amacım gerçekten Hristiyan olmak değildi. İlk amacım aslında olabildiği kadar Hristiyanlığı çürütüp bunun benim için bir opsiyon olması ihtimalinin ortadan kalkmasıydı ki hayatıma rahat bir şekilde devam edebileyim. Bir şekilde hepsini elemem gerektiğini hissetttim. O noktaya varmadan önce gerçekten benim var olanlara bakıp da neden bunun böyle olamayacağını, kendi içerisinde tutarsızlığı görmek istedim. İkincisi kafamızdaki Tanrı tanımına göre O her şeyi bilen, her şeyi gören, sonsuzluktan var olan birisiyse onun hiçbir şekilde kimseyle iletişime geçmeden asla kendisine anlatmadan sadece yukarıda var olup öyle kaldığına inanmak benim için çok zordu.
Agnostik bile olsanız ‘asla yok’ diyemezsiniz. Ama agnostiklerde konu Tanrı ise var olmasının ihtimali her zaman biraz daha fazladır. Bazen var olmasının getirdiği sonuçlar işlerine gelmez. Var olmasının getirdiği sonuçlara katlanmaya başladığınız zaman iş ciddileşiyor ve daha fazla araştırma yapmanız gerekiyor. Araştırma yapmamak daha kolay.
Hristiyan olduğunuzu anladığınız günü anlatır mısınız?
Tarihi hatırlamıyorum ama üniversitenin üçüncü yılında bir Ekim gecesiydi. Okulda parti vardı, oradan çıktım, eve geldim. Masadaki Kuran, İncil ve diğer kitapları gördüm. Mırıldanarak İsa’ya dua ettim. ‘Cennet ve cehennem umrumda değil. Beni nereye gönderdiğin umrumda değil. Gerçekten senin kim olduğunu, gerçeğin nerede olduğunu bulmaya çalışıyorum. Bana anlatır mısın?’ dedim. O an ‘Ben artık seni izlemek istiyorum ve sana ait olmak istiyorum’ dedim. Kafamda Hristiyanlık bir kavram olarak yoktu henüz. Benim ilgilendiğim tek şey İsa’nın kendisiydi. Benim günahlarım için öldüğünü söylüyordu ve ben de bunun doğru olduğuna inanmak istediğimi söyledim. Doğru olmadığına dair kanıt bulamadım. Birkaç saat sonra parti bitti, ev arkadaşlarım geldi. Ben de onlara ‘Ben Hristiyan oldum’ dedim.
Arkadaşlarınızın tepkisi ne oldu?
Zaten o zamanlar benim devamlı bunları okuduğumu, kütüphanede zaman geçirdiğimi biliyorlardı. Kafayı yediğimi düşündüler. Hepsi solcuydu. ‘Biz bunu kaybettik’ dediler.
Aileniz nasıl karşıladı kararınızı?
İkisi de Ege’den, Kemalizmleri Müslümanlıklarına daha ağır basan bir aileydi. Annem belli gecelerde dua eder, namaz kılardı. Yani klasik İzmirli CHP’li, merkezin biraz daha sağında, belli bir tutuculuğu olan bir aile.
Birkaç hafta sonra tatil için İzmir’e döndüm. Kutsal Kitap valizimdeydi. Annem çamaşırları almak için valizimi açmış, Kutsal Kitabı bulmuş. ‘Bu ne?’ diye sordu. Ben de ‘Hristiyan oldum’ dedim. ‘Artık oğlum Hristiyan mı? Bu nasıl olur?’ falan diye feryada başladı. Şu cümleyi asla unutmuyorum. ‘Benim oğlum keşke ateist olsaydı da Hristiyan olmasaydı’. Ailem beynimin yıkandığını düşündü.
Babam daha sert tepki verdi. ‘Bu konuyu kimseye açmayacaksın, konuşmayacaksın’ dedi. ‘Hristiyan olarak anılmak istiyorsan kapı burada’ diye tehdit etti. Onun Türklüğüne dokunan bir şeydi bu. Sanki düşman tarafına geçmişim gibi. Utanç duydular. ‘Onlara gay olduğumu anladım’ deseydim bu kadar tepki vermezlerdi bence.
Kiliseye gitmemem için beni eve kilitlediler, anahtarları sakladılar. Ben de balkondan atladım falan. Koydukları yasakları delmek için elimden geleni yapınca ve bunun bir geçici bir heves olmadığını anladıklarında ‘Buna bir daha bakalım’ diye düşünmeye başladılar.
Hristiyan inancına geçmek başka şey, Hristiyan din adamı olmak başka bir şey. O noktaya nasıl vardınız?
Türkiye’deki Hristiyan cemaati bana pek sıcak yaklaşmadı. Türkiye’deki Roma Katolikleri ve Ortodokslar oldukça kapalı kutular. Benim gibi insanlar o kiliselere gittiklerinde pek fazla kabul görmüyorlar. Etrafıma baktığımda Türkiye’de Müslüman olarak doğup, büyüyen, hikayesi benimkine benzeyenler arasında iyi bir teoloji eğitimi alıp yurtdışında formasyonunu tamamlamış kişi sayısı sadece ikiydi. Bu bana biraz garip geldi ve daha fazla araştırma, derine inme isteğiyle yurtdışında teoloji okumaya karar verdim. Bunun için İngilizce öğrendim, okuduğum bölüm iktisadı bitirdim. Teoloji yüksek lisansı için Teksas’taki Dallas Theological Seminary’e girdim.
