Yeni yılın ilk ayında da iş dünyasının 2024 beklentilerini almaya devam ediyoruz. TÜSİAD Başkanı Orhan Turan’la sohbetimizde 2001 krizi ile Türkiye’nin yaşadığı son kriz ortamını karşılaştırdık, dünyadaki siyasi gelişmeleri, değişen ticari dengeleri ve Türkiye ekonomisini konuştuk. Röportajımızın bir bölümünü de OksijenTV’den izleyebilirsiniz.
Bu dizi kapsamında her konuğumla 2023 ve 2024’ü konuştum. İzninizle, sizinle sohbetimizde perspektifi biraz daha geniş tutmak istiyorum. Türkiye 2001’de çok ağır bir kriz yaşadı. Hem de küresel bir kriz yokken yaşadık. IMF’nin desteği ve merhum Kemal Derviş’in programıyla krizden V formasyonunda çıktık. Ardından 2002 sonunda seçim oldu ve AK Parti dönemi başladı. 2008 küresel krizi hariç 2013-14’e kadar uzun istikrarlı bir dönem yaşadık. Sonra siyasi çalkantılar, darbe girişimi, pandemi, yeni bir küresel kriz derken 2022’de yine bize özel bir kriz başladı ve biraz toparlasak da henüz çıkabilmiş değiliz. Enflasyon 2001 seviyelerine yaklaştı, faizler 2003’teki seviyelerinin üzerine çıktı. Nerelerde yanlış yaptık, neden hep başladığımız yere dönüyoruz? Bu kısır döngü nasıl bitecek?
Aslında 2001 sonrası döneme baktığımızda tam da V şeklinde bir çıkış yaşadık diyemeyiz. Çok önemli makro reformlar yaptık o dönem. Banka bilançoları temizlendi, Merkez Bankası bağımsız hale getirildi, doğrudan yabancı sermaye kanunları düzeltildi. Ek olarak o dönem hem IMF hem AB çıpası vardı. Yani çok kapsamlı bir programla 2001 krizinden çıktık ve önemli bir reform ajandası gerçekleştirdik. Ardından 2013-2016 döneminde tökezlemeye başladığımız bir süreç yaşadık. O dönemde yükselen enflasyona doğru politikalarla cevap verebilseydik enflasyon daha sonra yüzde 20’leri aşmaz, TL bu denli değer kaybetmezdi. Benim gördüğüm, ekonomide yaptığımız en büyük hata ucuz işgücü ve değersiz TL ile global ekonomide alan kazanmaya çalışmaktı ki bugün bunun sonuçlarını acı bir şekilde deneyimliyoruz. O dönemlerde ihracatımızda bölgesel çeşitlendirmeden sanayimizde verimlilik artışına kadar kapsamlı uzun soluklu adımlar atmış olsaydık bugün üretimde ve ihracatta bir miktar daha rahat olurduk. Oysa yanlış zamanda faizleri gevşeterek iç talebi daha da güçlendirdik. Aşırı artan iç talep de ister istemez yüksek bir enflasyonla sonuçlandı. Bunun yanında TL’ye çok müdahale ettik ve Merkez Bankası rezervlerini erittik. Günün sonunda hem enflasyon kontrolden çıktı hem ihracatımız zarar gördü hem de TL çok değer kaybetti. İş o noktada kısır döngüye girmiş gibi gözükse de çözümü çok zor değil. Enflasyonla doğru şekilde mücadele eden bağımsız bir Merkez Bankası olursa ve bu alanda kararlı davranırsanız sorun zaten çözülür.
Bu durumu kendimiz yarattık
2001’deki bankacılık krizi sırasında büyük bir devalüasyon, ardından da büyük bir işsizlik ve iflaslar yaşanmıştı. Ama krizden çok daha hızlı çıkıp hemen toparlanmaya başlamıştık. Bu kez belki o denli büyük bir darbe yemedik ama daha uzun süredir krizdeyiz ve bu daha sıkıntılı bir süreç geniş halk kitleleri açısından. Bu kriz neden 2001’den farklı?
