13 Kasım 2024, Çarşamba Gazete Oksijen
11.05.2024 14:15

İpek Kıraç: Babamın tutumunu ne duygusal ne de mantıken anlamam ve kabullenmem mümkün değil

İpek Kıraç, annesi Suna Kıraç’ın vasiyetiyle Koç Holding’in yaklaşık yüzde 12 hissesine miras yoluyla sahip olmuştu. Babası İnan Kıraç vasiyetnamenin iptali için yargı yoluna gitti, kızı hakkında da “evlatlıktan ret” davası açtı…

Annesinin adıyla yürüttüğü Suna’nın Kızları projesini anlatan İpek Kıraç, ilk kez babası İnan Kıraç ile ilgili soruları da cevapladı


1984 doğumlu İpek Kıraç Koç Holding Yönetim Kurulu Üyesi, Sirena Yatçılık Yönetim Kurulu Başkanı ve toplumsal fayda yaratma amacıyla kurduğu Suna’nın Kızları’nın kurucusu.

İpek Kıraç ile hayatta, öncelikle eğitimde fırsat eşitliği sağlamak için harekete geçen Suna’nın Kızları projesi kapsamında Urfa ve Adıyaman’a gittik. Okulları, konteyner kentleri gezdik. Genç kızlarla sohbet ettik, sahada çalışan uzmanları dinledik. Kıraç’ın erken yaşlarda evlenmek istemeyen, eğitimle hayatını değiştirmek, daha iyi bir yaşama kavuşmak isteyen kızlarla kucaklaştığına şahitlik ettim. Gözlerimizin dolduğu, gözyaşlarımızı zor tuttuğumuz anlar yaşadık.

Koç Holding ve holdingin çoğunluk hissesine sahip olan Family Danışmanlık Yönetim Kurulu Üyesi olan İpek Kıraç Sirena Yatçılık ve Koç Lisesi’nin de Yönetim Kurulu Başkanı.

 

Kızlara telefon numarasını vermekten çekinmeyen, dertlerini sonuna kadar dinleyen, hepsine sıkı sıkı sarılan, uzmanlara danışarak yol alan bir sivil toplum lideri gördüm karşımda. Onunla birlikte sahada olan onlarca uzmanla Suna’nın Kızları’nın etkisini güçlü adımlarla büyütüyor.

Hatırlatalım, İpek Kıraç’ın kurucusu olduğu Suna’nın Kızları ismini İpek Kıraç’ın annesi merhum Suna Kıraç’tan alıyor. Suna Kıraç, Vehbi Koç ve Sadberk Koç’un en küçük kızlarıydı. Koç Holding’in sanayileşmesinde ve kurumsallaşmasında büyük rol üstlendi. İş hayatındaki başarısı kadar eğitim alanında da öncü işler yapmıştı. Gördüm ki kızı İpek Kıraç da bu yolda çok daha etkili işler yapmak için odaklanmış. Ve aslında onu farklı kılan da kendisini bu yolculuğa taşıyan özel hikayesi. 

Kader’di adı

İpek Kıraç aslında Elazığlı bir ailenin kızı, o da bunu sonradan öğrendi. Sosyal Hizmetler Kurumu’nun ona verdiği isim “Kader” idi, onun kaderini ise küçücük bir bebekken evlat edinilmek değiştirdi. Vehbi Koç’un kızı Suna Kıraç ve eşi İnan Kıraç tarafından evlat edinildi, adı İpek oldu. Annesi o henüz ergenlik yaşlarındayken 2000 yılında ALS hastalığına yakalandı.

