Her 1 Nisan geldiğinde aynı şey olur. Ben bizim Kitapsever’i kandırmaya çalışır dururum, o asla tuzağıma düşmez. O ise bana tek bir şaka yapar, ben hemen inanırım! Bu geleneksel ‘şakalama’ günümüzde, edebiyat tarihine dair tuzak sorular sorarız birbirimize. Ve işte dediğim gibi o her seferinde beni alt etmeyi başarır. Tek tesellim bu konuda yalnız olmadığım. Ben en azından yalnızca dostum Kitapsever tarafından kandırılıyorum. Ya günümüzün en önemli filozofları arasında gösterilen Bernard-Henri Lévy’nin devirdiği büyük çama ne demeli!
Uydurma filozof Botul
Her şey BHL’nin, 2010 yılında çıkardığı On War in Philosophy (De la Guerre en Philosophie) adlı kitabının tanıtımı ile başlar. BHL, kitabında Kant’tan bahsederken Jean-Baptiste Botul adlı bir Kant uzmanından alıntı yapmaktadır. Buraya kadar her şey güzeldir ta ki Le Nouvel Observateur gazetesinden bir gazetecinin, Botul’un aslında hiç yaşamamış uydurma bir filozof olduğunu ve Frederic Pages adlı bir başka gazeteci tarafından bizzat uydurulduğunu söyleyinceye kadar! Hiciv ustası Pages, öyle başarılı bir ‘uydurma’ yapmıştır ki Botulism adlı bir Wikipedia maddesi dahi açılmıştır. BHL’nin şanssızlığı ise maalesef bunun bir uydurma, düpedüz bir şaka olduğunu fark edemeyip tam anlamıyla kendini tuzağa düşürmesi olmuştur. BHL sonunda hatasını kabul eder, şakayla karışık ‘gerçek bir filozoftan dahi daha başarılı kuramlar ortaya seren’ Pages’ı kutlar ve her şey görünürde tatlıya bağlanır.
Bir de böyle şakaya gelmeyip de kendileri şakalayan yazarlar var. Örneğin İngiliz yazar William Boyd’un tüm dünya kültür-sanat çevrelerini hedefleyen şakası halen tarihin en başarılı şakalarından biri olarak kabul ediliyor. Boyd, 1998 yılında yayınladığı Nat Tate, An American Artist 1928-1960 adlı biyografi kitabında ‘50’lerin New Yorklu soyut ressamı Nat Tate’i anlatır. Şimdi size soruyorum; bir önceki cümlede yazdığıma inandınız mı? Her zamanki gibi kuşkucular, yani “hayır” diyenler kazandılar! Çünkü Nat Tate diye bir ressam hiçbir zaman yaşamamıştır. Ancak Boyd üşenmez, yıllar içinde bu hayali karaktere dair bir hayat hikâyesi uydurur ve sonunda da bu hayali biyografiyi tam da o yılın 1 Nisan’ında yayımlar. Ancak asıl eğlence bundan sonra başlar. Boyd; aynı zamanda kitabının yayıncısı da olan David Bowie, Gore Vidal gibi arkadaşlarını da bu şakaya dahil eder ve hep birlikte bu hayali ressam hakkında dünya kültür-sanat çevrelerinde tartışmalar düzenlerler. İşin en komik yanı ise toplum psikolojisi galip gelir ve onların bu inandırıcı konuşmalarına kimse karşı gelmeyip, üstelik bu çevrelerde ressamı tanıdığını ve işlerini beğendiğini söyleyenler dahi olur. Aslında adı National Gallery ve Tate Modern’dan türetilerek uydurulan bu hayali ressamla ilgili Boyd’la röportaj yapan gazeteler dahi olur! (Bu arada meraklısına not: Kitap bizde de Everest Yayınları’ndan aynı isimle yayımlandı. Bu olağanüstü inandırıcı şakayı yakından incelemek isteyenler için kaçırılmayacak bir fırsat.)
Nasreddin Hoca’nın torunları olan bizler de pek severiz bu şakalama mevzularını… Ve aslında düpedüz kendi ağlanacak hallerimize gülmeyi! Aziz Nesin ustanın mizah öykülerinin her biri aslında birer ‘şakalama’ şaheseri değil midir? Örneğin “Nazik Alet” adlı öyküsünde, çevresine yaptığı eşek şakalarının cezasını bizzat kendisinin düştüğü bir eşek şakasıyla ödemek zorunda kalan bir gazetecinin ders veren gülünç öyküsü anlatılır. Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı’nın adını geçirmem dahi eminim sınıf şakalarını gözünüzün önüne getirmiştir.
Bazı şakalar gülmekten çok ağlatır
Yine de her şaka güldürmez, bazen de acıtır ya da hayat size öyle bir şaka yapar ki gülmekten çok ağlatır. İşte Milan Kundera’nın başına gelenler buna en güzel örnek… Kundera ilk romanı olan Şaka’da başı bir şaka nedeniyle fena halde derde giren bir karakterin öyküsünü anlatır. Ludvik, bir süredir uzak kaldığı kız arkadaşı Marketa’dan bir mektup alır. Marketa, hayatından memnun olduğunu ve Batı’da devrimin pek yakında gerçekleşeceğini yazmaktadır. Kendisini özlemediği için Marketa’ya kızan Ludvik, bir kartpostalın arkasına, “İyimserlik, insanoğlunun afyonudur! Sağlıklı ruh, hıyarlıktan başka bir şey değil. Yaşasın Troçki!” yazar ve kıza gönderir.
Ludvik’in ‘şaka’ olsun diye yazdığı bu üç cümle, hem Komünist Parti’den hem de üniversiteden atılmasına, toplumdan dışlanmasına yol açacaktır. İşin ilginci, ilk romanı Şaka ile 1967’de sosyalist Çekoslavakya’nın alaycı bir eleştirisini yapan Kundera’nın da bizzat kendi kahramanına benzer bir akıbetle karşılaşmasıdır. Bir süre sonra Kundera’nın tüm yapıtları yasaklanır, kendisi de yurttaşlıktan çıkarılır! Üstelik belli ki adının bir romana verilmesinden rahatsız olan ‘Şaka Tanrısı’nın Kundera’ya yapacağı tek ‘şaka’ bu olmayacaktır. Kendi ülkesinde yasaklanan Şaka, bir yıl sonra Fransızcaya çevrilir. Ve hatta Aragon da bu kitaba bir sunuş yazısı yazar. Kitap bir anda bu Fransızca çeviri baz alınarak pek çok yabancı dile çevrilir. Aradan yıllar geçer. Ve Milan Kundera, (şaka gibi!) kitabının bütün dünyadaki çevirilerine kaynaklık eden Fransızca çevirisinin, kendi kitabından ne kadar uzak, ne kadar yanlış bir çeviri olduğunu ancak bunca zaman sonra, bir gün fark eder ve kitabın bütün dünya dillerindeki yayın hakları dondurulur!
- Nat Tate – Amerikalı Bir Sanatçı 1928 – 1960 / William Boyd / Çeviren: Kosta Sarıoğlu / Everest Yayınları / Roman / 64 Sayfa
- Nazik Alet / Aziz Nesin / Nesin Yayınevi / Öykü / 191 Sayfa
- Hababam Sınıfı / Rıfat Ilgaz / İş Bankası Kültür Yayınları / Roman / 492 Sayfa
- Şaka / Milan Kundera / Çeviren: Zehra Gencosman / Can Yayınları / Roman / 319 Sayfa