25 Nisan 2025, Cuma Gazete Oksijen
Abone Ol Giriş yap
21.03.2025 04:46
İlke Gürsoy
İlke Gürsoy

Devlet gücüyle toplumu terbiye etmek hiçbir siyasetçiye yaramadı

Bekir Ağırdır: “Devleti arkanıza alarak toplumu terbiye etmeye kalktığınızda, uslu ve makbul vatandaşlar inşa etmeye çalıştığınızda toplum buna tepki veriyor. Türkiye tarihinde hiçbir siyasetçiye yaramış değil. ‘Balık hafızalı’ değiliz, insanlar unutmuş gibi görünse de sandık başında hatırlıyor”
A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

“Tarih bunun örnekleriyle dolu: 1950’de Demokrat Parti’nin gelişi, 27 Mayıs sonrası Adalet Partisi, Soğuk Savaş’ın en sert günlerinde Ecevit’in zaferi, 12 Eylül’ün ardından Özal, 28 Şubat atmosferinde AK Parti… Siyasetçilerin almaları gereken ders, milletin buna sandıkta tepki verdiği”


Sizinle her röportajımız, bir öncekinden daha yüksek tansiyonlu bir atmosferde oluyor sanki. 19 Mart 2025 itibarıyla neyle karşı karşıyayız?

Bir kere müthiş bir kriz hali. Neden kriz hali, anlatayım. Kendine muhalif fikre ve gruba karşı bu kadar topyekun bir saldırı hali herhalde beklenmiyordu. Onun için normal değil. Hayatın olağan akışı içinde olan bir şey konuşmuyoruz. Aslında muhalefete veya Ekrem İmamoğlu’na karşı bir şey bekleniyordu. CHP’nin, cumhurbaşkanı adayını teorik olarak seçimden üç yıl önce belirleme kararı ve 23 Mart’ta ön seçim yapılacak olmasının iktidarın genel stratejisini bozduğunu sanıyorum. Acele ettirdi onları. Yani iktidar belki de Ekrem İmamoğlu’nu veya CHP’yi hataya zorlamak için bu kadar topyekun bir saldırı tercih etti. Örneğin eğer Ekrem Bey diplomanın iptal kararına bir iftar sofrasından ve sükunetle değil de “Ahali çıkın sokağa!” gibi amacı, hedefi, ne yapılacağı belli olmayan çağrılarla cevap verseydi belki de başka bir şey konuşulacaktı ülkede. Asıl provokasyon belki o zaman olacaktı, onu da bilmiyoruz; bizim şimdi yaptığımız da bir spekülasyon sonuç olarak. Halbuki hem vücut dili hem de kullandığı kelimelere bakınca, son derece sükunetli bir sesle konuşuyordu Ekrem Bey. Bu erken aday-ön seçim meselesi iktidarın oyun planını sanki biraz hızlandırmış ya da bozmuş ya da onları hataya zorlamış gibi görünüyor. Operasyon kapsamının ve kişi sayısının bu büyüklükte olması da bir tuhaf. Aynı anda gazeteci İsmail Saymaz, aynı anda müzisyen Ercan Saatçi, siyasetçiler, iş dünyası… Çuvalın içine herkesi doldurmak meselesini Ergenekon süreçlerinde de görmüştük. Dolayısıyla bütün bunlar normal hayatın akışı içinde değil.

Ekrem İmamoğlu’na destek için Saraçhane’de binlerce kişi toplandı. (Fotoğraf: Getty Images)

 

Her ilçede her gün toplantı!

Tepki göstermek tamam, bir duygu boşalımı. Bu hafta sonu 81 ilde miting de yapabilir. Benim önerim ise 966 ilçede her gün o ilçenin bir probleminin tartışıldığı, bütün farklı siyasetleri bir araya getiren ve konuşturan bir zemin yaratmak. 966 kaymakam bu toplantıları yasaklayacak değil. CHP böyle yaparak 5 milyon üyeye çıkabilirse asıl iş odur. Yani Yenikapı’da bir kere 1 milyon kişilik miting yapmak yerine, 5 milyon üyeye çıkan bir siyaset üretmesi daha anlamlı ve sonuç alıcı olur bence

Bu hamleler muhalefete yarar çünkü gerekçesi haklı değil

Yani iktidarın planı hep aynıydı ama uygulama hızı mı değişti?

