Çizer/düşünür Selçuk Demirel’in desenleri çizimin şiir, şiirin çizimlere dönüştüğü, her bir fırça darbesinin bazen ince bir espriye bazense ciltler dolusu felsefe kitaplarının soramadığı soru işaretlerine evrildiği bir alemi serer önümüze. İzleyeni hem görünen hem de görünmeyen bir dünyaya dair sorgulamalara sürüklerken, esas olarak kendisiyle yüzleştiren bu desenlere ilk göz değdirişinizle sonraki siz arasındaki dönüşüme ise çoğu zaman hayret edersiniz. Selçuk Demirel, Galeri Nev İstanbul’da bugün açılan ve 30 Ekim’e dek izlenebilecek yeni kişisel sergisi Bir Ağacın Altında’da yine bizi elimizden tutup bu kez bir düş ormanında gezdiriyor, adeta rüyalarımızla yüzleştiriyor. Gerçekle hayal arasında bir dünyaya ait, zamanlar ve mekânlar ötesi bir hissiyatı yansıtan doğa tasvirlerine ince, kırılgan dallı ormanlar ile nehirler arasında dolaşan insan veya hayvanlar eşlik ediyor. İncecik ağaçların çizilmesiyle başlayan ve çeşitli detayların eklenmesiyle yoğun ya da sade kompozisyonlar oluşturan sanatçı, “bir ağacın altında” ifadesini kullanırken bir yandan insan–doğa ilişkisinin rahatlatıcı, meditatif ve korunaklı yönüne, diğer yandan da insanın çevresiyle ilişkisindeki yalnızlığa ve kendini izole etme isteğine çağrışım yapıyor, ağaçlarla insanların ruhu arasındaki çarpıcı benzerliklere de ayna tutuyor. Sergiye paralel olarak Yapı Kredi Yayınları’ndan yayımlanan yine Bir Ağacın Altında adlı kitabına ise sanatçının sergideki çalışmalarının yanı sıra Güven Turan ve Uras Kızıl’ın da birer yazısı eşlik ediyor. Güven Turan’ın kitabın giriş yazısında sorduğu gibi “Peki düşü gören kim? Ağaçlara bakan kim?”, ben de Selçuk Demirel’e “Siz misiniz, insanlığın ortak hafızasını paylaşan bizler mi?” sorusunu yöneltmek üzere, ayağının tozuyla Paris’ten geldiği Galeri Nev İstanbul’da onunla buluşup konuşuyoruz. İnsanlığın öyküsü bir ağaçla başladı. Havva insanoğluna yasaklanan ağaca yaklaşıp meyvesini Adem’le birlikte yedi ve ikisi birlikte cennetten kovulup bu dünyaya düştü. Peki sizin ağaçlarla olan öykünüz nasıl başladı? Bunun Artvin’deki ağaçlar arasında kitap okuyarak geçirdiğiniz çocukluğunuzla bir ilgisi var mı? Evet, William Blake’in dediği gibi “Kimilerini gözyaşına boğan ağaç, kimileri için yalnızca yolu tıkayan yeşil bir engeldir. İnsan kendi neyse gördüğü odur.” Ağaçlara hep büyük bir hayranlık duymuşumdur. Heybetli gövdeleriyle, kollarını açmış bizi kucaklayacakmış gibi bekleyen, gündüz başı bulutlarda sanki gece olunca da bizim için yıldız toplayan ağaçlar… Şiirin, resmin, edebiyatın vazgeçilmez konusu. Gölgesinde toplanıp sohbet etmekten hoşluk duyduğumuz… Meyvelerini büyük bir iştahla yediğimiz ağaçlar. Kendilerinden masa, sandalye, ev, bu satırları yazdığım kağıtları, uzak diyarlara gitmek için inşa ettiğimiz gemileri, hep ağaçlardan yapmadık mı? Çocukluğumun ilk 6-7 yılını geçirdiğim Artvin’deki bahçemizde bulunan kiraz ağacını, dut, nar, şeftali, bahçenin en alt kısmındaki heybetli ceviz ağacını tek tek hatırlıyorum. Birçok şey gibi tamamıyla yitmiş, kaybolmuş bu bahçedeki ağaçlar benim dünyamda yaşamlarını sürdürüyorlar. Belki çizgiyle, resimle yapmaya çalıştığım, çocukluğumun bu kaybolan cennet bahçesini bir şekilde yeniden yaratma çabası olsa gerek. Masallar, şiirlerden