18 Haziran 2025, Çarşamba
Abone Ol Giriş yap
31.05.2025 12:25
Hülya Çelik
Hülya Çelik

Makaleyi sesli dinle • 0:00

“Bu Cenazeyi Bana Lütfeder misiniz?”in yazarı Didem Ünal Demir: “Hayallerle gerçekler arasındaki zıtlığı mizahla harmanladım”

Mizah ve içsel dönüşümün iç içe geçtiği bir ilk roman: Didem Ünal Demir’le “Bu Cenazeyi Bana Lütfeder misiniz?” üzerinden şehirden kaçışı, kırsalda tutunmayı, romanın psikolojik derinliğini ve elbette yazarlık serüvenini konuştuk
A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

Everest Yayınları’nın kıymetli ve deneyimli editörü Didem Ünal Demir, bu kez kendi romanıyla karşımızda. Yazdığı çocuk kitaplarının yanı sıra Uzun yıllardır Ahmet Ümit’ten Buket Uzuner’e, Gürsel Korat’tan Bener Ailesi’ne edebiyatımıza damga vurmuş nice ismin kitabına editör olarak imzasını atan Ünal’ın ilk kez kendi sesini duyduğumuz “Bu Cenazeyi Bana Lütfeder misiniz?” romanı, İstanbul’dan kaçıp küçük bir Ege köyüne göç eden genç bir kadının, illüstratör Esin İstanbullu’nun hikâyesini anlatıyor. Yazarın mizahi dili, yaptığı psikolojik çözümlemeler ve gündelik köy hayatının absürt detaylarıyla bir araya gelince ortaya, ‘bir bölüm daha, bir bölüm daha’ derken elinizden bırakamadan okuyup bitireceğiniz bir roman çıkıyor. Hem bireysel bir iç yolculuğu hem de kırsalda yaşanan sosyal çatışmaları merkeze alan roman, toplumumuzdaki modern kadın rolü ve beklentilerine de bir selam gönderiyor.

İstanbul’un gürültüsünden, iş hayatının dayatmalarından uzaklaşarak Ege’ye sığınan Esin’in yolu Sikkeli adında kurmaca bir köye düşüyor. Fakat burası beklediği gibi dingin bir yer değil; entrikaların, lakapların, soba yakma mücadelelerinin ve türlü sosyal imtihanların merkezinde, başka bir cümbüşün içinde buluyor Esin kendini. Mizahı elden bırakmadan ilerleyen metin, bir cinayet vakasıyla hareketleniyor; karakterlerin iç dünyaları kadar köyün dış gerçekliği de çözülmeye başlıyor.

Didem Ünal Demir’le, Ankara İmge Kitabevi’nde gerçekleştirdiği söyleşi vesilesiyle bir araya geldik ve şehirden kırsala göçün bireyde yarattığı kırılmaları, Esin’in “yarım gülümsemesi”ne sinmiş toplumsal baskıları, edebiyat ile terapinin iç içe geçtiği anlatı biçimini ve editörlük birikiminin yazarlığına nasıl yansıdığını konuştuk. Ortaya hem güldüren hem düşündüren, bazen tanıdık gelen, bazen de şaşırtan bir romanın izinden çok katmanlı bir sohbet çıktı. Kitabın kapak tasarımı yapan, yazar ve çizer Oğuz Demir’i ise yine Ankara Karikatür Atölyesi’nde gerçekleşen sergisinde yakaladım. Kapak tasarımıyla ilgili görüşleri röportajın sonunda sizleri bekliyor.

Daha önce çocuklar için dört kitap yazdınız. “Ormanda Alfabe”, “Denizde Sayılar”, “Alphabet in the Forest” ve “Alphabet dans la Forêt”. Öyküleriniz çeşitli mecralarda yayımlandı. Editörlük kariyerinizi burada anlatmaya sayfalarım yetmez zaten. Peki tüm bu üretimlerin içinde Didem Ünal Demir bir roman yazmaya nasıl karar verdi, “Bu Cenazeyi Bana Lütfeder misiniz?”in fikri temellerini nasıl attınız? İnşaat nasıl başladı ve bina nasıl yükseldi?

