23 Aralık 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
26.03.2021 06:00

“Elit sinema değil, herkes için iyi sinema”

MUBI’yi 2007’de kuran Efe Çakarel, efsanevi yönetmen Martin Scorsese’nin desteğinin ardından tanınan platform için “Ekip güzel büyüyor. 200 personele ulaştık, altı ayda 60 kişiyi işe aldık” diyor

Çevrimiçi gösterimlerin yaygınlaştığı şu günlerde MUBI’nin adı giderek daha çok duyuluyor. Üyelerine 14 yıldır her gün yeni bir film sunan platform uluslararası sinema dünyasının en saygın adreslerinden biri. Her şey yavaş ve emin adımlarla ilerlerken MUBI son yıllarda büyüme ivmesini gözle görülür şekilde artırdı, pandemiyle birlikte de hızına hız kattı. Kurucusunun bir Türk, Efe Çakarel olduğunu hala bilmeyenler olması şaşırtıcı değil. İzmir Amerikan, MIT (Massachusetts Institute of Technology), Stanford gibi okullarda alınan bilgisayar mühendisliği, elektrik ve finans eğitimi, Goldman Sachs’de yatırım bankacılığı derken eş durumundan sık sık gidilen Japonya’da sinema aşığı Çakarel’in aklına düşüyor platform ve kısa süre sonra bir 14 Şubat günü imzalar atılıyor, MUBI kuruluyor. Efe Çakarel, şu anda tüm ülkeler içinde en hızlı büyümekte olan MUBI Türkiye’yi ve platformun bir kısmını ilk kez burada okuyacağınız tüm serüvenini anlattı.

Efe Çakarel: “Sanata önem veren bir anne babanın oğlu olduğum için çok şanslıyım. 1990’da Orta 3’teydim, annem elimden tutup Alsancak’ta Oscar ödüllü Cinema Paradiso’ya götürdü. Aşkım orada başladı”
Efe Çakarel: “Sanata önem veren bir anne babanın oğlu olduğum için çok şanslıyım. 1990’da Orta 3’teydim, annem elimden tutup Alsancak’ta Oscar ödüllü Cinema Paradiso’ya götürdü. Aşkım orada başladı”

MUBİ nasıl doğdu?

Sene 2006, Noel zamanı Tokyo’da bir kafedeyim, In The Mood for Love izlemek istedim. Youtube 1,5 yıldır vardı, oradan dizi izlemeye başlamıştık. Çok belliydi bu seyretmenin DVD’den, Bluray’den ve kablodan internete geçeceği. Japonya internet hızının dünyada en yüksek olduğu çok zengin bir yer. Herkesin elinde en son cihazlar var ve ben istediğim filmi seyredebileceğim tek bir mecra bulamadım. Dünyanın en büyük üçüncü sinema pazarından, 7 milyar dolarlık bir video pazarından bahsediyoruz. İnanılmaz heyecanlandım, San Francisco’ya dönerken uçakta yazmaya başladım iş planını.

MUBİ ismi nasıl oluştu?

Bütün dillerde, bütün kültürlerde en kolay şekilde telaffuz edilebilecek bir kelime nasıl oluşturulur? Linguistik araştırmaları okuduğunuzda bu kelimenin dört harfli ve sessiz, sesli, sessiz, sesli harf sırasına uygun olduğunu görüyorsunuz. Her sessiz de kullanılamıyor, mesela X, bazı dillerde yok, telaffuzu zor. Duyduğunuz gibi yazabilmeniz lazım ki, bu internet ortamında çok önemli. Kombinasyonlara bakınca 4-5 bin seçenek var. Yaratıcı alanda çalışan dostlarımla paylaştım bu sonucu ve öneriler istedim. Tuko, Cubi, Pupi… öneriler geliyor, hiçbirini sevmiyorum. Bir gün yine Japonya’dayım, oranın en büyük yaratıcı ajanslarından biri olan Dentsu’nun creative director’ı arkadaşım aradı. “Gel!” dedi. Dentsu’nun gökdelenine gittim. İçeri girdim, devasa bir lobi. Duvara 25 metre filan boyunda MUBI projekte etmişler. Dedim herhalde bu. Nitekim o çıktı. Hemen çok sevdim.