dizeler, bilinçaltından süzülenler kadar ağaçlara dair görsel her türlü çağrışımın da yer aldığı bu seri, kaç yıllık bir çalışmanın ürünü? Bir Ağacın Altında adı altında topladığım bu çalışmaları 2019 yılı içerisinde, bütün bir yıla yayarak günde, bazen haftada bir 2-3 resim yaparak oluşturdum. Defterlere çizdiklerimi de katarsak yüzlerce desen demek… Sergi için 50 civarında resmi Kasım 2019’da Türkiye’ye gelirken getirmiştim. Galeri Nev İstanbul’da prensip olarak bir sergi programımız vardı ama ne sergileyeceğim konusunda kararsızdım. Biraz da tekniğinizden bahsetmek istiyorum. Çin ve Japon estamplarından ilhamla pirinç kağıtlar üzerine suluboyayla gerçekleştirdiğiniz ve marufle tekniğiyle tuval üzerine gerilen bu eserler, aynı zamanda daha önce deneyimlemediğiniz yeni bir çalışma pratiğini oluşturuyor. Bu ilham nasıl doğdu? 20 yıl önce bir Çin yolculuğumuzda, Pekin’de kaldığımız otelin girişinde bir kaligrafi ustası turistlere hoşluk olsun diye isimlerini Çin alfabesi ile yazarak veriyordu. Benim için de böyle bir şey yazmıştı. Ben de kendisine karşılık olarak bir şey çizmek istediğimi söyleyince, boya ve fırçasını bana verdi. Çin alfabesini taklit ederek küçük gölge insanlarımla bir şeyler çizip kendisine hediye ettiğimde, yüzündeki sevinç ifadesini hâlâ hatırlıyorum. Bu pirinç kağıtlarına ilk defa çiziyordum ve bu kağıtları çok sevmiştim. Çin dönüşü bu kağıtlardan satın almıştım ama bir rafta beklemekteydi. 2019 yılının ilk günlerinde arşivimde başka bir şeyleri ararken bu kağıtları buldum ve birkaçını dikey olarak astım. Bu kağıtlardan birini masamın üzerine yaydım. Daha önceden hazırladığım mürekkep ve fırçalarla bir Çinli ya da bir Japon kaligrafi ustası gibi dikkatli ve saygılı bir biçimde… İncecik, kırılgan ve birkaç daldan oluşan ağaçlar çizmeye başladım. Yan yana, alt alta, kağıdın bütün bir yüzeyini bu ağaçlarla donatıyordum. Sonra başka fırçayla ve renkli mürekkepler, küçük fırça darbeleriyle ağaçların dallarının uçlarını renklendiriyordum. Yaprak mı? Çiçek mi? Belki de çizip boyadıklarım çocukluğumun meyve ağaçlarıydı. Kağıtla mürekkebin ilişkisi mükemmeldi. Ortaya küçük ormanlar çıkmaya başlamıştı. Giderek ağaçlar arasında dolaşan, yolunu kaybetmiş ama kaybolmaktan daha çok bulunmaktan korkan insanlar… Endişeli geyikler, masal ormanları, orman masalındaki kurtlar, kaplanlar… Bir ağacın altında oturmuş düşünen bir maymun. Düşündüğü için olsa gerek yüzündeki tebessümle… Frans de Waal’ın dediği gibi “maymunu ormandan çıkarabilirsiniz ama maymunun içinden çıkartamazsınız”. Kendini ağaç zanneden bir geyik ya da geyikler gibi koşup oynamayı düşleyen ağaçlar çizip boyadım. Siz yalnızca bir çizer değil aynı zamanda bir düşünürsünüz. Ve edebiyat ile edebiyatçılar ve düşünürlerin sizin sanatınızda ve eserlerinizde her zaman özel bir yeri oluyor. Bu seferki serinizde ve yer alan kitabınızda da pek çok yazar ve düşünür yine eşlik ediyor sizin desenlerinize ve ‘sesinize’. Bu isimlerle nasıl buluştunuz bu kitapta? Kitaba kattığım yazarlarla oluşan bu birliktelik bana güven veriyor. Pessoa’dan bir ilk satır... John Berger’in benimle birlikte olduğunu hissetmek… Nazım’ın Karlı Kayın Ormanı’ndaki yürüyüşü… Resimlerimden birini isimlendirdiğim, yürüyerek ölen büyük yazar Robert Walser, Jacques Prévert, Thomas Bernhard, Birhan Keskin, Mona İslam bu ağaç bayramında bana eşlik ettiler. Teşekkür ediyorum hepsine. “Ağaçlar insanlar gibidir ve birbirlerinin dostluğundan keyif alırlar. Yalnızca birkaçı sever yalnızlığı.” Jens Jensen ağaçlara dair söylemek istediklerimi iki satırla anlatmıştı. Bu kitapta mutlaka olmalıydı…
