Ülkemizdeki sanat piyasası kendi şahsına münhasır bir şekilde, bir yandan çok dinamik, heyecan verici ve büyümeye yatkınken bir yandan da en küçük dış sorunda sallantı geçirmeye, küçülmeye yatkın, tabiri caizse kaygan zeminde görkemli şatolar kuran bir sektör yapısına sahip. Tabii bir yandan da bu piyasayı oluşturan galericiler, sanatçılar, yayıncılar, eleştirmenler, koleksiyonerler, akademisyenler, müze ve inisiyatifler ile vakıflar da kendilerine has sorunlarıyla başa çıkmaya ve bu kaygan zeminde hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Hal böyle olunca biz de onların seslerine kulak vermek istedik. Yani bu köşede bundan sonra zaman zaman onları konuk edecek ve sorunlarının yanı sıra hikayelerini de dinleyeceğiz.
İlk konuğumuz ise Türkiye’deki sanat piyasası ve galericiler denilince ilk akla gelen isimlerden biri olan Murat Pilevneli. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü'nden mezun olan Murat Pilevneli, ressam Mustafa Pilevneli'nin de yeğeni. Bizler onu öncelikle Galerist’in kurucusu olarak tanımış olsak da meslekteki tecrübesi çok öncelere dayanıyor. Aynı zamanda Art Unlimited ve İstanbul Art News gibi dergi ve gazeteleri de bir dönem kuran ve yayınlayan Pilevneli, dolayısıyla yayıncılık konusunda da tecrübeli bir isim. Her daim sıra dışının peşinde olduğunu düşündüğüm, sektörde alışılageldik kalıpların dışındaki duruşuyla da tanınan vizyoner bir kişiliğe sahip olan Murat Pilevneli; 2012 yılında sanatçılar ile sanat profesyonelleri arasında bir köprü kurmayı hedefleyen Pilevneli Project'in ardından 2017’de de Pilevneli Gallery’yi kurmuştu. Son olarak ise The Ritz-Carlton Residences’da gerçekleşen “Art Show: Galeriler Buluşması” etkinliğinin yaratıcılarından biri olmasıyla gündemimizde ön sıralarda yer alan Murat Pilevneli ile ülkemizdeki sanat piyasasını, sanat ortamını, galericilerin sorunlarını, çare önerilerini ve kendisinin yeni projelerini konuştuk.
Çok uzun yıllardır sektörde yer alan biri olarak, galericiler tarafından baktığınızda şu andaki sanat piyasasını, sanat ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ama öncelikle siz mesleğinizde kaçıncı senenizdesiniz?
Ben Galerist’i 2000'de kurdum ama öncesi de var. Beral Madra'da asistanlık, sergi koordinatörlüğü... Sanat eğitiminden sonra profesyonel olarak 30 yıldır aktif olarak bu sektördeyim. Aslında 2000'lerin başından konuşmak nispeten daha kolay çünkü Türkiye'nin de çok ciddi bir şekilde bir açılım süreci yaşadığı bir dönemdi. Ama bu açılım süreci sadece Türkiye özelinde değildi. Batı, sanatsal olarak sadece Türkiye'ye değil, her yere karşı meraklıydı. Aynı zamanda ciddi bir sermaye akışı da oldu Türkiye'ye. Ve tabii bu gelişimler çok hızlı oldu. Aslında yavaş gelişmesi daha iyi, çünkü o zaman mesleki olarak daha iyi bir temel oluşuyor. Bizim sanat ortamı, sanat piyasası, galericiler piyasası 2000'lerde bu imkana pek sahip olamadı. 2011-2012 yılı sonrasında kademeli olarak bir düşüş, bir enerji kaybı oldu. Uluslararası ile olan iletişimimiz her geçen gün azalmaya başladı, üstüne pandemi geldi ve geçen sene bence artık bunun dibini gördük. Bunlar üst üste gelince sektör başta yapması gerekeni şimdi yavaş yavaş algılamaya başladı. İşte bunun sonucunda mesela “Art Show: Galeriler Buluşması” çıktı ortaya. İlk defa dedik ki “Arkadaşlar biz bir sektörüz. Ama biz sektör olarak yan yana gelemiyoruz. Neden biz kolektif bir şekilde, ortak kararla bir şey yapamıyoruz?” Mesleki olarak ilk defa yan yana gelme bilinci oluştu. Ama tabii ki bu iradenin devam ettirilmesi ve daha kurumsal hale getirilmesi lazım. Yedi galerinin yan yana geldiği bir dernek kuruldu. Pi Artworks, March Art Project, Sanatorium, Öktem Aykut var. İlk önce yedi galeriyle kurdular. Şimdi üye almaya başlıyorlar.