Evde 14 yaşında, absürt mizaha yatkın bir polisiyeseverle yaşıyoruz. Kızım iyi bir okur ve izleyici. Bir akşam izlediğimiz bir polisiyenin ardından, “Ne var canım, her yerde cinayet olabilir, hatta bak burada bile olabilir; küçük, sakin bir yerde bile!” demiştim ve heyecanla “Hadi yaz!” demişti. Bunun üstüne ailemi eğlendirmek için sinopsisi andıran kısa bir öykü kurdum; ertesi akşam çok eğlendik. Elimdeki çatının özgün bir konusu vardı ve başkarakter üstüne düşünmeye başladım. Büyük şehirden kaçma ve küçük yere yerleşme özlemi duyanların iç sesi olabilecek türden ince notlar alarak, hayallerle gerçekler arasındaki zıtlığı mizahla harmanlayarak, okurla birlikte şaşırarak ilerleyebilecek bir metin kurmaya başladım. Bu dönemde giriş bölümlerinden okuduğum kısa pasajlarla çok eğlenen iki yazar, Yiğit Bener ve Özlem Yılmaz, neredeyse her aşamada “Sonra ne olacak?” diye sorarak onca zamansızlıkta beni yüreklendirdiler; pek çok değerli yazarım/arkadaşım da ön okurum oldu. Sonradan kapağı çizecek olan eşim Oğuz Demir sürecin en başından beri büyük bir merakla destekliyordu. Böylece, karakteri ve geçmişiyle benden ayrı bir kişi olan Esin çıktı ortaya. Esin’in çevresindekiler de yazdıkça kanlanıp canlandılar, adeta beni şaşırtan özellikleriyle geldiler. Kısa bir öyküden aldığım omurgayla novellayı hedeflemiştim ama metnin benden “talep ettikleriyle” başı romana erdi.

“Karakterim Esin, espri anlayışını benden almış”

Romanınızın başkarakteri Esin’in taşraya göçü, sadece fiziksel bir değil aynı zamanda içsel bir arayışın da yansıması. Sizin de küçük bir Ege ilçesinde yaşadığınızı biliyoruz. Bu karakterin yolculuğu sizin kişisel deneyimlerinizle nasıl örtüştü?

Esin’in geçmişi, karakteri ve geliş koşulları benden tamamen ayrı olsa da ortak noktamız mizah. Espri anlayışını benden almış. Hasbelkader İstanbul kaçışını gerçekleştirip tatil yörelerindeki bir köye yerleşen pek çok kişinin karşılaşacaklarını, yaşayabileceği zorlukları, şaşkınlıkları örneğin ben en somut haliyle soba yakmaya çalışırken görmüştüm. Nihayetinde “İstanbul’un kalabalığından, gürültüsünden, fiyatlarından ve fay hatlarından” kaçmak isteyen çok kişi var. Uzaktan çalışan bir illüstratör olarak “Ege Cumhuriyeti”ne göçen Esin de şivelerle, hayatın değişen temposuyla, köyün sosyal hayatıyla bir sınav vermeye başlıyor. Ruhundaki yaralarla bir çeşit inziva arayışı için geldiği yerde bir cümbüşle karşılaşıyor. Kent yaşamında pek fark edilmeyen doğa ise kırsalda başrolde elbette. Romandaki hava olayları da kritik gelişmelerde atmosfer kuran bir faktör olarak yer alıyor; Esin içsel arayışında doğanın iyileştirici gücünü fark ediyor. Ankara’da doğup büyümüş, iş hayatını İstanbul’da geçirmiş ve toprakla burada –şimdi yaşadığım köyde– tanışmış bir kişi olarak bu son cümleyi kendim için de kurabilirim.