Çünkü 2001 yılında krizi yaşadıktan sonra bilançoları düzeltmek için çok ciddi bir program uyguladık. Bu programdan da uzun yıllar taviz vermedik. Bu dönem yaşadığımız ise çok daha farklı. Neredeyse son 6-7 yıldır dünyada geçerliliği olmayan makro iktisadi adımlar atıldı. O adımlar sonuç vermeyince yine hatalı yollara sapıldı ve bir regülasyon denizinde boğulduk. Özetle biz bu durumu kendi kendimize yarattık dersem yanlış olmaz. Bakın normalde ülkelerde bilanço problemi olur, kiminde bankacılıkta kiminde kamu bilançosunda kiminde hane halkı bilançosunda... Bu bilançolarda sorun yaşanır ve bir reçete ile bu tarz krizler aşılır. Oysa Türkiye’de herhangi bir bilançoda sorun olmadığı halde yanlış makro iktisadi politikalarla ilerlendiği için bu sürece girdik. Geçtiğimiz 10 yılda doğru para ve maliye politikası uygulamış olsaydık bugün refah seviyemiz çok farklı bir noktada olurdu. Bu yıl seçimler sonrasında ekonomik kırılganlıklarımızı artıran politikalardan kademeli olarak vazgeçildiğini gördük. Enflasyon ile mücadelede önemli adımlar atıldı. Merkez Bankası rezervlerinde de belirgin artış oldu. Yeni ekonomi yönetiminin bu süreci istişare ve iletişim ile yürütmüş olması da çok kıymetli. Nitekim attığımız doğru adımlar ülkemizin risk primi rakamlarına da hızla yansıdı.
Kaybedilen zaman kaçan fırsattır
AK Parti 22 yıldır iktidarda. Bu kesintisiz iktidarın devam etmesinin en önemli nedenlerinden biri ekonomide uzun süren istikrar dönemleri, özellikle 2013-14’e kadar olan dönemde. IMF’nin World Economic Outlook 2023 datalarına bakınca şöyle bir sonuç çıkıyor ortaya: Türkiye 2005’ten 2022’ye kadar reel olarak yüzde 148 büyümüş. Aynı dönemde dünyadaki gelişmekte olan ülkelerin ortalama büyümesi yüzde 142 olmuş. Çin ve Hindistan dahil Asya’daki gelişmekte olan ülkelerin ortalama büyümesi ise yüzde 241. Vietnam, Endonezya gibi ülkelerin 2005’ten bu yana büyüme oranları bizden çok daha yüksek. Yani söylendiği gibi pek de uçup gitmemişiz son 17 yılda. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu performansı “büyük bir fırsatın kaçırılması” diye mi değerlendirirsiniz, yoksa “Hiç olmazsa dünyadan geri kalmamışız” diye mi?
Dünya ekonomisinden aldığımız pay düşüyor, bu net. Sadece ülke notumuza ya da CDS’imize baktığımızda dahi emsallerimizden son yıllarda olumsuz ayrıştığımız görünüyor. Siz de az evvel veri paylaştınız. Bu şuna benziyor, ihracatta rekor kırıyoruz desek de ihracatımız çıkmaza girmiş durumda. Doğru teşhis edemediğiniz hiçbir sorunu doğru çözemezsiniz. Türkiye ekonomisinin potansiyelini, genç nüfusu, reel kesimin esnekliğini göz önünde bulundurduğumuzda maalesef kaybedilen zaman, kaçan fırsattır benim gözümde. Örneğin küresel tedarik zincirlerinde değişen bir yapı mevcut. Son yıllarda küresel ekonomiyi ve bizi de etkileyen pandemi, iklim, gıda, enerji krizleri, savaşlar ve jeopolitik riskler küresel ekonomiyi değişime zorluyor. Bu süreçte doğru konumlanabilmek için de öncelikle içeride öngörülebilir politikalar inşa etmemiz gerekiyor. Bu olmayınca, odak noktamız faiz-kur-enflasyon sarmalına takılınca ister istemez global ekonomideki gidişatı da kaçırıyoruz. Enflasyonu düşürmenin yanında kurumlarımızı güçlendirmeye, politika yapım süreçlerini iyileştirmeye devam etmemiz ve ekonomimizin üretkenliğini artırmamız lazım.
Oksijen yazarı sevgili arkadaşım Ayşegül İldeniz, TÜSİAD’ın Silikon Vadisi Network Başkanı aynı zamanda. Bir yazısında Türkiye’nin bilişim alanında benzer ülkelerin beşte biri, hatta sekizde biri oranında üniversite mezunu yetiştirebildiğini, teknoloji çağını kaçırıyor olduğumuzu, derhal harekete geçmemiz gerektiğini yazdı. Konuştuğum telekomünikasyon sektörü temsilcileri de altyapıda çok geri kaldığımızdan yakınıyor. Örneğin 5G’de bir ilerleme göremiyoruz, çoğu ülke altyapısını tamamladı, tamamlıyor. Bu konuda endişeniz var mı?