Evet, oyun planı çok açık ve netti. Siyasi alanı kontrol altında tutmak. Bunu iki yöntemle yapıyor: Bir; zihni çerçeveyi, siyasetin gündemini belirleyen olmak. Bunu da medyadaki gücüyle, muhalefetin zaaflarını da doğru kullanarak yapmak. Muhalefet de o zihni çerçevenin dışına Ekrem İmamoğlu’nun hamleleri hariç çıkamıyordu. İkinci yöntem de baskı. Sadece aktörlere değil; sosyal medyadaki herhangi birinin ya da bir mikrofon uzatılmış herhangi bir vatandaşın bir muhalif söylemine de baskı kurarak siyasi alanı daraltmak. Bunu yaparken amacı hem muhalefeti hep savunmada tutmak hem de kendi kitlesini kendi etrafında konsolide etmeye çalışmak. Yani karşısındaki 60 milyonu aşkın seçmenin bütününe konuşmuyor. Kendi potansiyeli olan; kimlikleri veya siyasi tercihleri itibarıyla bir biçimde kendine değmiş 30 milyona konuşuyor. Halbuki muhalefet 60 milyona konuşmak zorunda. Dolayısıyla iktidarın oyun planı belliydi ama burada meseleyi hızlandıran galiba bu erken ön seçim meselesi oldu.

İmamoğlu’na yönelik yargı hamlesinin ilk işaretlerinden beri “Bunlar İmamoğlu’nu büyütür” cümlesini duyuyoruz. Gözaltından sonra da yüzlerce defa duyduk. Öyle mi oluyor?

İmamoğlu’nu büyütüp büyütmemekten öte muhalefete yarar. Çünkü yapılan işin mesneti, gerekçesi doğru değil. Daha önce 28 Şubat’ta ya da 27 Nisan e-muhtırasında olduğu gibi; gerekçeler doğru değilse, toplum onu inandırıcı bulmuyorsa yaptığınız şeyin doğru olması mümkün değil zaten. Şu anda İmamoğlu’na yapılan operasyonda iki-üç şey bir arada söyleniyor. Biri iş dünyasını da içinde tutan yolsuzluk meselesi. İkincisi “kent uzlaşısı”na kattıkları; yani terör örgütü mensuplarına belediyelerde yer açmak falan. Bir de İsmail Saymaz’ın içinde olduğu Gezi dosyası. Üçünü aynı anda ve bu kadar da böyle gürültülü operasyonlarla yaptığınız zaman inandırıcı olmuyor. Üstelik de bir gün önce İmamoğlu’nun hiç mi hiç inandırıcı olmayan diploma meselesi de var. Yani 12 saatte yaşananlara baktığınız zaman eminim AK Parti’ye oy veren insanların bile yarısı en azından “Ya o kadar da değil” demiştir. Ne kadar tepki verirler ya da vermezler, ayrı bir konu. Ama inandırıcı bulunmadığı açık. İktidar adına konuşan insanların ekranlarda aynı anda aynı argümanlarla diploma meselesini savunduğunu gören her sade birey “Bu çok organize bir hamle” demiştir. İkincisi, “Erdoğan eğer bu kadar korkuyorsa...” diye düşünerek, İmamoğlu’na daha büyük bir güç atfedilmesi de söz konusu. Üçüncüsü de, bir geçmiş var. 2019 yerel seçiminde 15 bin oyla kazandı, iptalden sonra 800 bin oy fark attı, 2024 yerel seçiminde fark büyüdü. Şimdi cumhurbaşkanlığı seçiminde rakibiniz olacağı açıkça belli olan İmamoğlu’nu küçültmek için elindeki iktidar gücünü ya da devlet mekanizmasını kullanınca bu algı güçleniyor. Hiçbir şey organize edilmeden, hiçbir doğru cümle kurulmadan, doğru siyaset yapılmadan “Bu operasyon Ekrem İmamoğlu’na yarar” demek kategorik olarak doğru olmayabilir. Ama tarihimizde de başka birçok örneği var bunun.

