Kadın olmanın tüm halleri ve beraberinde getirdiği tüm sorumluluklar aşılmayı bekleyen dağlar gibi önümüze dizilirken, tüm bunlara bir de “annelik” eklendiğinde en sıradan hayat bile sıra dışı bir mücadele alanına dönüşüveriyor biz kadınlar için. Rooney İrlanda Edebiyatı Ödülü ve Dylan Thomas Ödülü gibi pek çok prestijli ödüle sahip olan ve İrlanda’nın en ilgi çekici yazarlarından biri olarak görülen Lucy Caldwell’in geçtiğimiz günlerde Siren Yayınları etiketiyle yayımlanan kitabı Yakınlıklar’daki 11 öyküsü işte tam da bunu anlatıyor. Hamilelikle ya da sahip oldukları çocuklarla sınanan, yerini yurdunu arayan, ararken kaybolan, kendini tanıyamaz hale gelen kadınları… Anneler Günü’ne günler kala “Hayatta sizi korunaksız bırakıp kırılganlaştıran her şey daha iyi bir sanatçı olmanızı sağlayabilir” diyen Lucy Caldwell’le, kadın olmanın ve özellikle de anneliğin tüm hallerini konuştuk.
Kadın kahramanları -ya da kahraman kadınları- odağına alan öyküleri bir araya getirdiğiniz Yakınlıklar nasıl doğdu?
Oğluma altı yedi aylık hamileyken bir arkadaşımın kitap tanıtımı etkinliğine katıldım. Etkinlikten sonra arkadaşım ve efsanevi feminist editör Lennie Goodings’le akşam yemeğine gittik. Hamilelik, doğum ve anne olma süreci temalarının çağdaş edebiyatta ne kadar nadiren yer bulduğundan bahsediyorduk. Lennie, “Demek ki bize yeni hikayeler yazman lazım” dediğinde, bu sözleri içimde derin bir iz bıraktı. Kadınlık deneyiminin daha da derinlerine, annelik deneyimine inmek; hakiki ve kırılgan bir noktadan yazmak istedim. Küçük çocuk sahibi olma durumu Yakınlıklar için merkezi önemde; sırf tematik açıdan değil, biçim açısından da…
“Yakınlık hissi öykülerimin olmazsa olmazı”
Annelik, doğum kontrol, kürtaj gibi hassas konuları anlatırken siz neler yaşadınız, neler hissettiniz? Tüm bunların sizdeki karşılığı nedir?
Kadınların deneyimlerinin çok nadiren anlatılan ya da hiç anlatılmayan o kadar fazla yönü var ki hâlâ; görmezden gelinen, aşağılanan, hatta hakaretmiş gibi “eve/aileye dair” yaftası yapıştırılan! Oysa hepimiz hayatlarımızı “ev” düzeyinde yaşamıyor muyuz? Kürtaj gibi bir konuyu içeren bir öykü yazarken buna bir “konu” olarak yaklaşmadım. Öyle yapsaydım öyküler çalışmazdı. Onun yerine karakterlerimin yanında, kalplerinin en derinlerinde durmaya çabaladım; onlara tanıklık etmeye, düşünmüş veya hissetmiş olabilecekleri her şeye saygıyla kulak vermeye, yargılamamaya gayret ettim. Bu da yakınlığın bir türü. Ve bu yakınlık hissi bu öykü derlemesinin olmazsa olmazıydı. Bildiğim en muazzam yakınlıkları yazmaya çalıştım: Gebe olup içinizde çocuk taşımanızın, sonra asıl işin onu özgür bırakmayı öğrenmek olduğunu anlamanızın ne demek olduğunu...
“Annelik, sanatı kötü etkilemek zorunda değil”
“Bütün İnsanlar Ahlaksız ve Kötüymüş” adlı öyküde evlilikle tüm hayatı değişen, mimarlıktan tam zamanlı anneliğe terfi eden bir kadını okuyoruz. Bana “bir kadının dilediği her şeyi yapabilmesi için ikiden çok daha fazla ele ihtiyacı var” diye düşündürdü. Siz neler söylemek istersiniz bu konuda?
Bence dünyadaki bütün anneler ikiden fazla el ister. Geçmişteki onca müthiş kadın yazarın evlenmemiş, çocuk yapmamış olmasının çok hakiki bir nedeni var. Ben erkeklerden hiçbir eksiğimizin olmadığını duyarak büyümüş bir nesildenim, fakat gerçek hayat idealden çok farklı. Annelikle sanatçı yaşamını birleştirip kendi yolumu çizmeye çalışırken aynı şeyi başarmış kadın rol modellerine o kadar müteşekkirim ki; anneliğin illa sanatı kötü etkilemek zorunda olmadığını gösterdikleri için... Aslında ben tam tersini gördüm. Sesimi, anlatmak istediğim öyküleri çocuklarım olduktan sonra buldum. Hayatta sizi korunaksız bırakıp kırılganlaştıran her şey daha iyi bir sanatçı olmanızı sağlayabilir. Bu bana müthiş bir aydınlanma ve neşe kaynağı oldu. Öyküdeki o karakter kendine bir yol bulmaya çalışıyor. Çıktığımız noktayla vardığımız nokta arasındaki, olduğumuzu sandığımız kişiyle dönüştüğümüz kişi arasındaki mesafenin yasını tutuyor; hayal ettiklerimizle yaptıklarımız arasındaki mesafenin… Umarım yolunu bulur.