Türkiye’yi her bölgesi ile bir teknoloji üretim merkezi haline getirmemiz lazım. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi başta olmak üzere kamu kurumlarınca dijital dönüşümle ilgili yürütülen çalışmalar çok önemli. Dijital dönüşüm stratejilerinin kalıcı başarıyı getirmesi için üst seviyede sahiplenmeye ve kamu-özel sektör-akademi-STK koordinasyonuna ihtiyaç var. TÜSİAD-TÜBİSAD işbirliği ile Yüksek Teknoloji için Eylem Çağrısı raporumuzu yayınladık. Yenilikçi politikaların geliştirilmesinden finansal desteklere, altyapıdan yetkin insan kaynağına kadar, Türkiye’ye yüksek teknoloji atılımı sağlayacak tüm kaldıraçlar için 18 Eylem Çağrısı’na yer verdik. Bu çalışmaların eğitim reformu ile desteklenmesi şart. Dijital teknolojiler alanında küresel düzeyde önemli süreçler işliyor. Eğitim politikalarında ve teknolojik altyapıda doğru adımları atarsak ve nitelikli insan gücümüzün, gençlerimizin ülkemizde kalmasını sağlayacak iklimi yaratabilirsek, Türkiye’nin bu alandaki fırsatları değerlendirmesi mümkün olabilir. Her şeyden önemlisi şu; insan kaynağı iyi eğitimli olmayan ve dijital çağın aradığı niteliklere sahip olmayan toplumlar geleceği yakalayamayacak. Endişe verici olan, dijital alanlarda çalışacak yeterli sayıda ve nitelikte insan yetiştiremediğimiz gibi yetişmiş olanları da yurtdışına kaybediyoruz. Çağdaş eğitimi hayata geçirmek yerine, eğitim sisteminde yeri kabul edilemez olan tarikatları, cemaatleri tartışmakla meşgulüz.
Geçtiğimiz 10 yılda doğru para ve maliye politikaları uygulasaydık bugün refah seviyemiz farklı noktada olurdu. Seçimden sonra doğru adımlar atıldı. Nitekim bu adımlar risk primimize de yansıdı. Ama bu tek başına yeterli değil. Makro istikrar, öngörülebilirlik şart. Hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarıyla etkin işlemesi gerekiyor. Eğitim, işgücü, vergi ve enerjide yapısal reform ihtiyacı var.
TÜSİAD olarak “Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılına Girerken Türkiye” başlıklı çalıştaylar düzenlediniz ve geçtiğimiz günlerde Ankara’da kamuoyuyla paylaştınız. TÜSİAD neden düzenledi bu çalıştayları?
Cumhuriyetimizin 100 yıllık kazanımları var. İkinci yüzyılımıza girerken, önümüzdeki temel meseleleri katılımcı bir süreçle ele almayı amaçladık. “Şimdi, söyleşme zamanı” dedik. Dokuz çalıştay düzenledik. STK üyeleri, akademisyenler, iş insanları, sendika temsilcileri, çiftçiler, aktivistler, gazeteciler ve geçmişte görev yapmış siyaset, kamu ve diplomasi temsilcilerinin bulunduğu toplam 224 katılımcı çalıştaylarımızda görüşlerini paylaştı. 9 kişilik akademik proje kurulumuz süreci yönetti. Ben de bu toplantıların tamamına izleyici ve ev sahibi konumuyla katıldım. “Cumhuriyeti ve demokrasiyi birlikte nasıl güçlendireceğiz? Küresel dönüşümlerde ulusal stratejimizi nasıl konumlandıracağız? Refahı artırırken adil bölüşümü nasıl yapacağız? Kalkınmayı sağlarken çevreyi nasıl koruyacağız?” Sorularımız bunlar oldu. Farklı kesimlerin beraber düşünmesi için bir zemin oluşturduk. Çalıştaylarımızdan çıkan perspektifleri 8 Aralık’ta yayınladık. Konuşulması gereken çok fazla konu, her konunun çok fazla tarafı var. Çalıştayların çıktıları Türkiye’ye bir reçete, bir model önermiyor. Bu çalışma, katılımcı bir tartışmanın anlamlı bir aşamasını temsil ediyor. Tanıtımda yaptığım konuşmada tüm siyasi aktörlere bir çağrıda bulundum. Çünkü gereken demokratik tartışma ve uzlaşma zeminini siyaset kurumu sağlayabilir. 100 yıllık kazanımlarımızı üst üste koyalım, kilitleri açalım, çözüm için yeni yollar bulalım.
