Geçtiğimiz hafta sonu şahane bir dolunay vardı malum. Adadaki evin bahçesinde bir yandan dolunayın bir yandan yıldızlı göğün seyrine dalmış gitmiştim ki bir süredir Kitapsever’in sesini duymadığımı fark ettim. Neyse ki kafamı kaldırmamla evin terasında parlayıp sönen bir ışığı görmem de bir oldu. Işık teleskobun oradan geldiğine göre belli ki bizimki semayı benden daha bilimsel bir şekilde incelemeye koyulmuştu. Yine de yanına gidip “Ne yapıyorsun sen burada?” gibilerinden tüm zamanların en manasız sorularından birini sormadan da duramadım tabii. Bizimki ise sanki dünyanın en ciddi sorusunu yanıtlarmış gibi bir edayla “Göksel kürelerin devinimlerini izliyorum,” dedi. Suratımdaki alık ifadeyi o karanlıkta bile fark etmiş olacak ki tüm kibarlığıyla ‘cehaletimi’ yüzüme vurmadan, “Canım sen de bilirsin ya bizde Kopernik olarak bilinen, modern astronominin kurucusu kabul edilen Nicolaus Copernicus’un 1543 tarihli eseridir, Göksel Kürelerin Devinimleri Üzerine’si.”
İlk kitap Jules Verne'den
Kitapsever’in kitaplar kadar sevdiği bir diğer konu uzay olduğu için onun bu konudaki derin bilgisine her zaman hem saygı hem de ilgi duymuşumdur. Son dönemde önce Richard Branson ardından ise Jeff Bezos’un uzaya dolmuşla gidip gelir gibi bir edayla seyahat etmeleri, geçtiğimiz baharda Mars’a inen Perseverance’ın yarattığı Mars heyecanı vs. üst üste geldiğinden, bu aralar konuyla ilgili yeniden yoğun okumalara daldığının da farkındaydım. Eh işte üstüne dolunay da pastadaki vişne gibi tam yakışmıştı duruma. “Peki” dedim “herkes Ay’a giderken kitapseverler olarak yaya kalmamak adına, söyle o zaman bana uzayla ilgili kütüphanende öne çıkan neler var?” Belki Mars’ı küçük gri uzaylılara karşı değil ama onu kalbinden fethetmiştim işte bu soruyla. Gözleri en az tepemizdeki yıldızlar kadar parlayarak başladı bir çırpıda sayıp dökmeye… “Öncelikle beni hem bir kitapsever kılan ilk kitaplardan biri ve aynı zamanda gelmiş geçmiş en ilginç klasik romanlardan biri olan, büyük üstat, dönemin bilim-kurgu yazarı ve aslında fütüroloğu Jules Verne’in Ay’a Seyahat’ini söylemeliyim tabii ki. Geceleri annemden gizli geç saatlerde yorganımın altında romanı okurken, Verne’in 1865 yılında geçen hikayesinin kahramanlarıyla birlikte “geliştirdikleri bir uzay mermisiyle Ay’a gitmenin” hayallerini kurardım. Onun gibi bir diğer dahi ise benim manevi bilim babam olarak gördüğüm Carl Sagan’dır kuşkusuz. Sagan’ın Kozmos’u benim tüm zamanların ilk beş kitabımdan biridir. Yalnızca kitabı değil aynı adlı belgesel dizisini de gözümü kırpmadan kaç kez izlediğimi bilmiyorum.” “Eh,” dedim “madem öyle ben de Stephen Hawking’in Kara Delikler’ini ekleyeyim öyleyse bu listeye. Malum kara delikler bilinmeden uzay asla tam anlamıyla anlaşılamaz” diyerek bilmiş bilmiş sırıttım ben de, bana bu kitaptan bahsetmiş olan bir arkadaşıma sessiz şükranlarımla. Bizimki kafasını