İpek Kıraç Koç Lisesi’ni bitirdi, Brown Üniversitesi’nde biyoloji okudu. Annesini kaybedene kadar babasıyla kenetlenmişti. 2020 yılında Suna Kıraç hayata veda etti. Vasiyetiyle, Koç Holding’deki hisselerini kızı İpek Kıraç’a bıraktı. Koç Holding Yönetim Kurulu Üyesi olan İpek Kıraç, aynı zamanda Sirena Yatçılık Yönetim Kurulu Başkanı ve Koç Lisesi Yönetim Kurulu Başkanı. İpek Kıraç’ın babası İnan Kıraç bu vasiyete karşı çıktı ve kızını evlatlıktan reddetmek için dava açtı. 

İpek Kıraç ile babası İnan Kıraç’ın arasının açılmasına neden olan vasiyetname uyarınca Suna Kıraç, Koç Holding’in yaklaşık yüzde 12’sine denk gelen hisseyi kızı İpek Kıraç’a bıraktı. Hisselerin bugünkü değeri 2 milyar doların üzerinde.

Urfa - Adıyaman seyahatinde İpek Kıraç ilk kez kendi hikayesini ve duygularını anlattı.

Merak edilen birisiniz. Koç Ailesi’nin bir parçasısınız. Suna ve İnan Kıraç’ın kızları İpek’in hayatı nereden nereye geldi? 

Şaka bir yana, hayatım ne bazılarının düşündüğü gibi çok pırıltılı ne de dert ve sıkıntılarla dolu. 

Hayatımın nereden nereye geldiği sorusunun yanıtını bir kitaba ya da bir dizi senaryosuna saklıyorum.

Eminim çok ilgi çeker. Belki bir gün yazarsınız…

Olabilir. Hayatım ne bazılarının düşündüğü gibi çok pırıltılı ne de dert ve sıkıntılarla dolu. Her insanın olduğu gibi mutluluklarım, üzüntülerim, inişlerim, çıkışlarım oluyor. Herkes gibi ben de hayatın bana verdiği güzellikleri paylaşarak büyütmeye, sorunları mümkün olduğunca çözmeye, çözemediklerimi ise kendimi çok üzmeden geride bırakmaya çalışan birisiyim. Ben hayatı Holter cihazına benzetirim; çizgiler aşağı yukarı, inişli çıkışlı ise kalp atıyordur, hayat vardır, yaşam vardır. Yaşam var oldukça da umut vardır.

İpek Kıraç’ın öncülüğünde yürütülen Suna’nın Kızları projesinde şimdiye dek 10 bin civarında çocuk ve yetişkine ulaşıldı.

 

İlk isminiz Kader. Bir süredir sizin kız çocuklarının kaderlerini değiştirmeye odaklandığınızı gözlemliyorum. İpek Kıraç içinde neler yaşıyor?

Biyolojik annem beni terk ettiğinde verildiğim kurum bana Kader ismini koymuş. Sonra annem Suna Kıraç ve babam İnan Kıraç tarafından evlat ediniliyorum ve ismim İpek oluyor. Gerçekten kader. Anadolu’da “İsmiyle yaşasın” derler ya benimki tam öyle. Kişi ismiyle yaşarmış, ben de yıllar sonra kendimi diğer kız çocuklarının kaderlerini değiştirme çabası içinde buldum.  

Duygusal eşiklerinizin sınırlarının zorlandığını düşünüyorum hayatınızda. Terk edilmiş bir çocuk olduğunuzu öğrenmek… Türkiye’nin en varlıklı ailelerinden biri tarafından evlat ediniliyorsunuz. Alışık olunan bir durum değil. Çok şanslı buluyor musunuz kendinizi?

Annem bir kez bana “Sen hem çok şanslı hem de şanssız bir çocuksun” demişti. Sanırım en güzel tarif bu olur. Aile bekleyen binlerce çocuk içerisinden Suna Kıraç tarafından evlat edinilmek, onun tarafından yetiştirilmek dünyanın en büyük şansı bana göre. Ama sonrasında anneme en ihtiyacım olan yaşlarda onun hastalanması, hayatımın bir günde altüst olması, tam ergenlik yaşlarımda annemi her an kaybetme korkusuyla yaşamak, o çaresizlik hissi. Tabii ki çok çok zordu. 

