19 Nisan 2024, Cuma
10.02.2023 04:30

Ekonomimize şubat ayında gelen şoklar endişe verici

İç talep ve ücret artışlarının etkisiyle tahminlerin üzerinde çıkan ocak ayı enflasyonu uyarı niteliğinde. 2023 yıl sonu enflasyonunun yüzde 50 ve üzerinde çıkma olasılığı artmış görünüyor.

Geçen hafta açıklanan ocak ayı tüketici enflasyonu, doğru politikalar uygulanmadığı ve sadece baz etkisine güvenilerek yola çıkıldığında nasıl yarı yolda kalınacağını bir kere daha göstermiş oldu. Oysa kağıt üzerinde enflasyonu aşağı çekecek faktörler açısından her şey yolunda gidiyor gibi görünüyordu. Döviz kurları aylardır yataya yakın seyrederken, dünyada başta enerji ve gıda olmak üzere emtia fiyatları düşüşünü sürdürüyordu. Bu ise enflasyonu sadece arz problemlerinden kaynaklanan maliyet baskısı olarak gören ekonomi yaklaşımına, iç talep etkisini ve ücret artışları gibi başka maliyet kanallarını dikkate almamanın sonuçlarını acı bir tecrübe ile hatırlatmış oldu. Ocak sonunda yayınlanan Enflasyon Raporu’nun daha mürekkebi kurumadan yıl sonu enflasyon tahminini %22.3 olarak açıklayan Merkez Bankası da, daha ilk aydan %6.65 gibi 1998’den bu yana ikinci en yüksek ocak ayı enflasyonu şoku ile karşılaştı. Geçen yıl nisan ayından beri diğer fiyat endeksleri ile belirgin farklılaşma gözlenmesi nedeniyle verilerin güvenilirliği açısından yoğun olarak sorgulanan TÜİK’in ise bu kez İTO verisinin bile üzerinde bir enflasyon açıklaması da dikkat çekti. Ama bunu hemen “artık enflasyon verilerine güvenilebilir” diye okumamak lazım. Zira, TÜİK endeksinde aralık ayı enflasyonu %1.18 ile diğerlerine göre o kadar düşüktü ki, ocak ayında da aşağı yönde sürpriz olması veriler arasındaki farkı izah edilemez boyutlara taşıyacaktı. Son iki ay olarak bakıldığında, TÜİK birikimli olarak %7.9 ve İTO ise %8.8 ile görece yakın enflasyon açıklamış durumda aslında.

Enflasyon TCMB’nin dediği gibi olmayacak anladık da peki kaç olacak dediğinizi duyar gibiyim. Bunun için bir rakam vermek yıl ortasındaki seçimler nedeniyle bu yıl her zamankinden iki kat daha zor olsa da, verinin ayrıntılarına dayanarak eğilimler açısından olası gidişata değinmeye çalışacağım. Ocak verisi incelendiğinde sorunun enerji ve gıda dışı alanlarda yani çekirdek enflasyon tabir edilen fiyat gruplarında ve özellikle hizmet fiyatlarında gözlendiği söylenebiliyor. Baz etkisi ile düşen manşet enflasyona karşılık çekirdek C endeksi %53 ve hizmet enflasyonu %62.4 ile yeni tarihi zirvesine yükselmiş durumda.
Eski yazılarımı hatırlayanlar geçmişe endekslemenin çok yüksek olduğu, iç talebe mal fiyatlarına göre daha hassas olan ve maliyetler içinde asgari ücretin payının diğer sektörlere göre yüksek kaldığı hizmet sektörü enflasyonunu geriletmenin zor olacağı uyarısında bulunduğumun hakkını vereceklerdir.

Bir diğer deyişle, “Enflasyon ne kadar yüksek olursa olsun, asgari ücreti de bunun üzerinde yükseltir ve iç talebi körükleriz, sorun çözülür” diyenlerin ciddi bir hesap hatasına düştüklerini ve kendi kendini besleyen bir döngünün oluşmasının önünü açtıklarını gösteriyor. Aylık bazda çekirdek enflasyon göstergelerinin %7 ve hizmet enflasyonunun %12.7 artması enflasyon temel eğilimi üzerine gelen ciddi bir şok kesinlikle. Asgari ücretin ikinci yarı için %55 artırıldığı ve iç talebin yıla girerken de güçlü seyrettiği dikkate alındığında, özellikle hizmet sektöründe fiyat ayarlamalarının devam edeceği söylenebilir, yine de ocak ayı gibi şok boyutunda olmayacağını düşünüyorum. Bir başka endişe kaynağı ise, fiyatlama davranışlarında bozulma olarak gözlenmektedir. Yurt içi talebin güçlü olduğu dönemlerde, ileriye yönelik enflasyon beklentilerinin de TCMB tahminlerinden yüksek olduğu dikkate alınırsa üreticiler geçmiş dönem maliyet artışlarının bile üzerinde bir fiyatlamayı tüketiciye dayatabilmektedir. Nitekim, Ocak ayında toplam 143 alt gruptan oluşan TÜFE endeks kapsamındaki ürün ve hizmetlerin; fiyatı artanlarla (129 madde) fiyatı düşenler (12 madde) arasındaki farkı toplam madde sayısına oranlayarak hesapladığımız enflasyonun genele yayılım eğiliminin aylık bazda %81.8 ile önceki aya göre belirgin yükseldiği ve temmuz 2022’den beri en yüksek seviyeye işaret ettiği görülmektedir. “Enflasyon Yayılım Endeksi” aylık bazda en yüksek değerini %94.4 ile 2022 yılı ocak ayında görmüştü.

