Her şey birkaç yıl önce Sibel’in gelip bana “Ben yeni bir kitaba başladım” demesiyle başladı. Sibel bir yazardı yeni bir kitaba başlaması da haliyle doğaldı. Ama bu kez bir şeyler farklıydı. Çünkü dünyanın tanıdığı çok bilinen bir ismin, pek de bilinmeyen, hep gölgeler ardında kalmış oğlunun gerçek hikayesine dair yazıyordu. O ünlü isim Nâzım Hikmet’ti. Adını ve varlığını babasının dünyaca ünlü dizelerinden okusak da kendisi hep gölgelerde kalmış, bir sır olmuş oğlu ise Mehmet Hikmet… Sonra uzun bir yolculuğa çıktı, görünürde Mehmet’in yaşamına ve sırlarına, görünmeyende ise kendisinin ve bu hikâyeye değen pek çok kişinin derinlerine… Sibel bir şey anlatmasa da ben de onun yüzünden okuyordum o hikâyeleri. O değişiyordu ve onunla birlikte bu hikâyenin bir diğer önemli kahramanı olan Gündüz Vassaf da… Mehmet Hikmet’in en yakınlarından, neredeyse onun tüm yaşamına tanıklık etmiş olan Vassaf’ın bir anlamda başlattığı bu yolculuk, onu da bu serüvene katmıştı. Sonra bir gün gelip bana “Bitirdim, okur musun?” dedi. Oturdum, bir solukta okudum. Yalnızca Mehmet Hikmet’in hikâyesini değil, 1950’lerden günümüze Türkiye’nin entelektüellerinin hikayesini de anlatan bu kitapta doğal olarak Nâzım Hikmet de var. Oğlu Mehmet Hikmet’in annesi Münevver Andaç da… Ama her şeyden önce dünyaca ünlü bir babanın isminden her anlamda faydalanabilecekken arka planda durmayı seçmiş, yetenekli ama bilinmeyen bir ressam ve asil bir ruhun hikâyesi var: 2018’de kaybettiğimiz Mehmet Hikmet’in…

Neden gölgede kaldı
İşitiyor musun Memet?’te (Doğan Kitap), Sibel Oral hayranlık verici -kendi deyimiyle- bir tür ‘kazı çalışması’ yaparak, ona dair bilinmeyenleri, ülkeler, şehirler, rüyalar ve zamanlar arasında gidip gelerek bulup çıkarmış, o duyarlı kaleminden geçirerek anlatmış. Bu kitabın çok konuşulacağı kesin çünkü ‘Nâzım Hikmet’in oğlu’na dair. Ama lütfen siz okurken bunun aslında, gölgelerde kalmayı hak etmeyecek kadar özel bir ruh olan ‘Mehmet Hikmet’in kendi hikâyesi olduğunu unutmadan okuyun. Ki Sibel Oral da tam da bunu yapmış… Bu çalışma her ne kadar görünürde Mehmet Hikmet hakkında olsa da onun yanı sıra senin hakkında, Gündüz Vassaf hakkında, babalar ve oğulları, anneler ve oğulları, sevgililer, aile ve en önemlisi dostluk hakkında bir serüven değil mi? Bu yola çıkarken bu kadar çok aynayla yüzleşeceğini bekliyor muydun? Hayır, aslında nasıl yazacağımı hatta yazıp yazamayacağımı bile bilmiyordum ama aklımda bir soru vardı: Herkesin meşhur olmak istediği, meşhur biriyle görülmek istediği çağda neden kendini saklamıştı? Ama dediğin gibi çok aynayla yüzleştim ve bunun başıma geleceğini hiç bilmiyordum.Şiirdeki ‘Memet’ o
Peki, Mehmet Hikmet hakkında bir biyografi çalışması yapma fikri nasıl doğdu?