ALS hastalığını Türkiye’de pek çok kişi annenizle duydu. Kişinin kendisine de çevresine de çok zor bir hastalık. Nasıldı o dönem sizin için?

Babam için de benim için de ayrı ayrı zordu. ALS öyle bir hastalık ki, yaşarken sevdiklerinizin yavaş yavaş elinizden kaymaya başladığını hissediyorsunuz. Zamanla konuşamıyor, hareket edemiyor, yutkunamıyor… Varsın ama yoksun. Hiç umudumuzu kaybetmeden yıllarca annemin iyileşmesini bekledik, çabaladık. Duygusal boyutu çok yıpratıcı tahmin edersiniz ki. Benim tam ergenlik yaşlarımdı, anneme ve babama en ihtiyacım olan dönemde başımıza bu geldi. O yaşlarımda anneme sadece “annelik” kimliğiyle bakıyordum doğal olarak. Ondan beklentilerim, sevinçlerim ya da üzüntülerim hep “annelik” kimliğiyle sınırlıydı. Oysa şimdi genç bir kadın olarak anneme başka bir gözle de bakmaya başladım. Artık onu bir birey olarak, pek çok şapkayı aynı anda taşımaya çalışan bir kadın olarak değerlendirebiliyor ve kendimi ona her zamankinden daha yakın hissediyorum. Onun gibi güçlü bir kadının, o kadar disiplinli ve kararlı bir kadının böylesine çaresiz bir hastalığı kabullenmesi, elinden hiçbir şey gelmemesi ne kadar zor olmuştur kim bilir. Kendi hayat yolculuğunun, hayallerinin yarım kalmış olacağını bilmek annem gibi hayattaki idealleri çok fazla olan biri için her türlü hastalıktan daha acı verici olmalı…    

Yıllar sonra bu kez duygusal bağınızın çok kuvvetli olduğu babanız tarafından açılan evlatlıktan ret davası sizi nasıl etkiledi?

Babamla çok yakın olduğum bir çocukluk geçirdim. Annem hem çok çalışırdı hem de babama göre daha sert mizaçlı bir insandı. Babamla ilgili bütün anılarım çok sıcak ve güzel. Gün gelip böyle bir duruma düşeceğimizi söyleseler asla inanmazdım. Bu durumun beni nasıl etkilediğine yanıt vermem zor. Babamın tutumunu ne duygusal açıdan ne de mantıken anlamam ve kabullenmem inanın mümkün değil. 

İpek Kıraç, 1990’lı yıllarda annesi  Suna Kıraç ile birlikte.

 

Babanız neden böyle beklenmedik bir tavır takındı?

Bilemiyorum. Kendisine sormanız lazım. Ben hala eski, bildiğim babamı hatırlamak ve yaşamak istiyorum. Tek bildiğim başta ben olmak üzere babamı gerçekten seven bütün ailesi ve dostlarının konuyla ilgili çok üzgün olduğu. 

Babanıza ne söylemek istersiniz?

Babamla bu yıllarımızı, annemin kaybından sonraki dönemimizi çok daha farklı geçirmeyi hayal ederdim. Keşke babamla birlikte enerjimizi, zamanımızı, kaynaklarımızı annemin ismini ve hayallerini yaşatmaya harcıyor olsaydık. Keşke şu an annemin ismiyle yürüttüğüm projelerimizi babamla ziyaret edebilseydik, o kız çocuklarını tanıyabilseydi. Keşke birlikte yemeklere, tatillere çıkabilseydik, normal bir aile gibi yaşamaya devam edebilseydik. Özlediğim ve “keşke” dediğim çok fazla şey var. Ama babamın bu yaşlarında onunla olmayı, onun geride bırakmak istediği işlere, hayallerine her açıdan destek ve yoldaş olmayı çok çok isterdim. Eminim annem de bizi öyle görmek isterdi. Gerçekten çok yazık… Ben her şeye rağmen hala eski günlere döneceğimize dair umudumu koruyorum. İstese de istemese de o benim babam. 