Enflasyon verilerinde mevsimsellik de bazen analizi güçleştirmektedir. Gerekli arındırma işlemleri yapıldığında bile çekirdek enflasyon trend göstergelerinin hizmet enflasyonu dahil belirgin artış gösterdiğini hesaplamaktayım. Öne çıkan çekirdek C endeksinin mevsimsellikten arındırılmış son üç ay ortalamasının %4.1 düzeyinde olduğu, hizmet enflasyonunun ise %5.3 ile daha yüksek ortalamada seyrettiği görülüyor. Bu doğrultuda, aynı endekslerin yıllık trend artışları %62.1 ve %84.8 seviyesine çıkmış bulunuyor. Bu şok sonrası enflasyonun temel eğiliminin önümüzdeki aylarda hangi düzeye oturacağı yıl sonunda alacağı değer açısından kritik önem taşıyacaktır. Piyasanın yıl sonu TÜFE beklentisi son durumda %40-45 aralığında görünürken, buradaki varsayım çekirdek göstergelerde aylık artışların %3 civarına gerileyeceği, gıda ve enerji gruplarının ise yukarı yönde etkide bulunmayacağı yönündedir.

Yeni belirsizlik: Deprem

Son fiyat şoku ve gıda fiyatlarındaki kuraklık gibi etkilerin olası yukarı yönlü riskleri artırdığı dikkate alındığında, ikinci yarıya ilişkin politika belirsizliklerine rağmen enflasyonun %50 ve üzerinde gerçekleşme olasılığı artmış görünmektedir.

Sonuç olarak, enflasyona gelen şoklardan bahsederken, ekonomimizin karşılaştığı bir başka büyük şok ise 10 ilimizi etkileyen büyük deprem olmuş ve geleceğe dönük belirsizlikleri iyice artıran bir geliş olmuştur. Kutudaki analizde de buna değinmeye çalıştım. 

Acımız ve kaybımız çok büyük

Türkiye 6 Şubat Pazartesi günü 1939 Erzincan depreminden bu yana en şiddetli depremi yaşarken bu felaketten doğrudan etkilenen 10 ilimizde (Kahramanmaraş, Kilis, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya ve Hatay) hayatını kaybedenlerin ve yaralananların sayısı ile yıkılan ve ağır hasar gören bina ve tesislerin adedi hızlı artışını koruyor. Depremlerde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı ve yaralılara acil şifalar diliyorum. Şu aşamada çok erken ve sevimsiz göründüğünü biliyorum, ama felaketin Türkiye ekonomisine olası etkilerine kısaca değinmek gerekiyor. Bu doğrultuda, 1999’daki Marmara Depremi sonrasında yapılan çalışmaların özet sonuçlarına yer vermek ve bazı karşılaştırmalar yapmak faydalı olabilir.

Son nüfus istatistikleri depremden doğrudan 13.3 milyon civarı bir nüfusun (Türkiye toplam nüfusunun %15.6’sı) etkilendiğine işaret ediyor. Bu ise 1999 Marmara depreminin en çok zarara uğrattığı Sakarya, Yalova ve Kocaeli’nin o dönemde %7 olan payının çok üzerinde bulunuyor. Söz konusu 10 ilimizin 2021 yıl sonu itibarı ile Türkiye GSYH’sından aldıkları pay ise %9.3 düzeyinde bulunurken, Marmara depreminden etkilenen üç ilimizin aldığı pay son durumda %5.8 civarında ve o tarihte de benzer olduğu varsayılabilir.
1999 depremi sonrası yapılan çalışmalarda ekonomiye maliyetin; TÜSİAD’a göre 17 milyar dolar, dönemin Devlet Planlama Teşkilatı’na göre 15 ila 19 milyar dolar, Dünya Bankası’na göre ise 12 ila 17 milyar dolar olabileceği açıklanmıştı. Dünya Bankası’nın söz konusu çalışmasına bu bağlantıdan ulaşılabiliyor. Söz konusu çalışmada, konut, altyapı, yollar, enerji, telekomünikasyon gibi altyapı stoku için doğrudan maliyetin milli gelirin %1.5-3.3 aralığı düzeyinde olabileceği, milli geliri ilgili yılda %0.6-1.0 aralığında aşağı çekebileceği, bütçe açığını artırıcı etkisinin GSYH’ya oranla %0.9-1.1 ve cari açığı artırıcı (yıkım sonrası hızlanacak yeniden yapım çalışmaları nedeniyle) etkisinin %0.5 düzeyinde olabileceği sonuçlarına varılmıştı. Tahmin aralıklarının üst sınırları toplandığında ise milli gelire oranla %5.9 değerine ulaşılıyordu. Bugünkü GSYH düzeyi ile bu değer yaklaşık 52 milyar dolar karşılığında oluyor. Buna karşılık, son felaketin konut ve altyapı gibi alanlarda Marmara depremine göre daha büyük etkide bulunması olası görünürken, üretim ve dolayısı ile milli gelir kaybının diğer bölgelerde gözlenecek ilave üretim artışı ile daha sınırlı kalabileceği söylenebilir. Bütçe ve cari açık etkileri ise birbiri ile bağlantılı seyredecek ve ekonomi yönetiminin para ve maliye politikasında bu gelişme sonrası vereceği tepkiye bağlı olacağından, risklerin yönü konusunda sağlıklı değerlendirme yapmak şu aşamada zor görünmektedir.