23 Aralık 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
17.03.2023 04:40

Yeni Demirbank’lar görür müyüz?

ABD bankası SVB, Demirbank gibi tahvil portföyünden yazdığı zarar nedeniyle battı. Şimdi soru şu: Aynı krizi tekrar yaşar mıyız? Hesap şöyle: Fonlama maliyetindeki 5 puanlık artış banka öz kaynaklarının yüzde 6.3’ü kadar zarara yol açıyor. Yani abartılı bir risk yok

Ekonomilere gelen şokların yeni bir örneğini son günlerde yaşamaktayız. ABD’de SVB ve Signature Bank kurumlarının iflasına yol açan ve finansal istikrarı tehdit eden durumdan bahsediyorum. Gelişmelerin özellikle dolar cinsi faizlerdeki fiyatlamaya belirgin etkisi gözlenirken, 22 Mart’taki toplantısında faizleri artırmaya hazırlanan Fed’in kararlarını ne ölçüde etkileyeceği merak ediliyor.

Söz konusu bankaların büyük zararlar etmelerine neden olan ana etken ise, son yıllarda tahvil portföylerini hızlı büyütmeleri ve bunu kısa vadeli mevduat ile fonlamaları sonucu oluşan aktif-pasif uyumsuzluğuna Fed’in faiz artırımları ile fonlama maliyetini yükseltmesi şokunun gelmiş olması gibi görünüyor. Malum, tahviller açısından faizlerin yükselmesi söz konusu varlığın fiyatının düşmesi anlamına geliyor.
Ancak bu haftaki yazımın konusu bu değil, bu gelişme bana 2001 krizi öncesi Demirbank’ın batışına giden günleri hatırlattı. O zaman da tahvil portföyü en büyük olan bu özel banka kısa vadeli faizlerin sert yükselmesi sonrası başka bir özel banka tarafından satın alınarak kurtarılmıştı.

Geçen yıl ortasından beri Türkiye’de bankaların uzun vadeli ve sabit getirili tahvilleri TCMB ve düzenleyici kurumların çeşitli düzenlemeleri ile daha fazla almaya zorlandığını biliyoruz. Hatta Merkez Bankası yıla girerken yayınladığı Para ve Kur Politikası Yıllık Raporu’nda “Liralaşma Stratejisi’nin bir gereği olarak TL cinsinden sabit getirili ve uzun vadeli menkul kıymetlerin banka aktifleri içindeki payının 2023 yılı içerisinde yüzde 5’e ulaşması, yakın-orta vadede ise bu oranın kademeli olarak yüzde 10’a yükselmesi öngörülmektedir” hedefi bile koyduğunu hatırlatırım.

Dolayısıyla, acaba bu durum Demirbank dönemine benzer bir riske işaret ediyor mu diye sorgulamak herkesin doğal hakkı. Aslında daha ABD’de bankacılık sorunu patlak vermeden, bizde makroihtiyati düzenlemelerle ve uygulanan para politikası nedeniyle bastırılan faizin birgün normalleşeceği (enflasyon beklentisi ile uyumlu hale geleceği) bir durumda bankalar açısından ne gibi bir duruma işaret edeceğini, bu köşede 9 Aralık’ta yayınlanan yazımda anlatmıştım.

4 maddeli cevap

O dönemde yayınlanan Finansal İstikrar Raporu’ndan da yararlanarak şu sonuçlara varabiliyordum;

1. Evet menkul kıymet portföyleri hızlı büyüyor, ancak TCMB haftalık repo ve swap kanalı faizlerini düşük tutarak bu portföylerin uygun maliyetle fonlanmasını temin ediyor.

2. BDDK getirdiği esnekliklerle bankaların bu tahvillerin önemli bir kısmını kar-zarar hesabına yansımadan taşımalarına imkan veriyor.

3. Bankalarımız zaten faiz riskini swap gibi hedging enstrümanları ile bertaraf ediyor.

4. Evet faizde yukarı yönlü şok olduğunda bütün bu unsurlara rağmen zarar yazılır, ama bunun boyutu özkaynaklara oranla sınırlı kalır.

Uzun vadeli ve sabit getirili tahvillerin bankalar tarafından alınmasını zorunlu kılan düzenlemeler gelmeye (son olarak ihtiyaç kredileri de menkul kıymet tahsis kapsamına alındı) devam eder ve menkul kıymet portföyleri büyümesini sürdürürken, halen yukarıdaki çıkarımların büyük ölçüde geçerli olduğunu düşünüyorum.