TÜSİAD sanayicilerin, iş insanlarının haklarını savunmak için kurulmuş bir dernek. Ama hepimiz biliyoruz ki, uzun yıllardır Türkiye’nin ortak çıkarları için de çalışmalar yapıyor, raporlar hazırlıyor, zaman zaman cesur çıkışlar yapabiliyorsunuz. Şunu sormak isterim: Türkiye’de zengin ve yoksul kesim arasındaki fark açılıyor. Orta sınıf ekonomik gücünü hızla kaybediyor. İşveren kesiminin milli gelirden aldığı pay özellikle son yıllarda hızla artarken, iş gücünün payı dramatik şekilde azaldı. Emeklilerin haline girmiyorum bile. Bu durum sizi ürkütmüyor mu, bir refah yaratılıyorsa bunun daha adil bölüşülmesi işverenlerin de menfaatine değil mi? Bozulan bu dengeyi nasıl tersine çeviririz?
Ekonomik kalkınmanın esas amacı, insanların refah ve mutluluğunu yükseltmek olmalı. Sadece yüksek büyüme hızları bizi hayalimizdeki gelişmiş, saygın, adil ve çevreci Türkiye’ye taşıyamaz. Demin bahsettiğim 2. yüzyıl çalıştaylarımızın başlıklarından birisi de refahın adil bölüşümü idi. Enflasyon sorununu geride bırakmış, makro ekonomik dengeleri güçlü bir ekonomi olma yolunda adımlar atarken büyümenin kapsayıcı olmasını sağlamak durumundayız. Bu da aynı zamanda eğitim, toplumsal cinsiyet, dijital imkanlar, bölgesel kalkınma gibi pek çok alandaki eşitsizlikleri çözmeyi de gerektiriyor.
2000’li yıllar öncesine baktığımızda da iktidarlar seçim öncesinde oy potansiyellerini artırmak için Hazine kesesinden vaatlerde bulunurlar, normal olmayan harcamalar yaparlardı. Emeklilik yaşının erkene çekilmesi, taban fiyatlarında “O ne veriyorsa benden şu kadar fazlası” gibi… Ama son Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesindeki gibi topyekun bir seçim ekonomisi görmemiştik sanırım. Faizlerin ve bankaların baskılanması, fiyatları piyasa koşullarına göre belirlenen ürünlere aylar boyu zam yapılmaması, tüm bu etkenler TL üzerinde baskı yaratınca KKM diye bir mevduat türü icat edilmesi, EYT ile erken emekliliğin geri gelmesi… Saymakla bitmez. Seçim bitti 180 derece tersine döndük. Bedelini de Hazine’den ödüyoruz, yani sizin, benim, kameraman arkadaşımın cebinden çıkıyor bunların faturası. Bu tip politikalardan ne zaman ve nasıl kurtulacağız?
Bu uzun soruya son derece kısa cevap vereyim. Ne zaman ki enflasyonu kontrol edip gerçekten tek haneye düşüreceğiz, o zaman işte bu tür durumlar da gündemimizden çıkacak. Kurumlara duyulan güveni, hukukun üstünlüğüne güveni, finansal istikrara güveni yeniden tesis etmemiz lazım.
Aşırı sağ yükseliyor
Ve yeni bir yıla girdik. Dünya bu yılı “kritik yıl” olarak görüyor. ABD seçimlerinin küresel etkisi konuşuluyor. Avrupa’de ekonomi yavaşladı. Siz öncelikle dünyadaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Global ekonomi 2024’te yavaşlayacak gibi gözüküyor ama yine de küresel anlamda ciddi bir sorun beklemiyoruz. Avrupa ise çok büyük sorun yaşıyor. Avrupa’nın özellikle Almanya’nın büyüme modelinde yaşadığı sorun döngüsel olmaktan ziyade yapısal gibi duruyor. Bu da ekonomik daralma ile sonuçlanıyor. En önemli ihracat pazarımız olduğu için aynı zamanda bu bizim de önemli bir sorunumuz. Dolayısıyla ihracatçımızın önümüzdeki 2-3 yılı buna göre planlamasında fayda var. 2024 dünyada yoğun bir seçim yılı. Avrupa Parlamentosu seçimleri ve ABD Başkanlık seçimleri var. Bu seçimlerin öncesi ve sonrasındaki siyasal ortam genel gidişatı belirleyici olacak. 2010’larda yükselişi belirginleşen aşırı sağın geçici bir olgu olmadığı bugün daha iyi anlaşılıyor. Bu durum aslında geçmişte bir türlü çözülemeyen yapısal sorunların bir ürünü. AP ve ABD seçimlerinin sonuçlarından bağımsız olarak şu değerlendirmeyi yapmak mümkün. Aşırı sağın etki alanının genişlediğini ve siyaset yelpazesinde merkeze daha yakın akımlara da hiza verdiğini gözlemliyoruz. Bu da aslında demokrasilerin geleceği açısından oldukça sorunlu bir dönem olacağına işaret ediyor. Jeopolitik gerilimler ve korumacılığa meyleden eğilimler zaten hız kesmedi. ABD-Çin rekabetinin daha da sertleşmesi, Ukrayna-Rusya savaşının uzaması, İsrail-Hamas çatışmasının Orta Doğu’yu giderek istikrarsızlaştırması, Kızıl Deniz trafiğinin bundan etkilenmesi, bunların tamamı dünya ve transatlantik alem açısından zorlu süreçler yaratacak. Buna, başta Türkiye’ye yönelik olmak üzere devam eden bölgesel göçleri de ekleyelim. Çözümü artık ertelenemez sorunlar. Bunlara daha fazla odaklanılması gerektiği ortaya çıkıyor.