Bence sektörün tek ihtiyacı olan, birlik beraberlik içerisinde ortaklaşa bir şey yaratmak. Ortak değerleri sahiplenmek
Bir ara pek çok galeri vardı. Onun da getirdiği ‘nicelik var ama nitelik var mı?’ mevzusu da var…
Bu dünyada olan bir şey, Türkiye'de de var ve normal bir şey esasında. Kötü bir şey değil bu. Ama mesela İngiltere'de nitelik ve niteliksizliği ayırt edebilecek bir tarih, bir geçmiş var. Yani niteliksizlik o kadar kolay var olamaz orada. Türkiye'de bu derinlik olmadığı için niteliksizlik aslında bir anda bir ana akıma dönüşebiliyor. Çünkü şu sorun da var. Para her seferinde yeni insanlara el değişiyor, bir sanayicinin elinden geçiyor, öbür sanayiciye. Bu el değiştirenler aslında farklı bir geçmişten geldiği için geçmiş de yok. Ve herkes kendi geçmişini yaratmanın derdinde olduğu için otomatikman sanat ortamında bir anda niteliksizlik hakim olmaya başladı. Şu anda yan yana gelen 24 galerinin hepsi niteliğin peşinde. Çünkü mesela piyasada hakim olan ancak niteliksiz bazı galeriler vardı, almadılar, sıfır oy verdiler. Biz çünkü oylama usulüyle galeriler aldık bir noktadan sonra. Mesela 20 tane galeri varsa oy verme sisteminde, dedik ki 11 galeri tamam derse, bu galeri bize dahil olabilir. Bu şekilde bir-iki tane galeri dahil edilmedi, niteliksizlik dolayısıyla. Şu anda aslında yeniden kurulmaya çalışılan şey biraz bu nitelikliliğin tekrar ortaya çıkarılma meselesi. Ama kolay mı? Çok zor. Düşünsene, yıllardır bizim bir teşvik sistemimiz yok.
“Sektörün tek ihtiyacı ortaklaşa bir şey yaratmak”
Teşviklerden bahsedelim. Devletten ne bekliyorsunuz?
Aslında kimsenin devletten bir beklentisi yok. Çünkü zaten devlet bir şey yapmadığı için sektör devletin desteğinden de yoksun bir şekilde zaten var oldu. Ama tabii şöyle sıkıntılar var. Mesela uluslararası sanat ticareti yapmak çok zor. Çünkü gümrük mevzuatları çok ağır. Geçici ithalat vergileri çok ağır. Bir taraftan da devlet açısından da aslında empati kurmak gerekiyor. Sonuçta bizim aslında isteyebileceğimiz şey KDV insin. Bütün sektörler ister. Ama mesela galericilerin bir derdi var ama bakanla görüşürken dernek yok. Şu anda, 20 yıl sonra ilk defa daha yeni bir dernek kuruluyor. O dernekte de bir noktadan sonra biri çıkacak ortaya diyecek ki bakanla görüşebilir miyiz bu sefer? Tabii ki. Ama bu sektör bunu yapmadı şimdiye kadar. Bu hassas bir mesele. Bence sektörün tek ihtiyacı olan şey gerçekten bu birlik beraberlik içerisinde ortaklaşa bir şey yaratmak. Ortak değerleri sahiplenmek. Hepimiz rakibiz. Hepimiz benzer insanlarız. İş satmaya çalışıyoruz, olabilir. Ama ortak menfaatimizle biz kenetlenmeliyiz. Bence biz bunu kazanabilirsek bu sektör için çok büyük bir şey ve aynı zamanda niteliğinin bir şekilde tasdik edilmesi ve korunması anlamını taşıyor.