Romanınızda mizah ve trajedi iç içe geçiyor. Bir yanda huzuru arayan genç bir kadın, bir yanda Sikkeli köyünün bitmeyen entrikaları var ama siz tüm bu trajediyi anlatırken bir yandan da güldürüyorsunuz okuru. Bu dengeyi kurarken hangi duygular ön plandaydı?

Günlük hayatın içinde karşılaşılan zıtlıklar gülümsetir aslında, burada da ana motif bu. Bir göç hikâyesinde ister istemez köy-kent karşılaştırması yer alacak, sosyal ve fiziksel farklar, kolaylıklar zorluklar ve kimi muhteşemlikler ortaya çıkacaktır. Karakterlerin psikolojik portreleri ve lakaplarıyla süslenen, göç olgusu, küçük yer faktörü, kozmopolit köy unsurlarına yer veren, üstelik cinayet şüphesiyle akışı hızlanmış bir anlatıda zıtlıklar kaçınılmaz. Karakter kendisine de bu mesafeden yaklaştığı için hedef tahtasına kendini de koyuyor. Dolayısıyla “Bu Cinayeti Bana Lütfeder misiniz?” adından sezdirdiği ironinin hakkını bir defin töreninde de yolsuzlukta da aile trajedisinde de vererek, gücünü buradan alıyor. Çünkü okurla beraber şaşırıyor Esin de aslında.

“Güçlenen, cesareti geri kazanan kadınların varoluş mücadelesinde çoğunlukla ‘iç güç! ve ‘iç göç’ meselesi var”

Şu konu hakkındaki düşüncelerinizi de çok merak ediyorum: Esin’in içsel dönüşümü, aldığı cesur taşınma kararı modern kadının toplumdaki rolü ve beklentileriyle nasıl bir ilişki kuruyor sizce? Bu romana pek çok pencereden bakılabilir elbette ama sanırım okurların kendini en yakın hissettiği pencere budur, değil mi? İstanbul’un kalabalığından, gürültüsünden, iş yaşamının hengâmesinden kaçıp küçük bir Ege köyünün sakinliğine sığınmak her yetişkinin hayalidir. Tabii bunu yalnızca modern kadın üstünden değil erkekler üstünden de konuşmak gerek sanırım. Çoğu kadın okurun Esin’le yakın bağ kurduğundan eminim ama erkek okurlarınızın dönüşleri nasıl oldu?

İnternette bir kitap sitesinde okuduğum ve çok sevdiğim şu okur yorumu, aslında benim yerime yanıt veriyor: “Esin’in yolculuğu aslında çevremde tanıdığım ve hatta kendimin de dahil olduğu bir göç hikayesinin kırsal versiyonu. Biz kadınlar kendimizi iyileştirmek için hep göçeriz. Bazen içimize, bazen uzaklara. Esin de önce içine sonra da içindeki göçü de yüklenip Sikkeli’ye göçüyor.” Güçlenen, gücünü kendi içinde taşıdığını fark eden, zamanla unutulmuş/unutturulmuş olan cesareti geri kazanan kadınların varoluş mücadelesinde çoğunlukla o “iç güç” ve “iç göç”meselesi var. Cinsiyetle sınırlamak doğru olmaz bunu elbette. Ancak dönüşlerden bahsediyorsak, Esin’in yüz felcinden kalma yarım gülüş metaforunda perdelenen sosyal baskı, ait olmadığın yerde bulunduğunu duyumsama, nezaketle “idare etme” durumları, bunların yanı sıra anne figürüyle ilişkiler, psikologla görüşmeler, sektörel mobbing sorunları gibi faktörler erkek okurların (da) yorumlarında öne çıktı.

Köy yaşamını ve karakterlerini betimlerken, gerçek yaşamdan ilham aldığınız anlar oldu mu? Bu karakterlerin oluşum sürecini biraz anlatmak ister misiniz?