Ne gibi örnekler bunlar?

Burada kritik cümle galiba şu: Toplumu terbiye etmeye kalktığınızda, uslu ve makbul vatandaşlar inşa etmeye, tasarlamaya, onları manipüle etmeye çalıştığınızda toplum buna tepki veriyor. Tarihimiz bunun örnekleriyle dolu. Devlet gücünü arkaya alarak milletin bir kesimiyle hesaplaşmaya kalkışmak, Türkiye tarihinde hiçbir siyasetçiye yaramış değil.

Bekir Ağırdır

 

Bu sol-sağ meselesi değil, öyle olsa Ecevit’i açıklayamayız

Önceki seçimlerden hareketle mi söylüyorsunuz bunları?

Evet, tabii. Örneklerimiz ne? Mesela Cumhuriyet’i kuran kadrolar ilk çok partili seçimi yapmış 1950’de. Halk muhalif partiye, Demokrat Parti’ye teveccüh göstermiş, oy vermiş. Ve de o CHP de itiraz etmeden sandığın sonucunu kabullenmiş, iktidarı devretmiş. Birinci kırılma o. Neye karşı kırılma? Devleti temsil eden, devlet gücüyle hayatın her alanına biçim vermeye kalkışan bir iktidara karşı halk muhalif bir söyleme oy vermiş. Sonra 1960’ta 27 Mayıs darbesi olmuş. Demokrat Parti’nin başbakanı asılmış, bir sürü kişi tutuklanmış. Ama o Demokrat Parti’nin devamı olduğunu gizlemeyen Demirel ve Adalet Partisi’ne halk yine oy vermiş. Ve Milli Birlik Komitesi adı altında örgütlenen darbeci subaylar da iktidarı teslim etmişler. Yani 27 Mayıs’ın zorlamasıyla topluma ayar verme işi yine toplum tarafından sandıkta cezalandırılmış. Sonra 12 Mart 1971 Muhtırası yaşanmış. Soğuk Savaş’ın en sert olduğu dönem… ABD ile Rusya ya da NATO ile Varşova Paktı arasında… Solun ve komünizmin ne kadar zararlı olduğu üzerine hayatın her alanında, radyoda, diyanet hutbelerinde, şurada burada devlet propagandası yapılmış. Ve öyleyken “Toprak işleyenin, su kullananın” sloganıyla çıkan Ecevit’e yüzde 43 oy vermişler. Yani yine devleti arkasına alıp toplumu terbiye etmeye, hayatı düzenlemeye kalkışan bir harekete itiraza teveccüh göstermişler. Sonra 12 Eylül gelmiş. 700 binden fazla insan işkencelerden geçmiş, 150’ye yakın insan idam edilmiş. Ve generallerin kurduğu partiye değil, Özal’ın kurduğu partiye oy vermişler. Sonra 28 Şubat olmuş 1997’de. “1000 yıl sürecek” denilmişken 2002’de AK Parti iktidara gelmiş. Sonra 2019 yerel seçimleri… Hukuksuz biçimde iptal edilmiş, “Hiçbir şey olmadıysa bile bir şey oldu” gibi garabet bir gerekçeyle seçimi iptal etmişsiniz, yine kaybetmişsiniz. Herkes bu kırılmaları sol-sağdan okuyor genellikle. Ama ben öyle okumuyorum. Çünkü o zaman Ecevit’i açıklayamazsın. Bence hayatı tanzim etmeye, toplumu biçimlemeye kalktığımızda, bir biçimde toplum tepki veriyor. Siyasetçilerin almaları gereken ders, milletin buna sandıkta tepki verdiği.

