Şu hayatta duygu tanışıklığı diye bir şey var. Sevdiğiniz yazarlar da o duygu tanışıklığını yaşadığınız kişiler oluyor zaten. İlk defa okuduğunuz bir kitabın bir satırında sanki kendiniz yaşayıp da yazmışsınız gibi duygular ve hallerle karşılaşırsınız ya, duygu tanışıklığı dediğim o işte… Ebru Ceylan, hem fotoğraf çalışmalarından hem de Cannes’a uzanan filmlerin senaryolarındaki imzasından tanıdığımız bir fotoğraf sanatçısı, senaryo yazarı ve oyuncu. Aynı zamanda çeşitli sanat ve edebiyat mecralarında da yazıları yayınlanıyor. Bunlardan biri olan Tuhaf dergisi için yazdığı, Tuhaf Duygular ve Tuhaf Diyaloglar isimleriyle ayrı ayrı zamanlarda yayınlanan yazılarının tamamının bir araya toplandığı bir kitabı da yayınlandı son olarak Doğan Kitap’tan; Tuhaf Duygular Tuhaf Diyaloglar adıyla... 
Bir de ortak senaristi olduğum sinema filminin çekimleri bitmek üzere”
Duyguların sıradanlaşmasğı üzerine gözlemler
Ceylan’ın, herkesin zaman zaman hissettiği tuhaf duygular ile karşısındakiyle yaşayabileceği tuhaf diyalogları okurla buluşturduğu yazılardan oluşan bir kitap bu. Görünürde çok kısa, birer satırlık önermeler ve çok kısa hikayeleri andıran bu diyalogların okundukça derinleşip genişleyen bir yapısı var adeta. Bazen adı gibi tuhaf, bazen absürt, çoğu zaman mizahi ve hüzünlü… “İnsan dünyaya alışarak karışıyor. Alışarak dünyanın doğal bir parçası oluyor. Rutin olan, mucizevi bile olsa sıradanlaşıyor. Bi laf var ya, ‘Kendini hissettiren organ, hastadır’ diye. İşte dünya da aynen böyle. Bir şeyi fark etmemiz için onun kendini bir şekilde hissettirmesi gerekiyor” diyorsunuz. Tuhaf Duygular Tuhaf Diyaloglar kitabı için rutinin içinde kendini “hissettiren” dünya hallerinin tespitleri ve önermeler diyebilir miyiz? Öyle de diyebiliriz tabii. Ya da bana göre daha çok, kimi umulmadık zamanlarda kendini hissettiriveren ama çoğu kez ifade etmeye ya da üzerine düşünmeye değer görülmeyen sıra dışı duyguların ve durumların sıradanlaşması üzerine bir gözlemler kitabı da diyebiliriz. Bu biraz mucize duygusunu kaybetmek gibi.
Sizin için bir nevi duygular ve haller dedektifi diyebilir miyiz? “İnsan”ın bir parçacık olarak evrenle, diğer insanlarla ve kendiyle kurmaya çalıştığı varoluş ilişkisi benim her zaman en temel ilgi alanım olmuştur. Ama bu ilgi hiçbir zaman bir dedektif ya da araştırmacı tarzı, meraka ve yönteme dayalı akademik bir ilgi değildi. Kendimi hep, kendim de dahil her şeye dışardan bakarken buldum. Bu bakma eylemi tamamen içgüdüsel bir refleksti. Tabii zamanla bu eğilimimi kullanıma sokabileceğim işlere yöneldim. Fotoğraf, sinema ve yazı gibi işlere.