Annenizin ismine başlattığınız Suna’nın Kızları’na neden ihtiyaç var? 

2 yıldır Türkiye’nin dezavantajlı bölgelerindeki kız çocuklar, aileleri ve kamu yetkilileriyle bir araya geliyorum. Erken yaşta ve zorla evlendirilen, tarlada çocuk işçi olarak çalıştırılan, ev içi sorumluluklarından ötürü eğitimini tamamlayamayan çocuklarla tanışıyorum. Onları dinliyorum. Umutsuzlar… Hayatta hiçbir seçme şansları olmadığını, annelerinin kaderini yaşamak zorunda olduklarını düşünüyorlar… Ben bu kısır döngüyü kırmak ve kız çocukların ihtiyaçları olan gelişim fırsatlarına erişmesini sağlamak istiyorum. Hayatlarıyla ilgili kendi kararlarını verebilmelerini, gelecekleriyle ilgili hayaller kurmalarını, hayallerinin peşinden gitmelerini istiyorum.

Bunu nasıl başarabiliriz?

Bu çocukların eğitiminden sağlığına; iyi beslenmelerinden şiddetten uzak yaşayabilmelerine kadar, gelişimlerini destekleyecek tüm alanlarda çalışmak gerekiyor. Suna’nın Kızları bunu yapıyor. Çocuk Yaşam Merkezleri’yle, Yaz Enstitüsü’yle, Çocukları Destekleyen Mahalleler’iyle çocukların çevresinde güvenebilecekleri yetişkinler olmasını sağlıyor. Kendilerini tanımalarını, sınırlar koyabilmelerini, fiziksel ve duygusal olarak iyi halde olabilmelerini sağlamaya çalışıyor. Böyle bir dönüşümü tek bir sivil oluşum ile sağlamak çok zor. Bu nedenle alandaki çok kıymetli sivil toplum kuruluşları, kamu ve özel sektör kurumlarının iş ve güç birliği ile çalışıyoruz.

Yıllardır bu alanda çalışılıyor. Kardelen projesi aklıma geldi sizi izlerken. Maalesef zihniyet dönüşümü ve toplumsal dönüşüm kolay olmuyor. Sivil toplumun böyle bir değişim gücü var mı sizce?

Ben bu gücün olduğuna inanmayı seçenlerdenim. Ancak inanmanın ötesinde bu değişim için çok emek vermek gerektiğini de öğreniyorum. Bu kadar derinleşmiş eşitsizliklerle ancak birbirimizden öğrenerek ve birbirimizle dayanışma içinde mücadele edebileceğimize inanıyorum. Nesiller arası, kurumlar arası, bireyler arası ve özellikle de kadınlar arası dayanışmaya hepimizin ihtiyacı var. Sivil toplum örgütleriyle ve kız çocuklarla çalışırken bu sürecin gücüne olan inancım çok arttı. Daha yapmamız gereken çok şey var; ama umuyorum ki bir gün tepeden değil tabandan gelen sesleri duymanın önemini hep birlikte göreceğiz. 

“Suna’nın Kızları benim için bir yan iş değil. Bu benim hayatım” dediniz sohbetimizde. Bu işe kendinizi adadığınızı görüyorum. İleride neyi başarmış olmak size mutlu eder? 

Suna’nın Kızları’nı annemin eğitim alanındaki çabalarını, değerlerini, hedeflerini ve vizyonunu yaşatmak ve ileriye taşımak amacıyla kurdum. Hayalim, annemin bana tanıdığı seçme özgürlüğüne tüm kız çocukların ve kadınların sahip olmasını sağlayacak öğrenme olanakları oluşturabilmekti. Bir yıl gibi kısa bir sürede, 10 binden fazla çocuk ve yetişkine ulaştık, kız çocukların güçlenmesi için çalışmalar yürüttük ve yürütmeye devam ediyoruz. Derdim 10 binleri 100 binler yapmak. Derdim çalışmalarımızı tüm Türkiye’de yaygınlaştırarak, Suna’nın kızlarını, İpek’in kız kardeşlerini çoğaltmak.

