Türkiye’nin ilk Hücre İskeleti Araştırma Laboratuvarı’nı Koç Üniversitesi’nde kuran, Avrupa Moleküler Biyoloji Örgütü tarafından düzenlenen (EMBO) Genç Araştırmacılar Programı’na katılmaya hak kazanan ilk Türk bilim insanı olan Dr. Elif Nur Fırat Karalar, bu yıl 25 Mayıs’ta verilen Sabri Ülker Bilim Ödülü’nün sahibi oldu. Prof. Gökhan Hotamışlıgil’in başkanı olduğu jüri, ödüle Dr. Elif Nur Fırat Karalar’ı layık gördü. Karalar, yaptığı çalışmalarla böbrek bozuklukları, körlük, diyabet ve obezite gibi hastalıkların tanı ve tedavisine yön vermeyi hedefliyor. Aynı zamanda 2020 Nobel Kimya Ödülü alan Prof. Jennifer Doudna’nın da öğrencisi olan Elif Nur Fırat Karalar’la çalışmalarını, karşılaştığı zorlukları ve Covid-19 sürecini konuştuk. Bu başarının arkasında nasıl bir altyapı, eğitim ve azim var? Annem ev hanımı, babam inşaat mühendisi. Benden iki yaş küçük ikiz kız kardeşim var. Ailem Kayserili, fakat doktora çalışmalarım için Amerika’ya gidene kadar olan hayatımı Ankara’da geçirdim. Annem Kayseri’de büyümüş ve lise mezuniyeti sonrasında çok istese de üniversiteye gidememiş. Kız kardeşlerimden biri doktor, biri Amerika’da bir biyoteknoloji şirketinde proje yöneticisi, ben de bilim insanıyım. Hem ben hem de kardeşlerim annemin ve babamın en büyük gurur kaynağıyız. Moleküler biyoloji ve genetik alanında çalışmaya nasıl karar verdiniz? Biyolojiye ilgim hep vardı, Ankara Fen Lisesi’ne başlayana kadar da doktor olmanın hayalini kurdum. Lisede TÜBİTAK biyoloji olimpiyatlarına katıldım, hücre biyolojisi alanında üniversite seviyesinde kitaplar okumaya başladım. Hücrelerin yapı ve görevlerinin karmaşıklığını öğrendikçe de bu karmaşıklığın nasıl aksamadan ilerlediğini ve aksadığında ortaya çıkan hastalıkların moleküler temellerini merak etmeye başladım. Bu merak da üniversitede moleküler biyoloji ve genetik bölümünü seçmeme sebep oldu. Lisans eğitimimde laboratuvar araştırmalarına başladım ve o günden beri de her sabah laboratuvara hevesle gidiyorum. Yoğun ve özverili çalışmalarım sonucunda elde ettiğim bilim dünyasına önemli katkı sağlayan sonuçların hazzı tarif edilemez.
Amerika’ya gitmeseydim olmazdı
Yurt dışı eğitimi size ne kattı? Türkiye’nin çok iyi okullarında eğitim aldıktan sonra doktora ve doktora sonrası çalışmalarımı Amerika’da Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley ve Stanford Üniversitesi’nde tamamladım. Moleküler biyoloji ve genetik 2004 yılında Türkiye’de yeni gelişmeye başlayan bir bölümdü ve bu alanda araştırma yapan az sayıda laboratuvar vardı. Amerika’ya gitmeseydim hücre iskeleti alanında araştırma yapma ve devamında bu alanda uzmanlaşma fırsatım olmayacaktı. Amerika’da etkili araştırma yapabilmek için gerekli insan, altyapı, donanım ve vizyonu birinci elden deneyimleme fırsatım oldu. Son olarak da, Kaliforniya’da bulunduğum sürede farklı din, dil, irk, kültürlerden vb. araştırmacılarla bilimsel heyecan ortak paydasında buluşup uyum içinde çalıştım ve bilimde çeşitliliğin gerekliliğini deneyimledim. Türkiye’deki çalışmalarınızı hangi alanlarda yoğunlaştırıyorsunuz? Laboratuvarımda yürüttüğüm temel bilim projelerinin hedefi hücrelerin yaşamı için kritik iki işlevin moleküler temellerini aydınlatmak. Bu işlevlerden ilki, hücrelerin çevrelerinden gelen sinyalleri algılamaları, iletmeleri ve bu sinyallere cevap vermeleridir ki bu hücresel iletişim olarak bilinir. İkincisi ise bir hücreden iki hücre oluşması olarak tanımlanan hücre bölünmesidir. Bu hedefler doğrultusunda bu işlevlerde kritik rol oynayan sentrozom/silyum kompleksinin nasıl oluştuğuna ve görevlerinin nasıl düzenlendiğine cevap arıyoruz. Çalışmalarınız hangi hastalıklar için önemli? Projelerimizin uzun vadeli hedefi böbrek bozuklukları, zekâ geriliği, körlük, obezite ve diyabet gibi gelişimsel ve metabolik bozuklukların hücresel ve moleküler temellerini belirlemek; bu hastalıkların tanı ve tedavisi çalışmalarına yön vermek. Çalışmalarımızda çok heyecan verici sonuçlar elde ettik ve bu sonuçlardan yola çıkarak yakın zamanda genetik hastalıkların tedavisini hedefleyen projeler üzerinde çalışmaya başladık. Neyi hedefliyor projeniz? Avrupa’dan 4 farklı ülkenin dahil olduğu bir konsorsiyum projesi hazırladık. Bu proje fonlanırsa nörolojik bozukluklara ve körlüğe sebep olan genetik hastalıkların tedavisi için yeni bir ilaç geliştireceğiz. “Çare bulunabilir” diyorsunuz 2020 Nobel Kimya ödülü verilen CRISPR gen değiştirme teknolojileri genetik