Gitme sebebi ʺEkremcilikʺ değil

Bekir Ağırdır: “Ne yapayım, kalayım mı bu ülkede, gideyim mi? Çocuğum var, ben ne yapayım?” Ülkenin 35-40 yaş altı iyi eğitimli kesimindeki duygu bu. Bu duyguyu yaratan şey, muhalefetin engelleniyor olması değil. Muhalefetin haksız, yasalara uygun olmayan biçimde, devlet gücüyle susturuluyor olmasına tepki. Yoksa hepsi birden kategorik olarak “Ekremci” ya da CHP’li oldukları için falan değil. Mesele Ekrem İmamoğlu-Tayyip Erdoğan, AK Parti-CHP siyasi rekabeti değil. Seçmenin çok büyük bir kesimi öyle ele almayacaktır. O nedenle iktidarın aleyhine çalışır mesele.

Halkın sokağa çıkmamasının sebebi: Toplumsal bellek

Seçim gününde hatırlıyor yani. Ama o güne kadar verilmeyen tepkiler de tartışılıyor. Mesela bugünlerde hep şu soru soruluyor: “Sırbistan’da tren kazasında ölenler için her hafta yüz binlerce insan toplanıyor. Türkiye’de neden böyle tepkiler olmuyor.” Neden olmuyor gerçekten?

Toplumsal bellek yüzünden. Ben okumuş-yazmış insanlardan “Bu ülkede toplum balık hafızalı” cümlesini çok sık duyuyorum ve hep itiraz ediyorum. Kimse ne 6-7 Eylül’ü unutmuş ne Madımak’ı unutmuş. Kimse ne 28 Şubat’ı unutmuş ne 12 Eylül’ü unutmuş. Ama hatırladığı zaman ne yapması gerektiğini bilmiyor. Bilmediği için de unutmuş gibi yapıyor. Yoksa unutur mu? Herkes yaşadıklarını kendi biliyor yani her şeyden önce. İkincisi, bu topraklarda hak mücadelesi Osmanlı’dan beri hep kıyılmış. Eşkıya diye, mürteci diye, sol diye, sağ diye, şu diye bu diye hep kıyılmış. O yüzden bu topraklarda hiçbir anne baba işe giren çocuğuna “yarın sendikaya gir evladım” demez. Sendikaya ya da örgütlenmeye karşı olduğu için değil, çocuğu işten atılmasın, kıyılmasın diye sakınma güdüsüyle demez. Çünkü toplumsal bellekte hak temelli örgütlü mücadele hep negatif bir şey içeriyor. Ama yine bu topraklarda dayanışma temelli örgütlenme müthiş. Derneklere, vakıflara baksak, yüzde 90’a yakını dayanışma temelli örgütlerdir. Biz onları küçümsüyoruz ama köy dayanışma, cami yaptırma, okul yaşatma derneklerinin hep bir anlamı var. Hak temelli örgütlenme düşük olduğu için ellerinde kullanabildikleri tek şey, seçim ve oy hakkı. Onu kullanıyor. Seçime katılmayarak, partisini değiştirerek ya da ilk defa sahneye çıkmış bir siyasi harekete sürpriz destek vererek kullanıyor ama kullanıyor; kullanmıyor değil yani. Ama bir yandan da bu genel karakteristiğin içinde bir güncel durum var. Ülke uzun 10 yılı aşkın zamandır ağır bir kültürel kimliklere sıkışma ve siyasal kutuplaşma yaşıyor. Son üç-dört yıldır da ekonomik kriz ve pandeminin ürettiği sonuçlar var. Yani hem kültürel kimlikler arası hem de sınıfsal gerilimlerin aynı anda, aynı hararetle yaşandığı bir zaman aralığı bu. Onun için zaten toplum afallamış, herkes kendi özel hayatı içinde ne yapacağını şaşırmış durumda. Bizim Veri Enstitüsü’nün araştırmalarını 2024’ün kasım ayında yayımlamıştık; toplum kaygıda birleşmiş durumda. Bir büzülme haliydi o, salyangoz gibi kabuğuna çekilme hali. İmamoğlu’nun gözaltına alınması daha çok yeni olduğu için elimizde bir ölçü yok elbette. Ama bu kadar fütursuzca, bu kadar cüretkar, kuralları, yasayı, anayasayı, her şeyi zorlayarak, devletin bütün mekanizmalarını arkasına alarak muhalefetin üzerine böyle yükleniş de muhtemelen bir öfkeyi de tetikliyor. En azından gençlerde. O nedenle Ekrem Bey’in o sükunetli tavrı yerine öfkeli bir tavır gösterilseydi ya da CHP ve Özgür Bey de daha sükunetli ve sakin bir tavır göstermeseydi belki de provokasyona açık bir ortam oluşacaktı. Bu tuzağa düşülmemesi değerli.

