“En büyük becerisi takım kurmaktır. Bu takım sadece sahadaki futbolculardan ibaret değildir. Herkesi bir arada ister, Fenerbahçe’yi tabiri caizse ordusu yapacaktır. Ailesi onun her şeyidir, en büyük zaafı öfkesidir”
Türkiye en az iki yılını, dev bir dünya markasının kendi tuhaf sistemimizde nasıl var olacağını izleyerek geçirmeye hazırlanıyor. Futbol tarihinin en başarılı birkaç teknik direktöründen biri kabul edilen Jose Mourinho, artık Fenerbahçe’nin başında. Ve bu sporla ilgilenen ilgilenmeyen herkes mecburen bu durumun farkında çünkü neredeyse sadece bu konu konuşuluyor.
Mourinho çalıştığı her ülkede takımların başına geçerken, takımların başındayken ve takımların başından giderken hep çok konuşuldu. İngiltere’de görev yaptığı dönemlerde, 12 yıl boyunca onunla yakın çalışan spor gazetecisi Robert Beasley bu merakı gidermeye çalışanlardan biri. 2016 tarihli “Jose Mourinho: Up Close and Personal” kitabı (Türkiye’de İndigo Kitap’tan “Jose Mourinho - Kazanmanın Anatomisi” adıyla yayımlandı) bugüne dek 10 dile çevrildi, dünyanın dört bir yanında okundu. Ve hatta Mourinho’nun ilk basın toplantısında Türkçe edisyon elden ele dolaştı, teknik direktörden imzalar alındı.
Beasley, Mourinho’nun gerçekten de “özel biri” olduğuna inanıyor. Neredeyse bir saatlik görüntülü görüşmemizde bunu heyecanla, hevesle, yorulmadan anlattı. Tıpkı Mourinho’nun imza töreninde yeni takımına vaat ettiği gibi…
Fenerbahçe taraftarı ve futbol camiası ne beklemeli?
Mourinho söz konusuysa daima beklenmeyeni bekleyin. Kariyerini izlediniz; Avrupa’da çeşitli kulüplere gidip sahada sihrini konuşturduğunu ve biraz da deli hallerini gördünüz. Fenerbahçe ile de aynısının olacağını tahmin ediyorum. Fenerbahçe taraftarının yaradılışı ve tutkusu Mourinho’ya uyacaktır. Tutkuya bayılır.
Hatırladığımız o tutkusunu yıllar içinde kaybetmiş olma ihtimali yok mu?
Sıfır ihtimal. O bir Güney Avrupalı, siz de öylesiniz. Türkiye’ye maç izlemek için her geldiğimizde ülkenizdeki taraftarın tutkusuyla, gürültüsüyle, fanatizmiyle büyüleniyoruz. Jose buna bayılacak. Bununla bağ kuracak, içinizden biri olmak isteyecek. Yeni bir kulübe gittiğinde en büyük becerisi bir takım kurmaktır. Ve bu sadece sahadakilerden ibaret değildir. Fenerbahçe’yi tabiri caizse ordusu yapar. Herkesi bir arada görmek ister. Diğer kulüplere sataşır. Örneğin Galatasaray hakkında konuşur ve böylece herkesin odaklanmasını sağlar. Onu sevmeyenler olacaktır: Genelde rakip takım hocaları, kesinlikle hakemler, bir de çoğu zaman ülkenin futbol otoritesi. Ceza alacaktır, garanti veriyorum. Ama susmaz, aklındakini hep söyler. O yüzden evet, çok eğlenceli olacak.
Onunla yıllar boyu uzun vakit geçirdiniz. O zamanlarda hiç Türkiye’deki futbol hakkında konuşur muydunuz?
Belirli bir konu hatırlamıyorum ama Graeme Souness’in, Galatasaray teknik direktörüyken Fenerbahçe sahasının ortasına bayrak diktiği andan bahsettiğimizi ve ne kadar muhteşem bir şey yaptığını konuşup güldüğümüzü hatırlıyorum.
Pazar günü statta yapılan imza törenini gördünüz mü? Ne düşünüyorsunuz?
Bazı fotoğraflar gördüm ve BBC News’taki haberi izledim. Çok kalabalık göründü gözüme. Jose bu kadar insanın kendisine hoş geldin demek için gelmesine bayılmıştır. Bu ona çok fazla enerji verecektir. Şimdi çalışmaya başlar. Adam bir işkolik. Sabah erken kalkar, diğer takımların videolarını izler. Tüm oyunculara rakibin genel görüntülerini verir. Ayrıca takımda belirli kişilere, rakip takımda düelloya gireceği oyuncunun görüntülerini özel olarak izlettirir. Detaylara verdiği önem efsanevidir. Chelsea’yi çalıştırdığı dönemde bazı oyuncular Jose’nin verdiği DVD’leri izlemeden çöpe atardı çünkü çok fazla gelirdi.