hastalıkların tedavisinde en umut verici gelişmelerden birisi oldu. Bu ödülün iki sahibinden birisi olan Prof. Jennifer Doudna’nın Berkeley’de verdiği dersinde asistanlığını yapmıştım. Jennifer’ın temel bilim odaklı yürüttüğü projelerin neticesinde bilim ve teknoloji alanlarında çığır açan CRISPR yöntemini geliştirmesi bilimsel yaklaşımım ve araştırma vizyonumun ilham kaynaklarından birisi oldu. Türkiye’de bu çalışmaları yaparken karşılaştığınız zorluklar oluyor mu? 10 yıl kaldım ABD’de ve Türkiye’ye dönmeye karar verdiğimde beni neyin beklediğini çok da bilmiyordum. Birçok zorlukla da karşılaştım fakat hedeflerim ve hayallerime ulaşmak için çalışmaya devam ettim. Sıkıntılar çok ve bunların çözülmesi için pek çok kurum ve kuruluştan insanların desteği gerekiyor. Sıkıntılara karşı kararlı, sistemli, yapıcı ve çözüm odaklı yaklaşınca yetkililer de destek olmak için ellerinden geleni yapmak istiyorlar. Araştırmalarımızı yurdumuzda sürdürebilmek için yurtdışında yasayan meslektaşlarımdan daha da fazla çalışmam gerekti. Yaşam bilimleri araştırmalarının uluslararası seviyede yapılabilmesi için hem sürekli gelişen yüksek teknolojiyle uyumlu bir altyapı ve hem de yüksek miktarlarda sarf harcamaları yapmak gerekiyor. Özellikle yüksek miktardaki sarf malzemesi harcaması nedeniyle yaşam bilimleri projeleri yürütmesi en maliyetli projeler olarak bilinmekte. Tam olarak bu nedenlerle çalışmalarımda her ne kadar ulusal kaynaklar ve Koç Üniversitesi desteğini alıyor olsam da bunlar maalesef yeterli değil. Örneğin, araştırmalarımız için gerekli süper çözünürlüklü mikroskobu yeterli fonları bulup alabildiğimiz zaman altyapımızdaki sistemlerin yetersiz kaldığı araştırma sorularına cevap vermemiz mümkün olacak. Türkiye pek çok kaynağa sahip bir ülke, bu kaynakların makul kullanımı için temel bilimlere ve deneysel alanlara yatırım gerekiyor. Örneğin, Avrupa Araştırma Konseyi tarafından 5 yılda 1.5 milyon avro ile desteklenen projemin hedefi sentriyolar satelit olarak adlandırılan yeni bir hücre yapısının anlaşılmasını hedefliyor ve bu projenin kısa vadede somut bir çıktısı olmayacak. Bu miktarda bir fon desteğini temel bilim odaklı projeler için ulusal kaynaklardan bulmak maalesef mümkün değil. Bu sorunların aşılması için yüksek risk taşıyan fakat başarılı olduğunda alanında çığır açabilecek projelere ayrılan ulusal kaynakların artması gerekiyor. Pandemi dönemindeki bilimsel tartışmalar size ne düşündürüyor? Örneğin aşı patenti hakkında ne düşünüyorsunuz? Pandemi bize bilimin toplumsal yaşamın odağında yer almadığı bir dünyanın sürdürülemeyeceğini tartışmasız bir şekilde gösterdi. Aşı patentleri konusu teknik, ticari ve siyasi yönleri barındıran kompleks bir konu. Bununla birlikte aşı üretimindeki tek engel maalesef patent değil. Çok sayıda ülke, patent hakları kaldırılsa bile aşı üretim ve saklama kapasitesine sahip değil. Maalesef aşıya erişim konusunda dünyada tehlikeli bir adaletsizlik var. Amerika’da 12 yaş ve üstündeki çocuklar aşı olabilirken yoksul, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde nüfusun çok az bir kısmı aşı olabildi ve çok sayıda insan koronavirüs sebebiyle ölebiliyor. Çaresi olan bir durum karşısında yaşadığımız çaresizlik çok kahredici. Aşının dağıtımındaki küresel eşitsizlik ortadan kalkmadıkça koronavirüs salgını bitmeyecek. Bu dünyada nasıl bir iz bırakmayı istersiniz? Eğer çalışmalarınızı istediğiniz noktaya getirirseniz hangi hastalıklar tarih olacak? Benim hayalim gün geçtikçe yaygınlaşan hastalıkların erken teşhisinin ve tedavisinin mümkün olması. Genetik profilleme sonrası bireye özgü tedavi yaklaşımlarının uygulanır hale gelmesi özellikle kanser tedavisinde çok önemli rol oynayacak. İlaveten, genetik hastalıkların moleküler mekanizmalarının ve kalıtım şekillerinin anlaşılması ve genom değiştirme alanındaki teknolojik gelişmeler bu hastalıkların tedavisini mümkün kılacak. Örneğin, eksik olan genin yerine konması olarak tanımlayabileceğimiz gen tedavisi genetik hastalıklar için umut vadeden tedavi yöntemlerinden birisi. Yürüttüğümüz projelerle körlük, diyabet, obezite, böbrek kistleri, kısırlık, solunum yolu hastalıkları gibi çok farklı semptomlara sebep olan silyopatı olarak bilinen genetik hastalıkların moleküler temellerini belirleyeceğiz. Bu bilgiden yola çıkarak tanı ve tedavi yöntemleri geliştireceğiz. Dolayısıyla tanı ve tedavisi nadir olmayan hastalıkların tanı ve tedavisini de mümkün kılacak.