Orasını bitirince din adamı olarak Türkiye’ye dönmeyi mi planlıyordunuz?
Evet. Türkiye’de aklı başında bir Hristiyanlık anlatmak istiyordum. Fakat o dönem ben biraz daha reformasyon teolojisine yakındım ve okulum benim pek de hoşuma gitmeyen bir yerden bakıyordu Kutsal Kitaba. Sonra Princeton Üniversitesi’nden ayrılan Westminster Theological Seminary’den teklif aldım. Orada Master of Arts in Theology diye bir bölüm vardı, onu yaptım. Onun üzerine iki yıl daha okuyarak Master of Divinity derecesini bitirdim. Burada muhafazakarlığım sarsıldı.
Hristiyanlığın muhafazakar kanadından mı söz ediyorsunuz?
Evet, kadınların dindeki yeri konusu, evrim teorisini reddeden kafadan uzaklaşmaya başladım. Kadınların da rahip olması gerektiğini söylediğim için Presbiteryen Kilisesi benimle devam etmek istemedi. O dönem Anglikan Kilisesi’ne bakmaya başladım. Ne tamamen reform, ne tamamen Protestan, ne de tamamen Katolik…Ortada bir yerde. Bana bu daha sağlıklı geldi.
Sonra İngiltere Kilisesi’nde rahip olmak için hazırlıklara mı başladınız?
Önce 2 yıllığına bir kiliseye katılmanız gerekiyor. Discernment denilen yani rahip olma çağrısını alıp da sınanma ve eğitim süreci çok uzun sürüyor. Yaklaşık 7 yıl. Ben Şişhane’deki Kırım Kilisesi’ne katıldım. Bu kilise Avrupa Episkoposluğu’na bağlı. İngiltere Kilisesi dünyada her yerde var. Ama İngiltere Kilisesi'ni Roma Katolikleri'nden ayıran şey bizde Papalık gibi bir makamın olmaması. Dolayısıyla Avustralya'daki Anglikanlarla İngiltere'deki Anglikanlar birbirlerinden bağımsızlar.
Anglikan rahip olmak için nasıl bir süreçten geçiyorsunuz?
Çok zor sınav, mülakat ve değerlendirme süreci başlıyor. O zaman 34-35 yaşlarındaydım. Asıl amaç sizi bundan vazgeçirmek. Yani görmek istedikleri şey gerçekten bunu neden yapmak istiyorsun. İş bulamadığınız için mi, parasızlık mı, güç mü? Gerçekten neden rahip olmak ister ki bir insan? Yani aklını mı kaçırdın? Elbette bu terimleri kullanmıyorlar ama kimin gerçekten sahte kimin buna gönül verdiğini anlamak için zorluyorlar. Eğitim de çok önemli mesela benim yaptığım iki yüksek lisans derecemi Presbiteryen olduğu için saymadılar. Her şeye yeniden sıfırdan başladım.
Yeniden eğitim mi aldınız?
Evet. Cambridge Üniversitesi'nde Westcott House teoloji bölümünde master yaptım. İki yıl boyunca hakkınızda raporlar yazılıyor. O raporlar toplandıktan sonra Episkoposa ‘Bu kişi eğitimini tamamladı, artık atanmaya hazır’ değerlendirmesi gidiyor.
Bugün Lincoln kentinde Holy Cross ve St Helen’s kiliselerinde rahip olarak çalışıyorsunuz. Tam olarak görevleriniz nedir?
Sabah ve akşam duaları, vaazlar, ayinler, düğün, cenaze, vaftiz gibi işlerinizin yanı sıra İngiltere Kilisesi’ne ait okullarda da görevleriniz oluyor. Cemaatle yakın temas, bağışlar önemli…Cemaatin demografisi rahibin kendi yaşı ve dünya görüşüne göre de değişiyor. Ben 3-4 aydır buradayım cemaatim oldukça yaşlı ve hemen hepsi emekli. Ama akşam duası ve pizza gecelerinde burası tamamen gençlerle doluyor. Dolayısıyla gençler dine daha az bağlı ya da geleneksel şeyleri sevmiyor demek doğru değil.
Bu ilginç çünkü İngiltere'deki araştırmalar dini inançlarının çok azaldığı hatta nüfusun çoğunluğunun seküler olduğu söylüyor. Bir din adamı olarak bu sizin cesaretinizi kırıyor mu?
Özellikle Türkiye'den gelmiş birisi olarak, yani Hristiyanlığın ne kadar azınlıkta kaldığını görüp de o azınlığın kimliğinize verdiği önemi gören birisi olarak buradaki lakaytlık cesaretimi kırabiliyor. Dini ritüellerin sadece bir gelenek olarak yapılması mesela. Örneğin babaannesi istediği için bebeğini vaftiz ettirenler. Neden Hristiyansın diye sorduğumda çok fazla kişideki cehaleti görüyorum. Ama bu cehalet oldukça masum ve benim de görevim insanların savunabilecek kadar anlayamadıkları inançlarının temellerini ve nedenlerini onlara anlatmak.