Netflix'i tamamlıyoruz

Türkiye’de Türkçe yayınlanacağı için özel bir hikaye size: İki sene önce Cannes Film Festivali’nde altı-yedi kişi yemek yiyoruz. Ted Sarandos, Netflix eş-CEO’su yanımda oturuyor. Ne dedi biliyor musunuz? “Ne seyrettikleri önemli değil, yeter ki seyretsinler” dedi. Ve bu konuda çok iyiler, şapka çıkartmak lazım, dünyanın en değerli entertainment şirketi şu anda. Ben hiçbir zaman Netflix kadar büyümeyeceğim ama benim ne seyrettirdiğim önemli. 2015’te ilk geldiğimiz zaman çok erkendi. Türkiye’de para verip internetten film izleme felsefesi yoktu, bunu Netflix değiştirdi. Para veriyorum ve görüntüsüyle, sesiyle kaliteli bir şey alıyorum dedi izleyici. Paul Thomas Anderson filmini vermek istediğinde ben de profesyonel yaklaşayım dedim ve verebileceğim en yüksek parayı verdim film için. Menajer şirketi CAA, çok doğal olarak Netflix’i arıyor. Netflix, bizim 50 katımızı teklif ediyor. Yüzde 30, yüzde 50 daha fazla değil 50 katı. PTA hayır diyor buna. Netflix’in 2 bin mühendisi var benim 12 mühendisim var ve aynı kaliteyi tutturmaya çalışıyoruz. Seyircimiz de aynı kaliteyi bekliyor bizden. Benim esas alanım teknik ve hala zamanımın en önemli kısmını mühendislik tarafıyla geçiriyorum. Mesela şu anda LG ve Samsung uygulamalarımız tam istediğimiz yerde değil ama yakında olacak. Uzun vadede çok güzel bir deneyim vermek istiyorsanız bütün altyapıyı kendiniz kurmalısınız. MUBI esasında Netflix’le rekabet etmiyor, onu tamamlıyor. Netflix’i bırakıp MUBI almayacaksınız elbette ama sinemaya aşıksanız, orada bize de ihtiyaç var işte. Çizgi filme meraklıysanız da, başka bir platforma bakacaksınız mesela. Bugün dünyada yaklaşık 480 milyon platform abonesi var. Beş yıl içinde 1.2 milyara çıkması bekleniyor bu rakamın. Bizim gibi niş platformlar gelecek beş yıl içinde en hızlı büyümeyi gerçekleştirecek. 200 milyon abonesi olan Netflix her türlü eve girdi zaten. Bugün internette bir şey izleyeceğim diyen herkesin yolu Netflix’le başlıyor. Jakarta’da da öyle, New York’ta da öyle.

mubi.com’un film gibi hikayesi

İsim tamam, şimdi mubi.com lazım. Hemen baktık, Pakistan’da Karaçi yakınlarında Musarraf Bey, adının ve soyadının baş harflerini dükkanının adı yapmış, mubi.com’u da 1994’te almış. Kasabanın televizyon, bilgisayar tamircisi. Telefon açtım “Ben senin Müslüman kardeşinim, mubi.com’a ihtiyacım var” diye. İngilizcesi iyi değil, anlaşamıyoruz, “Ben dükkanımı satamam” diyor, “Ailem, gelirim, komşularım” diyor. Anlatamadım derdimi. Sonunda adamın bütün şirketini 14 bin dolara satın aldım. Aldığım gün, aynı dakika, bütün dükkanı adama geri verdim. Adam şaşırdı, 14 bin dolar geldi ve dükkan hala onun. MUBİ ilerde halka arz edilirse New York borsasında gongu ona çaldırma fikri var kafamda.

Özel yapım şart

Parasite 12-14 milyon dolarlık film, sinemalarda 300 milyon dolar yaptı. Biz de Parasite’ı yapmak zorundayız. Çünkü Amazon geldi, asla veremeyeceğim bir parayı verdi, filmi aldı. Böyle filmleri izleyicimize ulaştırmak için üretmemiz lazım, bizim dünyamızda ‘exclusive’ ve önceden göstermek büyük değer yaratıyor. Türkiye’de de yapımcılığa giriyoruz. İlk sinemamız şu anda inşa ediliyor. Mexico City’de. Dünyada her metropolde bir MUBI sineması olacak bundan 10-15 sene sonra. Başta pozisyonlama olarak hata yapmış olabilirim. Ama tepeden bakan elit bir yaklaşımımız yok, herkes için güzel sinema istiyoruz. Çok beğendiğimiz yönetmenler dizi formatında yaratıcılıklarını ortaya koydukça bu türe de yer vereceğiz. Recep İvedik’in ilk filmi çok enteresandı, doğru bir programla ben o filmi de gösteririm. Tek bir şey yapmak istiyorum hayatta ve o şeyi dünyada herkesten daha iyi yapmak istiyorum.

Gelişme dönemi

Dünyadaki önemli satış ajanslarından biri olan Celluloid Dreams, filmlerini hasılat payı karşılığında bize verdi. Böyle başladı her şey. İki senemi aldı ki, ne kadar zor bir iki sene anlatamam, gerçi 10 yıl çok zordu. Ondan sonra her yıl katlana katlana büyüdük. Genel olarak herkes en çok izletme peşindeyken bizim sinemaya verdiğimiz önem yavaş yavaş farkedilmeye başlamıştı. Martin Scorsese ve kurduğu World Cinema Foundation, restore ettikleri Susuz Yaz da dahil, bazı filmlerini verdi bize.Cannes film festivalinde Scorsese’yle bir basın toplantısı, The New York Times’da haber derken hem duyulmaya, hem büyümeye başladık. Yönetmen Paul Thomas Anderson’ı arkadaşı, Radiohead grubundan Johnny Greenwood Hindistan’a çağırıyor, “Sokaklarda inanılmaz bir yetenek keşfettik, çocuk doğduğundan beri düğünlerde çalıyor, nota bile bilmiyor, bir flüt çalıyor bunu gelip çekmen lazım” diye, PTA da gidip çekiyor. New York film festivalinde gösterilecek 54 dakikalık bir film (Junun). Bizi aradı, “Para önemli değil, ben buna değer verecek insanların olduğu bir ortamda göstermek istiyorum” dedi.