Urfa’da gördüm ki herkese sarılıyor, kucak açıyorsunuz, kızlara direkt telefonunuzu veriyorsunuz. Nasıl bir bağ bu?

Herkesin iş yapış şekli farklı. Ben sahadan besleniyorum. Bu ihtiyacımı Suna’nın Kızları ile bir araya geldikçe daha da çok fark ettim. Arkadaşlarımla, kız kardeşlerimle birlikte ben de öğreniyorum, kendime ve topluma dair fark etmediğim şeyleri fark ediyorum, onlarla iyileşiyorum. Bugüne kadar bu yakınlığı suistimal eden bir kişi bile olmadı. Ama kritik bir durumda bana bir telefonla ulaşabileceklerini bilmeleri, güvende hissetmeleri benim için çok önemli. 

Oğlan çocukların koşulları kızlardan daha mı iyi? 

Suna’nın Kızları olarak aslında sadece kız çocuklarla çalışmıyoruz. Bugüne kadar yüzde 59’u kız ve yüzde 41’i oğlan olmak üzere yaklaşık 7 bin 500 çocukla çalışma imkanımız oldu. Kız çocuklara yönelik önceliğimiz iki noktada devreye giriyor. İlki; sahalarımızda karma gruplarla çalışsak dahi kız çocukların özgün ihtiyaçlarını önceliklendirmeye çalışıyoruz. İkincisi ise kız çocukların karar alma süreçlerinde etkin olabilmesi ve güçlenmesi için ek mekanizmalar ve programları önemsiyoruz. Bunun nedeni; bir yandan tüm sorunların çözümü için kadınlar ve kız çocuklar arası dayanışmanın gücüne çok inanmamız, bir yandan da kız çocukların özgün ihtiyaçlarının çoğu zaman görünür olmadığının farkında olmamız. Örneğin çocuk işçiliğine dair istatistiklerde 4 oğlan çocuktan birinin ve 10 kız çocuktan birinin çalışmak zorunda olduğu ifade ediliyor. Bu tek başına korkunç bir oran. Ancak bu oranda göremediğimiz bir de kız çocukların ev içi emek ve bakım yükü var. Birçok kız çocuğu küçük yaşta çok büyük sorumlulukların altında eziliyor. Ya da erken yaşta ve zorla evliliklere dair istatistiklerde sadece yasal nikahlar görülüyor. Bu istatistiklerde dahi kız çocukların evlilik oranı oğlan çocukların 10 katı. Sahada gerçek oranların çok daha yüksek olduğunu görüyoruz. Suna’nın Kızları istatistiklerden bağımsız, her bir çocuğun ihtiyacını tespit edip çözüm üretebilecek sistemler ve modeller üzerine çalışıyor. Bu doğrultuda kız çocuklar için ekosistemi güçlendirebilirsek tüm çocuklar için fayda sağlayabileceğimize inanıyoruz. 

Şu an aktif projeleriniz neler? Kısaca bahseder misiniz?

