Selim İleri ile ilk kez 90’ların sonunda, henüz mesleğimin başlarında taze bir gazeteciyken tanışmıştım. Yine bir romanı için röportaj yapmaya gitmiş, ancak sohbet bir anda koyulaşınca röportajı unutup romanların özellikle de aşk romanlarının muhabbetine dalmıştık. Hayatta her şeyi kitaplardan okuyup öğrenmeyi seven benim gibi bir kitap aşığı için böyle bir edebiyat ustasıyla romanlardaki aşka dair konuşmak büyüleyici güzellikteydi. O gün oradan kendimi çok şanslı hissederek ayrılırken, İleri’nin bana söylediği bir cümle hayat boyu aklımdan silinmemek üzere benimle geliyordu: “Artık eskisi kadar aşk romanları yazılmıyor. Bence siz bir tane yazmalısınız, mutlaka yazın,” demişti bana büyük usta. O romanı yazamadım ama aşka dair yazılmış her yeni romanla karşılaştığımda içimden hep İleri’yi andım, “Acaba bu romanı okusa sever, yazıldığı için sevinir miydi?” diye düşündüm.
Bugünlerde Selim İleri’nin Everest’ten çıkan yeni romanı Yalnız Evler Soğuk Olur yayımlandığında da bir kez daha o ilk sohbetimizi andım. Çünkü bu romanın merkezinde hayata küsmüş bir aşk romanları yazarı yer alıyordu. Dahası da vardı ama. Öyküleri, romanları, senaryoları, eleştirileri, edebiyat dünyasına dair gözlemleri ve anılarıyla yazıyla ilişkimizi hep diri tutanlardan Selim İleri’nin yeni romanı Yalnız Evler Soğuk Olur kendine has bir özelliğe sahipti: Bu romanın anlatıcısı Selim İleri’ye çok benziyor; adeta onun anılarına sahipmişçesine aynı yollardan geçiyor, yaşadığı yerlerden, onunkine benzer bir çocukluktan sahneler hatırlıyordu. Dahası, tıpkı İleri gibi o da yazıyordu, hatta belki aynı kitapları kaleme almıştı. İleri, bizi büyüleyici güzellikte bahçe manzaraları arasında dolaştırırken asıl olarak kendi belleğinin bahçelerinde bir gezintiye çıkarıyor, kendi anılarıyla roman kahramanının, ülkemizin yakın tarihinden siyasi genç ölümler ve kimi figürlerle dünya edebiyatından büyük isimlerin yaşamları birbirine karışıyor, bir rüya gibi eriyip birbirlerinin içine geçiyor, gerçek hayat ve kurmaca belirsiz çizgilerle bütünleşiyor, uzun bir anlatıya dönüşüyordu. Vaktiyle yaratmış olduğu kahramanlar, özellikle aşk romanları yazarı Süha Rikkat karşısına çıkıp ondan hesap sorduğunda, anlatıcı tıpkı Selim İleri’nin de yapacağı gibi, elli yılı aşan bir yazı deneyimiyle onunla yüzleşiyordu hikayede.
Selim İleri ile Yalnız Evler Soğuk Olur’un anlatıcısı arasındaki ilişki, İleri’nin çok sevdiği Nahid Sırrı Örik’in “Bir Küçük Çocuk” öyküsüne düştüğü notu hatırlatıyor: “Bu yazının anlattığı çocuk ben değilim ve çocukluk hatıraları benim kendi çocukluğumun hatıraları değildir. Fakat kendi çocukluğumun hatıralarıyla bu hatıralar arasında bazı kısımlar birbirinin aynı gibidir.” Bir yaşamdan birçok yaşama, bir evden birçok eve dağılmış, hiç dinmeyen acılar, genç ölümler, darağaçları… Ve sonra, Selim İleri ile bir kez daha o bahçede bir gezintiye çıkıyoruz birlikte.
Öncelikle bu romanın hikayesi/ fikri sizin için nasıl doğdu? Kulağınıza ilk gelen fısıltılar, kalbinize ilk düşen hisler nelerdi? Hangi dönemde yazmıştınız?