Bankaların menkul kıymet portföyünün yapısı ve faiz şoklarına duyarlılığı analizleri sonuçlarına geçmeden, bir kaç önemli makro büyüklük paylaşmak da isterim. Ocak sonu itibarı ile 1.98 trilyon TL boyutunda olan iç borç stokunun %77 oranındaki kısmı bankalar tarafından tutulurken, iç borç stokunun %53.5 oranındaki kısmı (775 milyar TL) sabit faizli tahvillerden oluşuyor.

BDKK verilerine göre ise, ocak ayı sonunda bankaların TL cinsi menkul değer büyüklüğü 1.36 trilyon TL ile aktiflerin %9.3 oranındaki kısmını oluşturuyor, ancak bunun içinde uzun vadeli ve sabit getirili olan kısmın ağırlığı verilmemekte. Ancak haftalık veriler içinde yayınlanan “Teminata Verilen Menkul Değerler” kaleminin menkul kıymet tahsisi için tutulan söz konusu kıymetlerden oluştuğu söylenebilir ve bunun büyüklüğü 3 Mart itibarıyla 785 milyar TL düzeyinde. Bu büyüklüğün söz konusu uygulamaların devreye girdiği geçen yıl ağustos ayı öncesi bu düzeyin yarısı kadar olduğunu da belirtelim.

TCMB’nin “Bankacılık Sektöründe TL Menkul Kıymet Portföyünün Yapısı” başlıklı analizinde menkul kıymet tesis yükümlülüğünün bankaların menkul kıymet portföyü yapısına ve bilanço üzerindeki etkilerine değinilmişti. Eylül ayı verilerinin kullanılması nedeni ile, elde bulunan güncel verileri parantez içinde ekledim.

• Menkul kıymet tesis uygulamasından sonra bankalardaki TL cinsi sabit menkul kıymetlerin toplam TL menkul kıymetler içindeki payı yüzde 46’ya yükselmiştir.
• 2021 yıl başından itibaren artmaya başlayan bankaların sahip olduğu TL menkul kıymet tutarı ekim ayı itibarıyla 1.2 trilyon TL’ye ulaşırken, halen TL menkul kıymetlerin ve sabit faizli TL menkul kıymetlerin sektörün aktiflerine oranı sınırlı düzeydedir. (Son durumda 1.5 trilyon TL düzeyinde)
• Uzun vadeli TL sabit faizli menkul kıymet talebinin banka bilanço yönetimine yansımalarını değerlendirmek için söz konusu menkul kıymetlerin hangi hesaplarda sınıflandırıldığı önemlidir. Bankalar, menkul kıymetlerini gerçeğe uygun değer (GUD) farkı kâr zarara yansıtılan, GUD farkı diğer kapsamlı gelire yansıtılan ve itfa edilmiş maliyeti üzerinden değerlenen menkul değerler olarak sınıflandırabilmektedir. İlk iki sınıflama türünde yer alan menkul kıymetlerin piyasa fiyatları üzerinden değerlemesi yapılırken, itfa edilmiş maliyeti üzerinden değerlenen menkul değerler bilanço değeri ile izlenmekte ve piyasa fiyatlarındaki değişimlerden etkilenmemektedir. (Son durumda söz konusu kategorilerde yer alan büyüklükler sırası ile; 156.5 milyar TL, 610.5 milyar TL ve 785.3 milyar TL)
• Menkul kıymet tesis uygulaması başladıktan sonra düzenlemeye konu olan kalan vadesi 4 yıldan, orijinal vadesi 5 yıldan uzun DİBS’lerin yüzde 64 oranında itfa edilmiş maliyet üzerinden değerlenen menkul kıymet olarak sınıflandırıldığı görülmektedir. Böylece TL menkul kıymet stokunda itfa edilmiş maliyeti üzerinden değerlenen menkul kıymetlerin payı son dönemde artmıştır.

- Bankaların portföy sınıflama tercihleriyle, uzun vadeli sabit faizli menkul kıymetlerin faiz değişimlerine olan duyarlılığı sınırlı kalmakta, değerleme kaynaklı olarak kârlılık ve öz kaynak üzerine gelebilecek etkiler azalmaktadır. Düzenleme kapsamındaki menkul kıymetlerin yüzde 36’sının değerleme farklarının kârlılık veya özkaynak kanalından banka bilançolarını etkilemesi mümkün olabilecektir. Ancak bu kapsamdaki menkul kıymet portföyünün toplam aktiflere oranının bulunduğu seviye (Eylül 2022: yüzde 1.6) bu kanaldan gelebilecek etkinin sınırlı kalacağına işaret etmektedir. Kutuda yer alan diğer analizde aktardığım, faiz riski duyarlılık analizleri de pozitif faiz şoku sonrası olası kayıpların öz kaynaklara oranının yasal sınırların oldukça altında olduğunu göstermektedir. 

Haluk Bürümcekçi
Haluk Bürümcekçi