Peki şimdi siz bu Art Show için bir araya gelen galeriler kurumsallaştınız mı? “Bir araya gelelim, biz her şeyi başarırız” derken nereyi kastediyorsunuz?
Hayır. Derneğin misyonu farklı. Dernek temel piyasa kuralları gözeten ve bunu koruyan bir kurum olmalı. Bir meslek odası gibi. Art Show ise bir etkinlik. Orada şöyle güzel bir şey var. Bir, galericiler bir katılım payı ödemiyor. Herkes benzer metrekarelere sahipti. Herkesin yeri kurayla çekildi. Katılımcı galeriler de kura sistemiyle seçildi. İki, mekan handikapı vardı. Mekan basık, otopark… Ortak bir duyuru sistemimiz yoktu. Yani merkezi yönetim yoktu. Kolektif bir sponsorluk vardı. Bir taraftan hoş, bir taraftan da zor şeyler.
İlk fikir olarak sizden çıktı ama değil mi?
İlk fikir olarak öyle oldu. Fikri ortaya atmak başka, fikrin sahibi ise sektör. Ama hep bir şey yapma fikri var bende. Fuarcılık, özellikle Türkiye’de çok önemli. Contemporary Istanbul bu anlamda önemli bir görev üstleniyor ve önemsiyorum. Ali Güreli’ye de mesela Bodrum’da bir şey yapma konusunda önerilerde bulundum. İstanbul’da iki fuar yerine, bir tane Bodrum ve bir tane İstanbul’da. İki sene önce ona bir çadır bulduk. Belediyeli, ücretsiz verilsin vs. Yapıp yapmamak CI’nin kararı. Yani bende her zaman sektör adına böyle bir şey yapılması fikri var ve olmaya da devam edecek. Derdim fikirlerle, sahiplenmeyle alakalı değil. Art Show, “sektör neden kendi kendine bir şey organize etmesin?” derken, 3-4 galerici arkadaş buluştuk ve bu böyle büyüyerek gitti. Gayet de iyi oldu. Bundan sonra devam edip etmemesi de yine tüm galerilerin ortak kararına bağlı.
“Koleksiyonerlik her geçen gün kötüye gidiyor”
İşin galeriler tarafını konuştuk. Sizler için en önemli kısım koleksiyonerler. Onları nasıl görüyorsunuz, koleksiyonerlik kurumu ülkemizde giderek iyileşiyor mu? Yoksa...
Her geçen gün daha da kötüye gidiyor. Piyasanın büyümesine sebep veren koleksiyonerler oldu. Onlar bir kere doydu. Kaldı ki bir de doymakla birlikte olumlu olan yükselişi ve aynı zamanda düşüşü de yaşadılar. Yani bazı şeylerin esasında tamamen spekülasyon olduğunu gördüler. Ve en önemlisi bu hepsi için geçerli değil ama sanatımızın büyük bir bölümünün de aslında sadece ulusal olduğunu gördüler. Şimdi bu nedenle motivasyonları kalmadı. Bu bahsettiğim eski, nispeten artık bilinçlenmiş olan bir koleksiyoner tipi. Şu anda piyasada koleksiyonere iş satmak neredeyse yok. Yani şu anda şayet duvarında bir yeri yoksa kimse artık fazla iş almıyor. Biz koleksiyonlardan ne anlıyoruz? Asmasa da, bir yere koymasa da mutlaka biriktiriyor. Yani demek istediğim şu anki sanat ticareti, sanat satışları tamamen ihtiyaca dayalı gidiyor. Yerin varsa eser satar, yer yoksa da hiç satmaz. Çağdaş yaşam artık sanatsız olmadığı için yine girilen her bir evde mutlaka sanat eseri olmak zorunda.