Yalnız Evler Soğuk Olur, 2000 yılının başında, birdenbire Aysel Gürel’in sözlerini yazdığı, Onno Tunç’un bestelediği, Sezen Aksu’nun yorumladığı o unutulmaz Son Bakış’ı dayanılmaz bir şekilde hatırlayışımla başladı. Daha gerisinde Annem İçin’de yazdığım gibi, Alzheimer hastası annemin Erdal Eren’in idamını televizyondan öğrenmesi karşısındaki, sözüm ona, iddiaya göre ‘bilinçsiz’ tepkisi, ansızın haykıra haykıra ağlamaya başlaması… Cümleyi tamamlamak istemiyorum. Tabii bunların yanı sıra yaşadığım hiç de kısa sayılmayacak bu ömürde, dinmeyecek siyasî diye adlandırdığımız -bireysel ve toplumsal- yıkım.
Romanı okumadan önce Virginia Woolf’tan bir alıntı ile başlıyoruz. “‘Romanın kendine özgü gereci’ diye bir şey yoktur; her şey romanın kendine özgü gerecidir, her duygu, her düşünce, kafayla ruhun her özelliği kullanılabilir; hiçbir algı işe yaramaz değildir…” Soğuk Evler Yalnız Olur da aslında bildiğimiz roman formundan, romanın anakarasından uzakta. Bu bağlamda da sizin söyleyeceklerinizi dinlemek isterim…
Rahmetli Akşit Göktürk’ün bize kazandırdığı bu tümce, Virginia Woolf’un tümcesi, çağımızda romanın özgürlüğü hakkında bir başyapıttır. Yirmi bir, yirmi iki yaşlarında başladığım roman yazma çabalarında hep sonsuz bir özgürlük aradım. Niye şunlar şunlar roman olabiliyordu da şunlar şunlar olamıyordu… Ancak büyük romancıların, büyük yorumcuların pervasız tutumlarını öğrendikçe korkularımın bazılarını yenebildim.
Romanın anlatıcısı ile sizin aranızdaki benzerlikler ilişkisi çok dikkat çekiyor. Sizin de çok sevdiğiniz Nahid Sırrı Örik’in “Bir Küçük Çocuk” öyküsüne düştüğü notu anımsatıyor insana. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
“Bir Küçük Çocuk” öyküsü olağanüstüdür. Ama Yalnız Evler Soğuk Olur söz konusu olacaksa, aynı usta Nahit Sırrı’nın “Kanlıca’nın Bir Yalısında” öyküsünü de eklemek isterim: Yaşamaktan umduğumuz sonsuz sevinçler/ yaşadığımız sonsuz bezginlikler, yok oluşlar…
Siz zorlu bir sağlık sorunları sürecinden geçtiniz. Bu sürecin yazma halinize nasıl bir etkisi oldu?
Yalnız Evler Soğuk Olur’a hastalığım sırasında tabii hiç el atamadım. Ancak son dört-beş ay metni yeniden kaleme getirdim, bu son şeklini verdim. Etkisi şu oldu galiba: Başkalarının, genç ölümlerin, yorgun göçüşlerin acısını daha çok duyumsamak…
Yine bu zaman içerisinde sıklıkla resim yaptığınızı duydum. Bu romanda ilk karşılaştığımız isim de Monet. Resim sanatına kapanma süreciniz, resme, renklere bakmanın sizdeki karşılığı ne oldu?
Monet oldum bittim iç sızılarıma iyi gelmiştir. Resim, ilk gençliğimden beri çok sevdiğim bir şey. Ancak hastalık döneminde, belki hastalık sayesinde resim yapmaya cesaret ettim. Tabii yaptıklarıma resim denebilirse.
Yalnız Evler Soğuk Olur aslında sizin vasiyet romanınızdı değil mi? “Ben öldükten sonra yayımlansın” diye vasiyet ettiğiniz roman. Bunun hikâyesi nedir?
O günlerde, yani 2018’lerde böyle bir vasiyet söz konusuydu. İnsan yok olup gitmekle sahiden yüz yüze gelince bazı tutumlarının bir gösteriş, bir yersizlik olduğunu ayırt ediyor.
Neden şimdi yayımlanmasına karar verdiniz?
Şimdi yayımlanmasına karar vermedim. Giderayak daha çok acılar yazmam gerektiğini düşündüm. Yazmaya çalışıyorum da.