Doğanın son mesajları
2019 yılından olan bu çalışmalarınızın içlerinde orman yangını temalı üç eseri görünce insanın etkilenmemesi mümkün değil. Siz bu yılki yangınlar sırasında neler hissettiniz? Orman, Roman ve Kül ya da İçim Bir Orman İçim Yanar, Ben Yanarım Orman Yanar diye adlandırdığım bu üç çalışmayı yaparken 2019 yılında Brezilya’da Bolsonaro hükümeti kendi eliyle binlerce hektar ormanı yakarak tarım alanları yaratıyordu. Yerli halk için “yok hükmündedir” metodunu kullanıyordu. Yine aynı dönemde Avustralya’da çok büyük bir yangın sürmekteydi. Yüzlerce hayvan ve ağaç yanıyordu. Kangurular, koalalar ağaçlarla birlikte kavruluyorlardı. Bu yıl ise Türkiye’de, İtalya ve Yunanistan’daki orman yangınlarında da benzer acıyı yüreğimde hissettim. Bir geyiğin endişesiyle çizip boyadığım bu resimleri yaparken; yakın bir gelecekte, doymak bilmez bir “rant” açlığı ile önüne gelen ne varsa yok ederek ilerleyen bu vahşi, kapitalist dünyada ne ağaçlara ne de ağaçlardan oluşan cennet ormanlara yer kalmayacak diyerek, gökyüzüne yaydığımız karbon gazlarıyla ısınan dünyamızda orman yangınları, sel felaketleri, kuruyan göller ve nehirler, kutuplardaki eriyen buzullarla yükselen deniz seviyeleri sonucunda kaybolan, kaybolmakta olan adalar ve ülkeleri düşünüyordum. Belki bu sel felaketleri, orman yangınları bize doğanın gönderdiği son mesajlar olsa gerek. Ekolojik endişeler yıllarca birkaç entelektüelin fantazyası gibi çok fazla dikkate alınmadığı için bulunduğumuz yerdeyiz. Bu sergi aynı zamanda 50 yıla yayılan sanatsal üretiminize bütünlüklü bir bakış getiren bir tür retrospektif niteliği de taşıyor değil mi? 50 adet Bir Ağacın Altında serisinden sadece 33 tanesini sergiliyoruz. Buna ek olarak Haldun Dostoğlu ile birlikte daha önceki dönemlerdeki çalışmalarımdan 20’ye yakın resim seçtik. Bu sergi içinde ayrı bir bölüm gibi duracak. Buna retrospektif bir seçkiden çok bir “kesit” diyebiliriz. Böylelikle sergide 53 tane resim olacak.Pandemi günlerinde yeni kitap projesi
Pandemi dönemini nasıl geçirdiniz? O döneme dair eserlerinizi de yakında izleyecek miyiz? Paris’teki sosyal yaşam yaklaşık 8.5 ay süreyle askıya alındı. Sürekli evde çalışan birisi olarak bu eve kapanma beni çok fazla etkilemedi diyebilirim. En zor olanı eşi dostu görememek, sinemaya gidememek ve kafe ve bistroların kapalı olmasıydı. Beklerken arşivimi toparladım. 4-5 tane büyük boy deftere desenler çizdim. Kitap projeleri yaptım. John Berger’le birlikte yaptığımız 4 kitabın Çince baskısı yapıldı. Bir Ağacın Altında çalışmalarını yaparken bu projeye paralel olarak ağaçlar üstüne başka bir kitap projesi üzerine de çalıştım. 200’e yakın desenden oluşan bu kitabı Ağaçname, Sen Ne Güzel Bir Ağaçsın adı altında topladım ve resimler için HAİKU gibi kısa metinler yazdım. Üzerinde tekrar çalışmak için bekliyor.- Bir Ağacın Altında/ Selçuk Demirel/ Yapı Kredi Yayınları/ 128 Sayfa