Öfkenin yanı sıra umutsuzluk da su yüzüne çıktı galiba.

Evet. Ya “Hiçbir gayrette bulunmayalım” gibi daha bencilce bir yere doğru dönüşüyor ya da ülkeden uzaklaşmaya çalışmaya. Emekliler ya da benim yaşımdaki insanlar için ise o öfke daha bir örgütlü mücadeleye bir fırsat alanı da açabilir. Ama 35-40 yaş altı, dünya standartlarında eğitimli, kariyer fırsatı olan gençler için özellikle bu öfke nedeniyle kendi kültürel sermayemizin bir kısmı daha ülkeden çıkmaya karar veriyor olabilir.

 

İktidarın sıradaki adımı belli, önemli olan CHP’nin ne yapacağı

CHP’nin nasıl bir karşı hamle yapması beklenir şimdi?

Ortada bir gerçek var. Türkiye’de sendikalar, sivil toplum kuruluşları iktidarın siyasi alanı daraltma çabaları nedeniyle zaten olabildiğince güçsüz durumda. Ve muhalefetin tek ve biricik, herkesin kabul etmek durumunda kaldığı ana aktörü CHP. Bu rolü hak ediyordur-hak etmiyordur, taşıyabilir-taşıyamaz ayrı bahis. Ama bugün elimizde kalan toplumsal muhalefetin önünde 2 milyona yakın üyeli, en güçlü örgüt. CHP’nin bu tekliği ve gücünü nasıl kullanacağına bağlı yaşayacaklarımız. Hem kapsayıcılık bakımından hem de siyasi alan açmak ve siyasi manevra alanları, yöntemleri geliştirmek bakımından. Yani yaşayacaklarımız tek başına iktidarın ne yapacağına bağlı değil. İktidarın ne yapacağı üç aşağı beş yukarı belli. Ekrem İmamoğlu’nu bitirdiğini düşündüğü an “Sıradaki kim?” diyecek. “Mansur Yavaş mı gelsin” diyecek. Seçime 2.5 yıl varken bu kadar radikal bir hamleyi göze almasından anlıyoruz ki seçimleri kazanacağı kurallar, koşullar, zamanlama ve aday şeklinde bütün mühendisliği yapmak istiyor. Yapabilip yapamayacağı ayrı bahis ama yapmayı arzuladığı açık. Bunu bozacak şey ancak CHP’nin ya da CHP öncülüğünde toplumsal muhalefetin ne yapabileceğine bağlı olur. CHP ilk hamle olarak bu kapsayıcılığı gösterebilirse; yani sadece kendi içindeki ayrılıkları bir kenara bırakmayı başarabilir de bir örgütlü tavır ve ortak akıl geliştirebilirse gerçekten hayat değişebilir. Ama bu CHP’nin “iktidar şunu yaptı bunu yaptı” diye şikayetten ve iktidarın belirleyiciliğinden çıkıp hayatın kendi belirlemenin kapasitesinin farkına varıp yeni bir siyaset örmesine bağlı. Şehvetli nutuklara ve sadece itiraz diline ihtiyaç yok kamuoyunda. Herkes yeterince öfkeli, herkes görüyor zaten. Bütün yaşadıklarımızı akşam bir kere daha dinlemeyelim. Buradan çıkış için belirleyici olan, ülkenin selameti için CHP’nin başka bir şey yapma mahareti gösterip gösteremeyeceğini göreceğiz. Asıl belirleyici olan odur. Çünkü şunu biliyoruz, bu dertleri aşmanın tek yolu siyasettir. Ama siyasetten ne anladığımıza bağlı. Her birimiz kendi ihtiyaç ve taleplerimiz için örgütlenebiliyorsak ve örgütlü müzakereye açık davranabiliyorsak siyaset bu. Ama bugün iktidar siyasette bunu istemiyor. Alanı kapatmak ve seçimin dışında da bunların konuşulmamasını istiyor. O yüzden insanların bu öfkesinin önünde bir umut konusu lazım. Elbette bölgesel ve küresel dinamiklerin etkileri ayrı bahis.