Sikkeli diye bir köy yok, ancak Fethiye-Antalya hattında dışarıdan göç alan pek çok Yörük köyünün karakteristik özelliklerini barındıran bir kurgu mekân. Romanda “Önceleri Alevi bir Yörük konağı olan Sikkeli, zaman içinde Sünni yerleşimcilere açılmış sonra yabancılara kucak açmış, gitgide enternasyonal bir kimliğe bürünmüş, yerlileriyle birlikte yedi düvelden yedi telden çalan bir köye dönüşmüştü,” diye geçen köy, adı farklı olan pek çok köye benziyor aslında. Sakinleri de bu hattın canlı karakterlerinin şivesini, hitaplarını, lakaplarını alışkanlıklarını, doğa ilişkilerini temsil edecek biçimde kurgulandı. Çalışma fırsatı bulduğum psikolog ve psikiyatrist yazarlarımdan dolayı (Kemal Sayar, İskender Savaşır, Tuğçe Isıyel, Tuba Karacan ve Ayna Psikoloji uzmanları gibi nice kıymetli isim sayabilirim) “uzmanlık alanı psikoloji olan bir editör” olduğumu söyleyebilirim. Kurguda boy gösteren karakterler bu içgörüyle zenginleşip derinleşti. Şunu da eklemem hoş olur: Girişte “Kitaptaki komşuların hiçbiri gerçek değildir ama Turan Abi’ye teşekkür ederim,” ifadesinde geçen karaktere ilham veren komşumuzdan bir “yeniköylü” olarak toprağa ve doğa ilişkisine dair çok güzel şeyler öğrendim.

“Uzmanlık alanı psikoloji olan bir editör” olduğumu söyleyebilirim, dediniz az önce. Ben de aslında tam bu konuya gelmek istiyordum. Romanınızda, başkahramanınız Esin’in terapistiyle yaptığı görüşmeler önemli bir yer tutuyor, Esin’in rüyaları da öyle.  Bu temaları seçmenizin ardındaki düşünceler nelerdi? Somut psikolojik unsurları romana yerleştirirken nasıl bir süreçten geçtiniz?

Esin’in, “Yakın zamanda eşinden ayrıldığını öğrendiğim eski bir okul arkadaşıma durumumu kısacık anlatıp ne yapacağımı bilemediğimi söylediğimde, çat diye WhatsApp’tan iki numara gönderdi bana: Üstte boşanma avukatının, altta psikoloğunun numarası vardı. Bu ikisi aynı sette yer alıyordu demek, ‘Bunu alan bunu da aldı!’ Zor dönem… Uzak dursan da yakından dayanıştığın kadınlar vardır, ne güzeldir kurtlarla koşanı, sorgusuz sualsiz olanı. Arkadaşımdan gelen numarayı cep telefonumun rehberine kaydettim – Psikolog Ayhan Barın. Bozuk kaygıların onarıcısı. Rüya analizcisi… İşte hayatımın ikinci perdesi böyle başladı,” cümleleriyle tanıştığımız psikolog aslında olayların ilerleyişine omuz veren bir karakter. İçerideki dönüşümün tetikleyicisi olan, aynı zamanda ilginin dışarıya da yönelmesini sağlayan duyguların önünü açıyor. Rüyalar Esin’in kendisini de olayları da kavrayışı ve anlamlandırışı açısından bir anahtar vazifesi görüyor. Burada psikolojik unsurları kurguya yerleştirirken de yıllar önce sevgili İskender Savaşır’ın editörü olduğum dönemde izlediğim “psikanalitik rüya yorumlama çalışmaları”nda edindiğim izlenimleri değerlendirdim. Böylece Esin’in iç dünyası da dış dünyası da bu ikili kurguda sarmal halinde ilerledi.

Size şu soruyu da sormadan geçemeyeceğim: Türk edebiyatının birbirinden önemli isimlerinin kitapları üstüne çalışmış bir editör olarak kariyerinizin yazarlık sürecinize nasıl bir etkisi oldu? Kendi metninizi değerlendirirken ne tür zorluklar ya da ne tür kolaylıklar yaşadınız?

