Geçen hafta, Gökhan Türkmen ile İstanbul’daki konseri öncesinde buluşmak üzere sözleştik. Sahneye çıkacağı mekanın Anadolu Yakası’nda olması dolayısıyla, randevumuzdan bir buçuk saat önce yola koyuldum. Toplu taşımayı, yani yerin altından gitmeyi tercih ettim. Önce metro sonra Marmaray diye planladım. Yenikapı’ya kadar plan işledi. Ama Marmaray’a geldiğimde trene binmek için bekleyen kalabalığı görünce evdeki hesabın çarşıya uymayacağı belli oldu. İnsanların panikle oradan oraya koşturduğunu görünce normal bir durum olmadığını anladım. O sırada kalabalıklaşan topluluğa bilgi vermek amacıyla anonslar başladı. Gebze hattında bir gecikme olacağı anlaşıldı.
Derken bir anons daha geldi. Gecikmeye sebep olan Ayrılık Çeşmesi durağında meydana gelen üzücü bir olaydı. Gençlerden biri “Yine biri raylara atladı herhalde” deyiverdi. Aldırmaz gibi değilse de, şaşırmamış gibiydi. Ben ise biraz korkuyla biraz üzüntüyle karışık, “Hep mi oluyor” diye sormuş bulundum. Bu sefer etrafımdakiler “Böyle atlıyorlar işte” diyerek konuyu uzatmadı. Herkesin öncelikli derdi trenin ne zaman geleceğiydi. Homurdanmalar arttı, ortam giderek klostrofobik bir hal aldı. Bekleyenlerin sayısı arttı. Gelse bile o trene binemeyeceğimi düşünerek geri çekildim.
Panik dehşete dönüştü
10 dakika sonra tren geldi. Kalabalık insan grubu birbirini ezercesine hücum etti. Arkalarından bakarken ne düşüneceğimi bilemedim. Geride kalanların aralarında konuştuklarını duyunca paniğim yerini dehşete bıraktı. Biraz önce bir insan canına kıymıştı, daha ötesi ne olabilirdi? Ama evlerine gitmek için telaş halindeki insanların o anki kaygısı bir sonraki trenin ne zaman geleceğiydi. Süre uzadıkça telaş yerini öfkeye bırakmaya başladı. İçlerinden biri, “Yahu Ayrılık Çeşmesi en yoğun durak, bari başka durakta atlasaydı” deyince içimde bir şey kırılmış gibi oldu. ‘Bu nasıl insanlık’ mı desem, ‘Ne ara ölümü böyle kanıksadık’ mı?
Ben böyle zihnim karmakarışık kenarda dururken, bir anda kalabalık yine hareketlendi. Bir tren daha geliyordu. Herkes bunu kaçırmamak için aynı anda hamle yaptı. Çaresizce onları takip ettim. O trene ben de bindim. Gelin görün ki, tren Üsküdar’da, yani Ayrılık Çeşmesi’ne bir durak kala yine durdu. Anonsta, ‘Ayrılık Çeşmesi’ndeki üzücü olay’ dolayısıyla bir süre daha bekleyeceğimiz söyleniyordu. Daha fazla dayanamayıp kendimi ilk çıkışa attım. Taksi bulmayı başardım. Marmaray’da olan bitenden taksicinin de haberi vardı. “Bu ara sık oluyor” deyip üç gün önce Avrupa Yakası’nda, tünelin Dolmabahçe çıkışında birinin daha intihara kalkıştığını anlattı. O andan sonra sustum. Vardık.
Olabildiğince yaşadığım şoku atmaya çalışıp röportaja odaklandım. Artık geriye dönüş zamanıydı. Bu kez trafiğin azalmış olabileceği varsayımıyla arkadaşımın arabasıyla Avrupa Yakası’na doğru yola çıktık. Ama köprüye geldiğimizde, gecenin o saatinde olağandışı bir yoğunluk vardı. Polis köprünün ortasında toplanmıştı. Kalabalığa biraz daha yaklaşınca Boğaz’a doğru başımı çevirdim. Gözlerime inanamadım. Biri köprüden atlamaya çalışıyor, polis ekipleri onunla konuşmaya çabalıyordu. Aynı gün iki intihar vakasına denk gelmek sadece makus bir tesadüf değildi. İnsanlar birer birer ölmeyi göze alıyordu. Ölümün olduğu yerde daha önemli ne olabilirdi? Topluca cinnet hali bir yandan, giderek duyarsız hale gelmemiz diğer yandan… Bu böyle devam edemezdi ama bunun hesabını verecek olan kimdi?
Sadece mutlu olmak isteyen bir sanatçı
Yandaki satırlarda anlatmaya çalıştığım o zor günde, başıma gelen en iyi şey Gökhan Türkmen’le sohbet etmekti. Daha kulisine girer girmez beni karşılayan sakinliği ve konuştukça “Böyle bir hayat da mümkün” dedirten dinginliği ile Gökhan Türkmen etrafımızda görebileceğimiz az sayıdaki ‘düzgün’ insandan biri diye düşündüm.
Baştan beri sesine, sözüne, müziğine hayran olduğum bir müzisyen… Müzik piyasasında alıştığımız teamüllerin dışında, kendi sınırlarını çizen, bir yandan mesafeli dururken samimiyetini de esirgemeyen bir müzik emekçisi. Kariyerinde 20 yıla yakın bir süreyi geride bırakan Gökhan Türkmen bugüne dair duygularını şöyle anlatıyor: “Kendimi en ‘bir şey’ zannettiğim dönemdeyim.”
Eşi ve kızları hiç yalnız bırakmıyor
O akşam vereceği konser öncesinde Gökhan’ın kulisinde bir araya geldik. O günden itibaren neredeyse her akşamı dolu geçecek konser takvimine rağmen gayet rahattı. Ne de olsa yıllardır bu tempoya alışkındı. Kendinden emin olmasının da tam zamanıydı. Çünkü ilk günden beri hep biraz daha üzerine koyarak, hep üreterek yol aldı. Üstelik ne ilk kez internette yayınlandığı dönemde 5 milyon dinlenen Büyük İnsan şarkısı, ne sonrasında gelen Çatı Katı ile ana akımın müzisyeni oluvermesi, onun için bir kıstas değildi. Tek bir hedefi vardı, o da işini iyi yapmak, iyi bir insan olmak, ailesiyle düzgün bir hayat sürmek.
Az sonra, konserlerinde Gökhan’ı hiç yalnız bırakmayan eşi Sinem ile birlikte kızları Nil Rona ve Leyla Ada gelince odadaki keyif ve mutluluğu görmek onlara inanmak için yeterliydi.
Oksijen TV’de yayında olan sohbetimiz, bu hayatta derdi gücü ailesi, kendisi ve müziği olan Gökhan Türkmen’i daha yakından tanımak için vesile oldu. Konuştuğumuz sürece “Sadece mutlu olmak istiyorum” diyerek anlattıkları bana iyi geldi. Size de aynı duyguları yaşatmasını diliyorum.