Seçmenler arasında gerginlik yükselmez

Bahsettiğiniz küresel dinamikler şu anda iktidarın rahat hareket etmesini sağlıyor gibi görünüyor.

Evet, öyle tabii. Orta Doğu nedeniyle Amerika’nın şu anda müttefiki gibi görünüyoruz doğal olarak. Ya da Avrupa “savunma” deyince “Türkiye” diyor. O nedenle iktidar için bir fırsat alanı var dış politikada.

İktidara yönelik kızgınlık iki seçmen tabanı arasında mevcudun ötesinde bir gerginliğe yol açar mı?

Tabanda, seçmende olmaz. Birkaç çok münferit olay dışında, kitlesel bir şey yaşanmaz. Eminim kahvede hepsi o ekranlara bakarken zaten ne olduğunu görüyorlar. Devletin bu kadar hoyrat davranışını bu ülkenin yurttaşları benimsemez. Bu ülkede devlet algısı çok güçlü, doğru. Tarihi boyunca bir devlet geleneği, felsefesi, zihni dünyasında bir devlet algısı var. Ama hep devletin düzenleyici rolünü talep eden, denetleyici olduğunu da bilen, denetleyici olduğunu bildiği için de devletle mümkün olduğunca az temas etmeye çalışan bir ülke burası. Devletin hoyratlığını kendi gündelik hayatlarında, kendi geçmişlerinde, kendi belleklerinde biliyorlar zaten. Onun için şimdi yeniden bu kadar modern zamanda böyle bir hoyratlıkla karşılaşmanın, AK Parti’ye oy verenlerin de çok onayladığı bir şey olduğunu sanmıyorum. Üstelik onlar 28 Şubat’ta, daha çok yakın zamanında deneyimlediler bunları.

İktidar tepki alsa da geri adım atmayacak

Özgür Özel “Ümit ediyorum, eninde sonunda milletin tepkisini görüp geri adım atacaklardır” dedi Ekrem İmamoğlu’nun gözaltısı için. Sizce böyle bir ihtimal var mı?

Ben görmüyorum. Yani tutukluluğun ne kadar süreceğini kestiremeyiz elbette ama “hiçbir şey yokmuş”u kabullenmek demek, adaletsiz ve yasalara uygun olmayan bir hamleyi de yaptığını kabul etmek demek. Bu iktidarın 20 yıllık pratiğine bakıldığı zaman geri adım o anlamda yok.

Yeni süreç üzerinde bir tereddüt yaratır mı bu gözaltılar?

Evet yaratabilir ama şu anda bu olaydan bağımsız olarak zaten bir tereddüt noktasına geldiğimizi sanıyorum. Çünkü bir yandan Suriye’de bir uzlaşma oluşuyor gibi görünüyor. Ama uzlaşıldı denen maddelerin cümlelerine bakarsak olasılığı 100’de 100 görmek de mümkün, 0 görmek de mümkün. Yuvarlak, muğlak ifadeler var. Aynı şey bizde de geçerli. Öcalan’ın mektubuyla “bitti bu iş” demek de mümkün, “gereklilikler, şartlar” diye ilerlemediğini düşünmek de mümkün. Bizdeki terörden arınma meselesiyle Rojava meselesinin, onun da Suriye meselesinin birbirine bağlı olduğu çok açık. Tökezlemeler, duraklamalar ya da ileriye doğru hareketler Ekrem İmamoğlu ya da iktidar-muhalefet çekişmesine bağlı şeyler değil. O nedenle tek başına bu eylem yani bu tutuklamalar nedeniyle doğrudan etkileneceğini sanmıyorum. 

İlke Gürsoy
İlke Gürsoy