Şu anda aktif olduğumuz 3 saha var. İlki, depremden etkilenen bölgelerde 12-18 yaş arasındaki çocukların gelişimleri için güvenli ve destekleyici alanlar kurmak ve yeniden yapılanma sürecinde kız çocukların özgün ihtiyaçlarının gözetilmesini sağlamak amacıyla kurduğumuz Çocuk Yaşam Merkezleri’miz. Şu an Hatay’da iki, Kahramanmaraş, Adıyaman ve Şanlıurfa’da birer merkezimiz bulunuyor. Bu merkezlerde Suna’nın Kızları topluluğuna dahil sivil toplum örgütleri, UNICEF ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile çalışıyoruz. İkincisi, Yaz Enstitü’müz. Harran’ın köyleri ve Koç Okulu’nda uyguladığımız programlarımız ile kız çocukların karşılaştıkları sorunları bir arada çözmelerine ve güçlenmelerine destek olacak hayat boyu kullanabilecekleri beceriler kazanmalarını amaçlıyoruz.  Üçüncü sahamız ise Şanlıurfa’nın Haliliye ve Eyyübiye ilçelerinden beş mahalleyi kapsıyor. Çocukları Destekleyen Mahalleler adını verdiğimiz bu sahada, yereldeki kamu görevlileri ve mahalleli ile birlikte çocukların karşı karşıya olduğu riskleri tespit etmeyi ve bir arada çözüm üretmeyi hedefliyoruz. 

Suna’nın Kızları’nı bu kadar zamandır yapılan projelerden ayıran özellikler neler? 

Suna’nın Kızları fikri ilk ortaya çıktığında, yaklaşık bir senelik bir saha araştırması yürüttük. Stratejimizi bu araştırmadan elde ettiğimiz bulgularla ve iki önemli yaklaşımla şekillendirdik. Bunlardan ilki kolektif etki, diğeri ise kız çocuk odaklı tasarım yaklaşımı oldu. Kolektif etki, ortak hedefler doğrultusunda ortak etki yaratmak için bir araya gelmenin önemini vurgulayan ve paydaşların bir arada çalışmasını sistematik bir metoda oturtan bir yaklaşım. Suna’nın Kızları 31 sivil toplum oluşumuyla kolektif etki odağında çalışıyor.

Bir diğer ayırt edici özelliğimizi ise ‘kız çocuk odaklı tasarım’ yaklaşımı olarak görüyorum ki bunu kız çocuklar için kız çocuklarla birlikte çalışıyoruz şeklinde özetleyebilirim. 

Suna’nın Kızları’nda kız çocukların sürecin öznesi olmasını istediğinizi söylüyorsunuz. Kız çocuklar için kız çocuklarla birlikte çalıştığınızı ifade ediyorsunuz. Bunu nasıl sağlıyorsunuz? Çocuklar kararlara nasıl katılıyor? 

Yürütülen tüm çalışmalarda kız çocukların söz sahibi olmasını önemsiyoruz. Bu sebeple Kız Çocuk Çözüm Topluluğu’muz ve Kız Çocuk Odaklı Tasarım Destek Topluluğu’muz var. Bu topluluklardaki arkadaşlarımız, uygulayacağımız programlarda hiçbir çocuğun dışarıda kalmaması için çalışıyor. Odağa kız çocukların özgün ihtiyaç ve beklentilerini koymayı önceliklendiriyor.  Ayrıca 13-17 yaş arası kız çocuklardan oluşan Kız Çocuk Danışma Ekibi’miz ile forumlar, haftalık toplantılarla yakın temasta çalışarak, birçok konuda görüş ve geri bildirim alıyor ve uygulamaya sokuyoruz. Sahada ise çocuklarla uyguladığımız Esenlik Programı’mız çocukların bir topluluk olmasını ve ortak karar almasını sağlıyor. Örneğin Çocuk Yaşam Merkezleri’mizin gündelik programı bu programdan mezun olan çocukların kararlarına göre şekilleniyor. 

Şu ana kadar bu deneyimden çıkarttığınız dersler nedir?