Gençlerin potansiyelini harekete geçirmeliyiz
2024 yılı Türkiye beklentileriniz neler? Hangi önlemler alınmalı?
Enflasyon tarafında atmamız gereken adımları atıyoruz. Ekonomiyi bir miktar daha soğutmamız gerek. Döviz rezervi biriktiriyoruz ve bu strateji de devam etmeli. Doğru adımlar atmaya başladıkça ekonomi de buna hızlı reaksiyon veriyor. Kararlı davranırsak bir dönem sonra burada başarı sağlanacağına inanıyorum. Fakat enflasyonla mücadele etmek de yeterli değil. Makroekonomik istikrar, öngörülebilirlik, hukuk devleti ve yapısal reformlar ülkemizin dünyada yazabileceği hikayenin, yatırım çekebilmesinin en önemli unsurları. Hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarıyla etkin işlemesi kritik önemde. Bunun yanında eğitim, işgücü, vergi, enerji gibi alanlarda yapısal reformlar elzem.
2024’te TÜSİAD’ın gündeminde neler olacak?
Enflasyonla mücadele başta olmak üzere makroekonomik istikrar için önerilerimizi paylaşmaya devam edeceğiz. Ülkemizin dört bir yanında üyelerimiz ve ağlarımız var. Anadolu’da iş dünyasının önceliklerini, sürdürülebilir kalkınmanın başarılması için gerekenleri istişare edeceğiz.
TÜSİAD‘ın güçlü uluslararası ağları bu dönemde de iş dünyamıza küresel dönüşümleri anlama yolunda destek olacak. Yeşil ve dijital dönüşüm konularında iş dünyasına rehberlik etmeye devam edeceğiz. Gençlere hayallerini bu ülkede kurmalarını sağlayacak bir ortam yaratmak gerekiyor. Gençlerimizin çağa uygun eğitim almaları ihtiyacını vurgulamaya devam edeceğiz. Gençlere girişimcilik ve dijital beceriler kazanma yolunda destek olmayı da sürdüreceğiz. Kadınların her alanda eşit katılımına, toplumsal cinsiyet eşitliği de her zamanki gibi önceliklerimizden olacak. Bu yıl yaptığımız “Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılına Girerken Türkiye” çalıştaylarının çıktılarını da gündemde tutmaya devam edeceğiz.
Gençler, genç girişimciler, iş insanları için ne söylemek istersiniz?
İkinci yüzyılımızda aklımızdan ve gönlümüzden geçen Türkiye’yi hep şöyle anlatıyorum: Gelişmiş, refahın adil dağıldığı, fırsat eşitliğini, insani kalkınmasını sağlamış, hukukun üstün olduğu, demokrasiyi yaşam tarzı haline getirmiş, insan haklarına eksiksiz riayet eden, kadınlara ve toplumun eşitsiz kesimlerine pozitif ayrımcılık yapan, Avrupa Birliği’ne tam üye olmuş, üretim ve tüketim standartlarıyla doğaya zarar vermeyen, bilimsel bilgi üretiminde evrensel standartları yakalamış bir Türkiye hayalimiz var. Biz ülkemizin potansiyelinin çok yüksek olduğuna inanıyoruz. Bu potansiyeli harekete geçirmek için gençlerimizin enerjisi ile, bir yüzyıl önce olduğu gibi bugün de cesaret bulacağız. Tecrübemiz sayesinde de bunu gerçekçilik ve ihtiyatlılık ile dengeleyeceğiz. Bütün bunları yapacak kapasiteye sahibiz.