Romanın yayıma hazırlık sürecinde yıllar önce yazdığınız satırları okuyunca ne hissettiniz, okuduğunuzda bu kitabı yazan Selim İleri’yi nasıl gördünüz?
İnsan hep hatalarını görüyor, asla düzeltemeyeceği hatalarını. O zaman geriye bir şey kalıyor: Neyseniz o kadar. Buna razı oldum.
Yalnız Evler Soğuk Olur’da altını ilk çizdiğim yer “Mâziyle kumar oynuyorum: Yeniden inşayı göze alıyorum” oldu, sonra da “Bizden uzaklaşan, bizden uzaklaşmış her şeyi anlatmak, boyuna, silbaştan anlatmak” cümlesi… Yeniden inşa ve her şeyi silbaştan anlatmak hali sizin için ne ifade ediyor?
Deminki yanıtımla bu sorunuz birbiriyle çok bağlaşıyor. Ben yazdığım her şeyde hep eksiklik gördüm. Sonsuz eksiklik! Bu yüzden, eksikliğin hiç değilse e’sini kurtarabilirim diye yeniden yazdım.
Oturduğunuz semtler, sokaklar ama daha da önemlisi evler de önemli bence. Üstelik romanın adı da “yalnız evler” üzerinden. Buradan çok sevdiğiniz “evler şairi” Behçet Necatigil’e uğrayalım onun anlattığı evlerden size ne kaldı?
Yetmiş beş yaşında düşünüyorum da Behçet Necatigil’e pek çok borcum kaldı; Lütfi Akad’a çok borcum, Nazmi Ziya’ya, Edip Cansever’e, Aliye Berger’e, Sait Faik’e… Sayamadıklarım, ama hep birlikte olduklarım…
Gelelim vaktiyle yaratmış olduğunuz aşk romanları yazarı Süha Rikkat’e… Rikkat, bu romanda da çok önemli. Ne ifade ediyor sizin için, onun sizdeki duygusunu nasıl özetlersiniz?
Süha Rikkat’e pişmanlığımı söyledim. Dilerim beni bağışlamıştır.
125’inci sayfada, “Büyük romancı Selim İleri, sayfalar boyunca süren kibir dolu sayıklamanız, hemen belirteyim ki, Süha Rikkat’i değil, sizi ifşa ediyor! (…) ‘Çağdaş edebiyatımızın usta romancısı...’ Belki de sen kendin yazmışsındır bu ibareyi; sana yakışır” diyor Süha Rikkat. Çok ağır değil mi, bu cümleleri size yazdıranları konuşalım biraz…
Hayatımda bir dönem oldu. Hiç de önemli olmayan çok şeyi önemsedim. Kendi yazarlığım da bunlar arasındadır. Bugün yazı benim için başkalarının acısına bir dirhem olsun seslenmek. O cılız sesimi duyurabilirsem ne mutlu…
6-7 Eylül Olayları, Erdal Eren’in asılması, Adnan Menderes gibi toplumsal olayların izlerini de görebiliyoruz metinde ama bir şekilde örtük bir dille yer alıyorlar. Toplumsal olayların kişisel tarihlerimize yansıması olarak da okuyabiliriz sanırım bunları…
Öyle diyorsanız, öyle inanıyorsanız çok mutlu olacağım. Saydığınız isimler, sayamadığımız sayısız isim bize bu utancı yaşatıyor: İnsanlıktan kaybettiğimizi…
“Otuz yedi yıl geçmiş. Mezarları açıyorsun: Kefenleri hâlâ beyaz. Sararmamış.” Bu ağır cümle ile bitiyor roman, tarih 2019. Kefenleri hâlâ beyaz cümlesi çok ağır. Siz ne dersiniz?
Son cümleyi sanıyorum ki bir kendinden geçiş, acıdan yok oluş anında yazdım. Ne yazık ki yakın tarihimiz bu soydan zehirli esriklikleri çok yaşatıyor!
Bundan sonrası için Selim İleri’nin planları nedir? Yazıp beklettiğiniz dosyalarınız var mı?
Hep bir şeyler yazmaya çalışıyorum.
Yalnız Evler Soğuk Olur / Selim İleri / Everest Yayınları / Roman / 216 Sayfa