“Yeni koleksiyonerlerin yerli sanatçılara inancı yok”
Ama taze ve genç birileri de var artık…
Koleksiyoner yok değil, var. Ama o da eski kuşağın, bir alt kuşağı var. Biz bunlara 35-50 diyelim. Onlar da ciddi para harcıyor uluslararası topluyorlar. Onların da yerli sanatçılara karşı bir inançları yok. Şimdi bu nedenle piyasa çok kötü. Ve bizim motivasyonumuz da kalmıyor. Benim şahsi motivasyonum koleksiyonerlerle sohbet etmekti. Biz bu işi bir kültürel alışveriş olarak görüyoruz, yani ben kendimi koleksiyonerden farklı olarak görmüyorum ki. Benim yaptığım şey sadece onları bir yerlerden bulup çıkarmak, göstermek. Sonra da koleksiyona emanet etmek, vermek. Ben bu diyalogdan haz alan bir insanım. E kalmadı ki. Çok az. Yani sektör açısından çok moral bozucu. Demek istediğim şey, bütün bu motivasyonlar ortadan kalktıkça, koleksiyonerlerle olan diyaloglar azaldıkça, nitelik niteliksizlikle el değiştirmeye başladığı noktada tat kaçıyor.
Peki ne yapmak lazım, bu kısır döngüden nasıl çıkacağız?
Doğru ve iyi şeyler yapmak en önemlisi. Bu da tabii galericilere düşüyor. Yani galericiler yaparsa olur, yapmazsa olmaz. Sanatçı yaratma derdinde ama bunun aurasını yaratmak galericinin işi. Şimdi mesela bu aurayı yaratmak için biz ne yapıyoruz? Gidiyoruz Bodrum'da, gidiyoruz Likör Fabrikası’nda bir şeyler yapıyoruz. Bunlar hep aurayı yaratmak, tek düzeliği kırmak, daha büyük kitlelere ulaşmak için uğraştığımız ve yaratmaya çalıştığımız şeyler. Ama biz bunu yapmayıp sadece galerinin içinde kalırsak her geçen gün daha da öleceğiz. Zaten bence galericilik çok geleneksel bir meslek. Bugün artık sanatçıların sosyal medya, dolayısıyla kendi duyuru alanları var. Adam bir resim yapıyor. Gidiyor post ediyor. Zaten reklamını yapıyor. Biri de ben bunu almak istiyorum diyor. O zaman galerici ne yapıyor? Gösteriyor. Bir şekilde tercümanlık yaratıyor, ticari bir aracılık...
Bu sıradan galeriler için. Halbuki, iyi bir galerinin yapması gereken, o sanatçının kariyerini yönlendirmek…
Her halükarda iş bu, menajerlik zaten. Ama bu konuda bilinçli olan ve bunu yapabilecek çok az galeri var. Bilmeyenleri de suçlamamak lazım. Çünkü onlar da öyle bir dünyadan geliyorlar. Ama dediğim gibi çok büyük bir dilemma. Demek istediğim açıkçası sektör nereye gidiyor, hiçbir fikrim yok. Ve bu da benim önümde duran en büyük dilemma açıkçası. Çünkü ben de zaman zaman çok fazla sorguluyorum. Biz ne yapacağız? Ne yapıyoruz?