Yani “Bu forma artık benim derim, kemiğim” sözünde samimi midir?
Kesinlikle. Şu anda Türkçeyi sökmeye çalışıyorsa ve sezona girerken dilinizdeki bazı ifadeleri kullanmaya başlarsa şaşırmayın. Gittiği her yerde yerel kültürü yakından tanımaya gayret etti. Çevirmenle her şeyi halletmeye çalışanlardan değildir. Sezonun başlarında birkaç zekice cümleyle karşınıza çıkacağından eminim.
Ali Koç soyunma odasına giren, futbolculara motivasyon konuşması yapan tarzda bir başkan. Mourinho’nun tepkisi ne olur?
Bence sorun etmeyecektir. Chelsea’deyken Roman Abramoviç neredeyse her maçtan sonra soyunma odasına girerdi, hatta yakın çalışma ekibiyle beraber yapardı bunu. Oyuncularla da konuşurdu ve Jose buna ses çıkarmazdı. Ama tabii ki başkanın ne dediğine de bağlı bu. Takıma karışılmasını kabul etmez. Tottenham’da yaşadığı problemlerden biri buydu.
Mourinho hakkında yazdığınız kitabın üzerinden sekiz yıl geçti. Bu sekiz yıl içinde sizce nasıl bir değişim yaşadı?
Saçı kırlaştı. Ama anneme sorarsanız hâlâ çok yakışıklı. Şampiyonlar Ligi finalinden sonra Jude Bellingham Jose’nin yanına gidip “Annemle fotoğraf çektirir misin? Yıllardır seni seviyor” dedi. Kadınlar üzerinde böyle bir etkisi var, annem dahil. Bunun dışında fazla değiştiğini sanmıyorum. Oyunu en iyi şekilde oynamaya inancı ve bunu kadroya aktarma çabası da hiç bitmeyecek.
Kitabınızda Mourinho’yu “kendisine denk çok az kişinin olduğuna inanan biri” olarak tanımlıyorsunuz. Ve “bu tavır, bu inanç, bu özgüven sayesinde bugünkü muhteşem teknik direktör haline geldiğini” düşünüyorsunuz. Güncel duruma baktığımızda 10 yıldır lig şampiyonluğu kazanamamış, kupa alma sıklığı da azalmış bir teknik direktör var karşımızda. Hâlâ bu tavrını koruyor mudur?
Bence evet. Bundan önce çalıştığı Roma’da uzun süredir zirvede değildi. Ama onlara bir kupa kazandırdı, bir de final oynattı. Jose’nin kazandığı zaman nasıl sevindiğine bakın. Taraftarla ve doğru oyuncularla son derece rekabetçi olabilen biridir. Kazanma zihniyetini takıma yerleştirme ve kupa alma konusunda benzersiz bir hüneri var. Bunu asla kaybetmez.
Hep Mourinho’nun güçlü yanlarını konuşuyoruz. Zaafı nedir?
Muhtemelen Güney Avrupalılara özgü öfkesi. Bu da hiç değişmeyecektir, değiştiremez. Bazen tutkusu kaynama noktasını aşar. Heyecanını kontrol edemeyebilir. Yaşlandıkça bunu başarabileceğini düşünüyor insan ama galiba kötüleşiyor. Pek çok kişi zaaf olarak bunu sayacaktır. Ama bazen kontrolü kaybeder, bazen de kontrolü kaybetmiş gibi rol yapar ve bunu yaparken kendince bir sebebi vardır. Tabii Real Madrid’in başındayken Barcelona’ya karşı bir maçta rakip teknik direktör Tito Vilanova’nın yüzünü tırmalamaya çalışırken az daha gözünü çıkarıyordu. Bu mesela, fazla ileri gittiği anlardan biriydi. Ama saha dışında, o tutkulu anlar bitince çok farklı biridir. Şakalar yapmaya, eğlenmeye bayılır. Oyunculara, gazetecilere çeşitli numaralar çeker. Kameralar yokken bambaşka biridir. Ve onu öyle görünce anlarsınız ki kamusal tüketime yönelik bir Jose Mourinho var, insanların belirli bir birey, belirli bir imaj görmesini istiyor. Kameralar gidince çok komiktir, çok cömerttir ve ona sadakat gösterenlere karşı çok sadıktır.