Bu kitapla ressam Mehmet’i öğreneceğiz
Nâzım Hikmet’in bu ülkede apayrı bir yeri var. Ona neredeyse bir anlamda tartışmasız tapanlar gibi, bugün dahi sevmeyenler de mevcut. Mehmet’in, böylesine efsane bir babanın oğlu olmanın yükünü nasıl taşıdığını da kitaptan izliyoruz. Peki Nâzım Hikmet’in öz oğlu Mehmet neden kabullenilmemiş, hep gölgelerde bırakılmış? Nâzım Türkiye’den kaçtığında Mehmet kundakta bebek. 10 yıl boyunca polis gözetiminde yaşıyor ama bir ağaca çıkıp “benim babam dünyanın en büyük şairi” diye bağırabiliyor, sonra Türkiye’den kaçıyorlar. Nâzım artık Vera ile evli, zaten iki yıl sonra da Nâzım hayatını kaybediyor. Mehmet öyle ya da böyle terk edilmiş bir çocuk. Kimse onun kırgınlığına acısına bakmadan görmezden gelmiş. O da annesi Münevver Hanım da konuşmamayı tercih etmiş. Ama bir şey diyeyim: Ölümünden “iki gün sonra” Türkiye’nin önde gelen meşhur yazarlarından birinin oğlu, Mehmet için “Babayı geçme arzusu hemen her oğulda vardır. (Valla bende olmadı!) Ondaki babayı geçme değil, daha çok babayı öldürme arzusuydu (…) Ressam oldu ve keşke şair olsaydı dedirtecek kadar kötü bir ressam oldu” yazmış. İyi ki gölgede kalmış Mehmet, o gölgeler daha aydınlık yüzlerle dolu. Biz bu kitapta ona dair bilinmeyen ne öğreneceğiz? Susmuşluğunu, acısını, incelikli dostluklarını, annesine olan sevgisini hem babasına hem de Türkiye’ye hasretini. Ama zaman zaman da egoistliğini, sağını solunu bilmeyişini, rakamlarla arasının iyi olmadığını, uzun çoraplarını, Meis Adası’ndan Türkiye’yi izleyip hasretle rakı içişini ama en önemlisi ressam Mehmet’i. Resimlerine imza atmayan ama resimlerine sığınan Mehmet’i. Sanırım bu çalışmada seni en çok etkileyen kişilerden biri de annesi, Münevver Andaç olmuş… Münevver Hanım, Nâzım’ın vatan haini ilan edilmesinin cefasını çekmiş. 10 yıl boyunca polis gözetiminde yaşamış, dostları selamı kesmiş, bu arada Nâzım’ın şiirlerini Fransızcaya çevirmiş. Orhan Pamuk’un, Yaşar Kemal’in çevirmeni; ödül alıyor Pamuk çevirisiyle. Münevver Hanım’ı tanıdıkça Türkiye entelektüel dünyasının bir kadını nasıl görmezden geldiğini de gördüm.Gündüz Vassaf: “Sibel bu kitapla unutturulmak istenen bir yaşamın sayfalarını araladı”
Mehmet Hikmet’le sizin yakınlığınız nereden kaynaklanıyor? Hayatınıza nasıl girdi? Paris’te, Sovyetler’den yeni iltica etmiş dayım Zekeriya Sertel’in evinde… ‘70’li yıllardayız. Hepsinin arkasında onlarca yıl Türkiye’den kopuşlarının, Nâzım Hikmet’le yaşanmışlıklarının sessizliği... Mehmet’le dünü sorgulamadığımız, yarınları planlamadığımız keyifli bir yolculuğa koyulduk. İşitiyor musun Memet? kitabına dair neler söylemek istersiniz? Sibel bu kitapla unutturulmak istenen bir yaşamın sayfalarını araladı. Sanat dünyasıysa, Mehmet sergilerden uzak durduğundan, henüz resimleriyle tanışamadı. Kim bilir, belki gün gelir ressam Mehmet Hikmet’in babası da denilir Nâzım Hikmet için.- İşitiyor musun Memet?/ Sibel Oral/ Doğan Kitap/ Biyografi/ 368