"Koç katma" zamanını bilir misiniz? Ya da “Koç Katma” gibi bir kavram duydunuz mu? Boşuna Google’ı taciz etmeyin. Ben arz edeyim. Koç katma, koyun, keçi diye isimlendirilen “davar” milletinin hallerine dair bir kavramdır. Koyunun erkek kısmına “koç” denir. Keçininki “teke”dir ama bu risalede bahis dışıdır. Kasım ayı geldi mi koç kısmına bir haller olur. Sağa sola tos atmaya başlarlar. Tıpkı köy yerinin delikanlısının evlenmek istediğine dair işaretleri evin içine bırakması gibi. Babanın ayakkabısının tabanına çivi çakmak ya da ayakkabının içine su dökmek türünden eylemler bunun masum alametleridir. Bunlar köy yerinin icaplarıdır. Şehir yerinde görülmez. Hele hele “Genç İş Adamları Derneği’nin” iyi eğitim almış azaları böyle bir şeye asla tevessül etmezler. *** Koç dünyasında bunun karşılığı başkadır. Koçların bu talebi adeta yardım çığlığıdır. “Bana karı bulun” manasına gelir. Ne var ki bir iki dişi bunların hevesini kesmez. Bütün dişileri isterler. Kasım ayı geldiğinde ağıllardan gelen takır tukur seslerinin aslı budur. Kızışmış koçlar kavga eder, attıkları toslar takır tukur sesler çıkarır. Dişiler de bu seslere bakıp erkeklerini seçerler. Tokuşturma anında çok ses çıkaran erkeğin kafası, dişilerin üzerinde “entelektüel kafa” etkisi yaratır. Kafa tokuşturma işini fikir mücadelesi gibi görürler. Bir de o koçun kuyruk kısmı heybetliyse seçim dört dörtlük demektir. Yağlı bir kuyruk, Etiler’de bir aşağı bir yukarı turlayan zengin aile çocuğunun altındaki Ferrari gibidir. Davarların aklını başından alır. Ağılın baskın erkekleri böylece belirlenir. Koç katma zamanının şampiyonları kasım ayında faaliyete geçerler. Mevcut ne kadar dişi varsa tek tek haklarından gelirler. Dişiler döllenir. Yeni nesil kuzulara gebe kalır. Koç sürüye katılmış olur. Erkekler de rahatlar.
Bizim olayımız başka
Şehirli yiğitlerin takviminde koç katma mevsimi yoktur. Zamanın geldiğini televizyon kanallarını istila eden “takı reklamlarından” anlarız. Kanallarda ne kadar TV programı varsa bunların başına, ortasına, sonuna birer takı reklamı koyarlar, izleyiciyi “takısız bir hayatın” çekilmez olduğuna inandırmaya çalışırlar. İşin bu evresinde Seda Sayan hanımefendi devreye girer ve “Blue diamond her kadının hakkıdır” diyerek kadın izleyiciye ayar verir. Seda Sayan’ın kendinde bu hakkı nasıl gördüğünü bilmiyorum. Kadın hakları konusunda nasıl yetkili kılındığından haberim yok. Ben şahsen pandemi ile mücadeleyle görevli bilim kurulundan şüpheleniyorum. Her şeyin başında dikili duran “uzun boylu gergin şahsiyet” engin tıbbi bilgisi ile bunlara yapacak iş bırakmadığından, bilim kurulumuz böyle bir yola sapmış olabilir. Seda Sayan hanımefendiyi “kadın hakları ile yetkili” kılmış olabilir. O da “Mavi elmas her kadının hakkıdır” diyerek kadınları bilinçlendirmeye çalışıyor. Kadının başka bir hakkı olduğunu bilmiyor. Bir de Halit Ergenç var. Resmi eşi Bergüzar Korel ile birlikte elmas reklamlarında oynuyorlar. Tek bir repliği var “içimden geldi” şeklinde. Kadın “içinden mi geldi k…. mı geldi” hiç tınmıyor. Dolayısı ile koç katma