Türkiye’de kız çocukların eğitiminden çocukların korunmasına, sağlık hizmetlerinden eğitimin kalitesine kadar uzanan çok çeşitli deneyim ve yetkinliklere sahip sivil toplum kuruluşları ve uzmanlar var. Kız çocukların bütüncül gelişimlerini odağa alan, kız çocukların özgün ihtiyaçlarını gözeten bir ekosistem oluşturma hedefine herhangi bir STK’nın tek başına ulaşması oldukça zor. Bu sebeple kolektif etki yaklaşımını benimsedik ve yolumuzu farklı alanlardan 31 sivil toplum kuruluşu ile birlikte yürümeye karar verdik. Elbette bu kadar farklı kurumun, farklı deneyimin, farklı uzmanlıkların bir araya geldiği ve ortak bir amaç doğrultusunda hareket ettiği bir yapıyı sürdürülebilir kılmak zor. Ancak geride kalan 2 yıldaki çalışmalarımıza, bu toplulukların ürettiklerine baktığımda, başarılı olduğumuzu ve buradaki modelin herkese iyi geldiğini düşünüyorum.  Bunun en önemli örneğini depremlerden sonra yaşadık. Topluluk olmanın sağladığı ortak deneyim ve güç sayesinde çok hızlı şekilde ihtiyaçları tespit edip çözümler üretebildik ve daha önemlisi alanda çalışan arkadaşlarımızın dayanışması bu denli büyük bir faciada psikolojik olarak çok büyük güç oldu. 

GS marşının sözlerini yazdı

Koyu Galatasaraylısınız ve hatta bir Galatasaray marşının sözleri size aitmiş! Doğru mu?

Doğru duymuşsunuz. Çocukluğumdan beri Galatasaray sevgisiyle büyüdüm. Galatasaray benim için yalnızca bir futbol kulübü değil; çok köklü bir geçmişi olan, çok daha büyük bir değerler bütününü ve vizyonu temsil eden, ülkemizin en kıymetli markalarından. Türkiye’nin en iyi eğitim kurumlarından biri ve binlerce genç her yıl hem çok iyi bir eğitim alarak hem de aydınlık ve çağdaş değerlerle mezun oluyor. Gerçekten gurur duyuyorum bu camianın bir parçası olduğum için. Tabii bunun yanında taraftar yanım da var; Galatasaray’ın her maçını büyük bir heyecanla takip ediyorum. Küçük yaşlarımda bir Galatasaray marşının sözlerini yazmıştım, daha sonra bu marş çok popüler oldu. Ancak annem sözlerin bana ait olduğunun bilinmesini istememişti. Ve tabii ki mayıs ayları geldiğinde her Galatasaraylı gibi ben de sarı kırmızı bayrağımı asacağım günü iple çekiyorum.

Yatçılıkta dünyada adını duyurdu

Yönetim Kurulu Başkanı olduğunuz Sirena Marine tam bir başarı hikayesi. Dünyada yatçılıkta adınızı duyurdunuz. Nasıl oldu bu?

Sirena olarak Türkiye’nin ilk seri yat üreticisiyiz ve üretimin yaklaşık yüzde 80’ini ihraç ediyoruz. Ekibimle birlikte denizcilik sektöründe global bir marka yaratabilmiş olmaktan dolayı gurur duyuyoruz. Son dönemde özellikle ABD pazarının en çok tercih edilen tekne üreticilerindeniz. Yat ve tekne imalat sanayii ülkemiz ekonomisine önemli bir katma değer sağlıyor ve potansiyeli çok daha yüksek. Makineden boya kimyasına, elektrik ve elektronikten mobilyaya kadar birçok yan sanayiye ve istihdamına da katkı sağlıyor. Bu sektörde usta-çırak ilişkisiyle kuşaktan kuşağa aktarılan bir tecrübe var. Önümüzdeki en önemli gündem maddesi; ürün gamımızı genişletmek ve çok daha az karbon salımı yapan, alternatif enerji kaynakları kullanan, hibrit güç sistemleriyle donanmış tekneler sunmak. İhracat yaptığımız ülke sayısını artırmaya devam edeceğiz. Ülkemizde denizciliğe ve deniz kaynaklarımıza gereken önemin verilmesi için de çalışmalarımız olacak.