“Piyasa büyüdükçe niteliksizlik işin içine girmeye başlıyor”
Sanat artık galeriden çıktı sokaklara, AVM'lere, inşaat şirketlerine bir sürü yere girdi ama orada da tabii nicelik ve nitelik sürekli sorgulanıyor. Sponsorlar olmadan ise zaten sektör zor gidiyor. Böyle bir noktadayız. Ama sponsorlar ne kadar girmeli sanat sektörüne? Sponsorluk kurumu ne kadar doğru tanınıyor ülkemizde? Hayatta kalabilmek için olmadık bir firmayla da çalışmak gerekebiliyor…
Piyasa büyüdükçe niteliksizlik veyahut da sanattaki niteliği olmayan insanlar da doğal olarak işin içine girmeye başlıyor. Böyle bir çekirdekten çıkıyorsun ve bir anda alakası olmayan bir sürü insan işin içine girmeye başlıyor. Bence sanat piyasası büyüdükçe de -aslında şu an genel dünyanın sanat piyasasına bakıyoruz- yeni bir şey çıkmıyor ortaya. Hep bir şeyin aynısının ufak bir nüansı… Bence inanılmaz bir tıkanma ve büyük bir spekülasyon var. Dün hiç tanımadığın adam bugün bir anda 500.000 dolarlık olabiliyor. İki sene sonra bir bakıyorsun, yok. Müthiş bir spekülasyon. Çünkü bilgisizler gelince onları satmak da kolay. Ama bu sıkışmanın da nereye gideceğini göremiyorum. Çünkü sen de biliyorsun sanatta hep bir gelişme diğerini takip eder. Çok basit ABC gibi anlatayım, birisi bir çizgi atıyor, sonra derken üstüne bir nokta koyuyor, sonra o noktanın üstüne bilmem ne koyuyor. Yani bugünün sanatında üstüne nokta koyacak şey de kalmadı. Tamamen bir tüketime dönüşmüş vaziyette. Bu nedenle artık bizi kimler motive edecek? Refik Anadol, o beni motive ediyor.
“Pop-up şeyler yapmak daha cazip geliyor bana”
Biraz Pilevneli Gallery’ye gelelim. Yeni projeler, hayaller var mı?
Sabitlikten ziyade hep değişkenliği hedeflediğim için geçici ve pop-up şeyler yapmak daha cazip geliyor bana. Yani mesela bu yaz için çalıştığım birtakım fikirler var. İki günlük işler üzerine bir şey yapma hayalim var. İlk etapta galeriyi reforme etme derdindeyim. Çünkü ben açıkçası galeri olarak demode kaldığımı, tuhaf bir komplekse doğru itildiğimi düşünüyorum. Türkiye’den kendini kabul ettirmek için hep bir çizgiye sahip olman gerekiyormuş gibi geldi bana hep. Ama şu anda durduğum noktada, bu çok demode bir şey. Halbuki aslında ben Murat olarak sevdiğimi yapmak istiyorum. Benim de bununla eğlenmem ve bundan feyiz almam, bir motive olmam lazım. Bazı kararlarım var. Önümüzdeki günlerde onları uygulamaya başlayacağım. Bir taraftan var olan bir niş noktada bazılarını temsil etmeyi seviyorum. Ama bir taraftan da ben bütün piyasayı seviyorum. Bu nedenle önümüzdeki günlerde danışmanlık müessesine biraz daha ağırlık vereceğim.
“Beyinleri açık tutmak adına sanat yayıncılığı çok önemli”
Eski bir yayıncı olarak sanat yayıncılığı ve rolünün önemi ile sanat eleştirmenliği hakkında neler söylemek istersiniz?
Yakın tarihle ilgili çok az yazılmış yayın var. Şimdi bilinçli olduğumuz bir 25 yıllık bir dönem var değil mi? Biz şayet eski kuşak ve eski kafalılar olarak niteliğe hâlâ önem veriyorsak o zaman demek ki sanat yazarlığı, yayıncılık, bu anlamda çok önemli. O niteliği ayakta tutmak, nispeten bir çizgi çekmek için çok önemli. Sanat eleştirmenliği çok gerekli. Çünkü bugün siz iyi bir şey yazdığınız zaman hâlâ bunu okuyacak bir kitle var. Bugün de insanlar sadece saçma sapan tartışma programları ve Survivor falan seyrediyor. En nitelikli insanı bile niteliksiz hale getirebiliyorsun. Farkına varmadan, birtakım klişelere sokarak, onu işlevsiz hale getirebiliyorsun. Medyanın gücü. Bu beyinleri açık tutabilmek adına sanat yayıncılığı çok çok önemli.