Doğrusu yeri geldiğinde biraz daha fazla inisiyatif alıp geliştirici editörlük ve yazar koçluğu da yapmama rağmen –yani bir metnin ne aşamalardan geçerek tamam olduğunu/oldurulduğunu bilmeme rağmen– kendimden sanki kaleme alındığı ilk an baskıya hazır vaziyette bir metin çıkmasını beklemişim... Editör elim o mükemmeliyetçiliğiyle yazar elimi tutuyordu sanki. Bunu fark edince kendime hata yapma izni verdim, “Nasıl çıkarsa çıksın, senin mesleğin zaten düzeltmek ya!” dedim ve akmaya başladı. Tecrübeli bir editörün metne dair içgörüsü gelişkin olur; buradan bakarsak romanın iç matematiğini kurabilmeme, temposunu koruyabilmeme, aradaki kitap/film/şiir/şarkı-türkü referanslarıyla da arzu ettiğim gibi hareketli ve meraklı bir anlatı tekniği tutturabilmeme imkân verdi.

“Esin karakterinin yeni olaylar karşısında söyleyecek daha çok sözü var”

“Bu Cenazeyi Bana Lütfeder misiniz?” mizahi dili ve psikolojik derinliğiyle farkını ortaya koyan bir ilk roman. Peki, bu ilk romanınızda işlediğiniz temalar, kullandığınız mekanlar ve yarattığınız karakterler gelecekteki eserleriniz için bir ipucu veriyor mu yoksa bu yolculuk burada bitti mi? Okuyucularınızı bundan sonra nasıl bir edebi yolculuk bekliyor?

Sözleriniz için çok teşekkür ederim. Bu yolculuk burada bitti aslında ama Esin karakterinin yeni olaylar karşısında söyleyecek daha çok sözü var gibi. Birkaç kez “Devamı gelecek mi?” diye sorulunca düşündüm de Esin’in esprilerinin ve psikolojik tespitlerinin sonu gelmez gibi duruyor. Bir buradan bir de yazmakta olduğum distopyadan yürüyerek –evet Sikkeli dünyasından tamamen farklı bir yerde geçiyor olaylar– iki dosya için notlar almaya başladım. Yıllık iznimi aldığımda odaklanıp yeni bir maceranın ucundan tutacağım umarım.

“Bu Cenazeyi Bana Lütfeder misiniz?”in kapak tasarımcısı, yazar ve çizer Oğuz Demir: “Kitap bittiğinde şu an kapak olan tasarım bir çırpıda çıktı”

Oğuz Demir


 

“Didem yazdığı bölümleri bana okutuyor, kafamda insanlarla, mekânlarla ilgili sahneler sürekli dönüyordu. İlk paragraflardan itibaren kapak için düşünmeye başlamıştım. Tabii hiçbir cümle ilk yazıldığı haliyle kalmadı, kitabın ismi birkaç kere değişti. Kitabın son halini, kafamdaki birçok kapak eskiziyle birlikte okudum. Kitap bittiğinde şu an kapak olan tasarım bir çırpıda çıktı ve ikimiz de ‘Tamam, budur!’ dedik. Bir şeyler çizerken Didem’in editörlük damarı bana çok yol gösterici oluyor ama bu kapakta hiç düzelti gelmedi.”

Bu Cenazeyi Bana Lütfeder misiniz? / Didem Ünal Demir / Everest Yayınları / Roman / 224 Sayfa
 
 

* Bu haber/yazı ve resimlerin eser sahipliğinden doğan tüm hakları Haftalık Yayıncılık Anonim Şirketi’ne ait olup işbu yazı/haber ve resimlerin, kaynak gösterilmeksizin kısmen/tamamen izin alınmaksızın yeniden yayımlanması yasaktır. Haftalık Yayıncılık Anonim Şirketi’nin, 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 24. maddesinden doğan her türlü hakkı saklıdır.

Hülya Çelik
Hülya Çelik