heyecanla sallayarak beni onayladıktan sonra, “Hadi,” dedi. “En sevdiğimiz uzay temalı romanları sayalım mı?” Ve tabii ki beni beklemeden başlayıverdi. “İlk sıramda son dönemden yeni bir romanı söyleyeceğim. Andy Weir’ın Marslı’sı aynı adla filme de çevrilen parlak bir eser. Kısaca Mars’a bir misyon için giden bir grup bilim insanından birinin tek başına gezegende kalmasının ardından yaşadıklarını anlatıyor. Marslı, bizi Kızıl Gezegen’in uçsuz bucaksız arazilerini keşfetmeye çağırıyor. Bir astronotun Mars’ta geçirdiği günleri konu edinen roman, sürükleyici öyküsü ile bilim kurguya tam anlamıyla yeni bir soluk katıyor,” diye anlattıktan sonra “Ve bence aslında Marslı bir Robinson Crusoe öyküsü anlatıyor” diyerek kıkırdamadan da edemedi sonunda. Sıra bendeydi madem, ayıla bayıla okuduğum Douglas Adams’ın Otostopçunun Galaksi Rehberi’ni söyledim ben de. Hoş ben daha çok öyküdeki absürt komediden etkilenip güle oynaya okumuştum kitabı. Romanda kahramanımız Arthur ile arkadaşı Ford, kendilerini Dünya’nın yok oluşundan kurtaracak uzay gemisine doğru yola çıkar. Otostopla tamamladıkları bu yolculuk sonucunda bir uzay gemisiyle karşılaşırlar. Hayatları kısmen kurtulmuştur. Ta ki mürettebat tarafından fark edilene dek… Bir dizi serüvenin yaşanacağı galaksi evreninde Arthur’a eşlik eden yalnızca Ford olmayacaktır. Ve bir de Arthur’un havlusu… Havlu, galaksi evreninde dolaşırken oldukça önemlidir. “Ah, havluyu hatırladım tabii, havlu mühim” dedi beni dinleyen Kitapsever. Ve hayır şaka yapmıyordu, bir roman söz konusu olduğunda zaten asla şaka yapmaz. “Peki,” dedi “madem öyle en sevdiğim bilim-kurgu klasiklerini sayayım ben de. İlk sırayı Frank Herbert’in Dune’una mı yoksa Isaac Asimov’un Vakıf’ına mı versem bilemedim doğrusu. Her ikisi de epik seriler. Her ikisi de sözde gelecekteki uzay kolonilerini anlatırken aslında insanoğlunun değişmez ruhunu ve yapısını gözler önüne seriyor. Zaten hep derim iyi bilim-kurgu değme felsefe kitabından daha etkilidir diye.” Bilim kurguda dönüm noktası
“Ya,” dedim “aklıma ne geldi. Aynı Kozmos (gerçi o bilimsel bir eserdi) gibi film uyarlamasıyla paralel yazılan bilim-kurgu romanı ne biliyor musun?” Tabii ki biliyordu. Bildiğini gözlerindeki ışıltıdan anlamıştım. Ama her zamanki zarafetiyle son sözü söylemeyi bana bırakmıştı. “Arthur C. Clarke’ın 2001: Bir Uzay Destanı adlı eseri,” dedim. “Clarke’ın Stanley Kubrick ile beraber geliştirdiği, filmle aynı zamanda yazılan bu klasik roman, uzay keşfiyle insan evrimini, yapay zekâyla insanın evrendeki yerinin sorgulamasını bir araya getirdiği kurgusuyla, bilim kurgu yazınında bir dönüm noktası niteliği taşır.” Sözümüz bitti. Kitapsever elindeki kadehi Ay’a doğru, sözünü ettiğimiz tüm bu yazarların şerefine kaldırdı. O an bir yıldız kaydı. Gülümsedik. Aynı anda bir ağızdan, “Hüseyin Rahmi Gürpınar, Kuyruklu Yıldızın Altında Bir İzdivaç” deyiverdik.