Çok ilginç ve açıklayıcı bir tabir kullandınız: “Kamusal tüketime yönelik Jose Mourinho”. Buradan onun öbür yanına geçelim. Özel hayatı hakkında ne söyleyebilirsiniz? Eşi, çocukları…
Ailesi onun için her şeydir. Karısı Matilde ile yıllardır beraber, neredeyse çocukluktan beri (Oksijen’in notu: Çift henüz ergenlik dönemindeyken tanıştı ve 1989’dan bu yana evli). Büyük bir aşk hikayesi. Jose Chelsea’yi çalıştırırken, onlara 50 yıl sonraki ilk şampiyonluğu getirdiği maçın bittiği an ben saha kenarındaydım. Doğrudan Jose’nin yanına ilerledim. O hemen yedek kulübesine gitti ve telefonunu aldı. Matilde çok gerildiği için maça gitmekten nefret eder. Kocasının heyecanlanmasını, kaygılanmasını izlemekten hoşlanmaz. Bu nedenle o gün de Matilde evdeydi. Jose telefonu aldı, karısını aradı ve “Başardık” dedi, “Ligi kazandık”. Yani röportaj vermekten vs. önce, karısını aradı. Çocukları da onun için çok önemlidir.
Başka ne önemlidir hayatında?
İnanç. Çok inançlı biridir. Yanlış hatırlamıyorsam bana bir keresinde şöyle demişti: “Tanrı var. Tanrı’dan sonra ben varım.” Şunu demek istiyordu: Ben özel biriyim ama benden çok daha özel biri var ve o da Tanrı. Onunla bazen uzun konuşmalar yapardık ve konu futbol dışına da taşardı, hayatla ilgili mevzulara gelirdi. O konuşmaların birinde çözüldü ve Portekiz’de yaşadığı günlerde Noel zamanı ailesiyle birlikte bir minibüs kiraladıklarını, içini yiyecek ve oyuncakla doldurduklarını ve yoksul mahallelere gidip bunları evsizlere, engellilere dağıttıklarını anlattı.
“İnsanlar ona kızıyor, Jose’nin istediği tepki bu”
Oyuncularıyla ilişkisi nasıldır? Profesyonel ve özel hayatları birbirinden net şekilde ayırır mı?
Duruma göre değişir. Örneğin kamptayken, otelde onlardan uzak durur ve teknik ekiple vakit geçirir. Oyuncuların kendini rahat hissetmesini, aralarında şakalaşmalarını ister. Ama özellikle baskının az olduğu sezon öncesi dönemde çok şakacıdır, patronluk haricinde ilişki kurar. Onlarla sosyalleşir ve aralarında sosyalleşmelerini teşvik eder. “Sadece kendimizle ilgilenirsek hiçbir yere varamayız. Birbirimizle ilgilenmemiz gerek. Biz bir takımız, biz birbirimiziz” diye düşünür.
Onu 20 yıldır tanıyorsunuz. Başta bahsettiğiniz tutkusunu bir kenara bırakırsak, Mourinho’da 20 yıldır değişmeyen özellik nedir?
Gözlerindeki pırıltı. Her zaman nasıl komiklik ya da yaramazlık yapacağını düşünür. “İnsanları nasıl güldürebilirim? Onların tepki vermesini nasıl sağlayabilirim? Kendi düşündüğüm şeyleri onların da düşünmesini nasıl başarabilirim?” Zihni daima “Bu durumdan en iyi sonucu nasıl alırım?” sorusuna cevap arar. Chelsea’den ikinci ayrılışında artık emekli olmuştum, o nedenle yanında değildim. Ekranda görünce, onu tanımayan insanların ona neden sinirlendiğini, “kurulduğunu” da anladım. Televizyonda hep bunu yapıyor. Biz onun akıl oyunları oynadığını biliyoruz ama insanlar o yaptıklarını gerçek zannediyor. Halbuki o, kendisi ve takımı için en iyi sonucu almak için rol yapıyor. İnsanlar sinirleniyor ve Jose istediği reaksiyonu almış oluyor. Bu hiç değişmeyecek. Gözündeki o yaramazlık pırıltısını hep koruyacak.
Basın toplantılarındaki amacı rakiplerinin zihnine girmek
Onu tanıdıkça, TV’de söylediği şeylerin çoğunu etki yaratmak amacıyla söylediğini fark edeceksiniz. Basın toplantılarını ve röportajları, rakip oyuncuların zihnine girmek için kullanmaya çalışır.
Akıl oyunlarında ustadır. Her şeyi önceden planlar, orkestra şefi gibi yönetir ve net bir amacı vardır.
Ben 1967’den beri Chelsea taraftarıyım ve onun geri gelmesini çok isterdim. Konu ne zaman açılsa “Jose’yi getirin, Jose’yi getirin, Jose’yi getirin” diyorum. Çünkü onun özel biri olduğunu biliyorum. Hem bir futbol antrenörü hem de insan olarak. Ve Fenerbahçelileri çok kıskanıyorum.