eylemi yok. Halit Bey mutfakta takılıyor. Bu kızın babası Tanju Korel de geniş bir insandı. Bizim gazeteden bir kızla mı ne sevgililermiş. İdareden İsmet arkadaşımız bu olayı kendisine namus meselesi yaptı. Gazetenin önünde Tanju Korel’e bulaştı. Tanju zebellah gibi adamdı. Bir yumrukta İsmet’i yere yapıştırdı. İsmet ayağa kalktığında bir gözü kör olmuştu. Diyeceğim o ki, böyle bir babanın kızı bir dizi incik boncuktan etkilenmez. *** İncik boncuk derken o ürünleri kesinlikle hakir görmüyorum ama benim için öyleler. Dokuz on sene geçti üzerinden. Bir yakınım çok güvendiği bir kuyumcuya girdi. O zamanlarda pek moda olan ve “su dizisi” diye adlandırılan bir bilezik beğendi. Beş bin lira verip satın aldı. Hem de doların 1800 lira olduğu bir zamanda. Dönüşte yol boyunca bana ne kadar iyi bir alışveriş yaptığını anlattı.Yatırımını güvende görüyordu. Beş altı ay sonra Süleymaniye’de Kösem Sultan Hanı’na yolum düştü. Oradaki kuyumcular bir çay kaşığı dolusu elmas, pırlanta kırıklarını 35-40 liradan satıyorlardı. Bugün onlarca kez reklamını izlediğimiz o çakma mücevherlerin üzerlerini bu çay kaşığında satılan elmaslar süslüyordu. Arkadaşıma gördüklerimi anlattım. İçinde büyüyen kuşkuyu yenemeyip, beş bin liraya aldığı elmas parçalarından yapılma su dizisini 600 liraya zor sattı. Bu da hepimize ders oldu. Sevgililer günü kırımı
Bu elmas, pırlanta dayatmalarının bir tek manası var. 14 Şubat geliyor ve kadın kısmı yıllık katliama hazırlanıyor. Benim tahminime göre her yıl şubat ayında otuz-kırk bin erkek telef oluyor. Bu rakam her yılbaşı sofralarımıza konan hindi sayısından fazla. “Aşkitom” diye başlayan nazlı cümlelerin hedefinde “şuursuz erkek milleti” var. Kadınlar biz erkeklere ellerini tutturunca nikaha götüreceklerinden eminler. Bu tespitlerim A/B grubu için geçerli. Bu grup okumuş yazmışları kapsıyor. Erkek ne kadar çok okursa o kadar gerçeklerden kopuyor. Bakın Esra Erol’un programlarına. Bütün kitle tabanı C/D grubundan kimseler. Çoğu ikişer üçer evlilik yapmış. O da yetmemiş. İnternetten girdiği sosyal sitelerden tanıştığı erkeklerle ilişki kurup onlara kaçmış. Geride üç beş evlilik, bir iki yasak ilişki, bir yığın rezillik var. Ortada kalan çocuklar hiçbirinin vicdanını titretmiyor. O programda bir de “devlet” sözcüğünü ağzından düşürmeyen “Avukat Hanım” var. Eline fırsat geçti mi o zır cahil kadınları acımasızca fırçalıyor. En büyük dayanağı da “Bizim toplumda aile yapısı bu değil” şeklinde. Bizim aile yapısı bu minvalde olmasaydı, siz programa çıkaracak kadın bulamazdınız. Genel aile yapımız tam da böyle işte. *** Allah’tan Esra Erol kadınları, kocalarına “Mavi elmas benim de hakkım” diye kafa tutmuyor. O yüzden de C/D grubunda “Blue diamond” sorunsalı yok. Ama 14 Şubat Koç Katma mevsiminden kaçışımız da yok. O katliam illaki yapılacak. Yiğitlerin boynu kasabın bıçağına uzanacak. Erkek beyninin üst feminindeki üreme keseciği bildiğini okuyacak, genetik kodlarının işaretine uyup spermlerini servise koyacaktır. Varsın olsun. Ne demişler? Açla çıplak şen olur. Dört bir yana şan olur.