Bir ülke düşünün…
Trablusgarp, Balkan, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’ndan yorgun çıkmış.
Elde yok, avuçta yok...
Yüzde 90’ı okuma yazma bilmeyen kaderiyle baş başa kalmış bir toplum…
Sermaye birikimi, alt yapı, yetişmiş tecrübeli işgücü deseniz yok denecek kadar az.
Yokluğun olduğu bir dönemde var olan tek şey Mustafa Kemal Atatürk’ün bu millette gördüğü umut ve güven.
İşte böyle bir ülkede her alanda mucizeler yaratılıyor.
Tarım da bu alanlardan bir tanesi. Bu hafta, vefatının 84. yıldönümü dolayısıyla Atatürk’ün tarım politikalarını hatırlatalım istedik sizlere.
O günkü şartlarda ortaya konan vizyon ve hedeflerden, izlenen politikadan bugün bile çıkarılacak çok önemli dersler olduğu kanısındayız.
Tabii çok kısa sürede devrimlere imza atan bir dünya liderinin tarım alanında yaptıklarını bir sayfada anlatmak mümkün değil.
Ancak özetleyebiliriz. 1927 nüfus sayımına göre Türkiye’de çalışan nüfusun yüzde 78’i tarımla uğraşıyordu.
13.6 milyon nüfusun neredeyse yüzde 80’inin kırsalda yaşadığı yoksul bir ülkede kalkınmanın yolunun tarımdan geçtiğinin farkında olan Atatürk, kırsal kalkınmanın temellerini 1923’te İzmir İktisat Kongresinde atıyor.
Türkiye’nin çiftçi, tüccar, sanayi ve işçi zümrelerinden seçilen 1.135 üyenin yer aldığı kongreye, çiftçi grubu 96 maddeden oluşan bir çalışma ile katılıyor.
“Milli ekonominin temeli ziraattır. Bunun içindir ki ziraatta kalkınmaya büyük önem vermekteyiz.”
Köylünün temel istekleri, tarımsal üretimin önündeki engellerin kaldırılması ve üretimin teşvik edilmesi…
Türk çiftçisinin sırtındaki en büyük yük olan aşar (öşür) vergisinin kaldırılmasına yönelik karar, İzmir İktisat Kongresinde alınıyor ve 1925 yılında çıkarılan yasayla kaldırılıyor.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında köylünün büyük bir kısmının toprağı yoktu; bu da tarımsal üretimi olumsuz etkiliyordu.
Atatürk, toprağı olmayan köylünün toprak sahibi olmasına büyük önem veriyordu. O yüzden 1925’de kabul edilen bir kanunla bedeli 20 yılda ödenmek üzere devlete ait araziler köylülere dağıtılarak köylü toprak sahibi yapıldı. 1923-1938 yıllarını kapsayan 15 yılda köylüye 3.7 milyon dönüm arazi dağıtıldı.
Tabii iş bununla bitmiyor. Köylü yoksul, ekonomik gücü zayıf. Atatürk döneminde Ziraat Bankası daha aktif hale getirilerek şube sayısı artırılıyor. Köylüye üretim sermayesi sağlamak amacıyla uzun vadeli ve faizsiz krediler sağlanıyor. Çiftçi bu kaynak sayesinde üretime yönelik gereksinimlerini ve eksiklerini tamamlama fırsatı bulurken, tefecilerin elinden de kurtarılmış oluyor.
Kooperatifçilik destekleniyor
Tarımsal kooperatifçiliğin Cumhuriyet dönemindeki gelişme süreci de destekleniyor.
1924 yılında “İtibari Zirai Birlikler Kanunu”, 1929 yılında “Zirai Kredi Kooperatifleri Kanunu” ve 1935 yılında çıkarılan “Tarım Kredi Kooperatifleri Kanunu” ile kooperatifçilik daha nitelikli hale getiriliyor. Tarım Kredi Kooperatifleri etkinleştirilerek çiftçilere alternatif kredi bulma imkânı sağlanıyor.
Kooperatifçiliği yaygınlaştırmak isteyen Atatürk, Mersin’in Silifke İlçesi’nde 10 köyden 36 çiftçi ile birlikte 1936 yılında Tekir Tarım Kredi Kooperatifi’ni kurarak 1 numaralı ortağı oluyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarında tarımı geliştirmek ve korumak için mekanizasyonda da önemli adımlar atılıyor.
Tarım aletleri, makineleri ve ilaçlarının satın alınarak halka tanıtılması amacıyla 1937 yılında Zirai Kombinalar İdaresi kuruluyor. Bugünkü Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün (TİGEM) bir kolu olan kombinalar sayesinde yurdun değişik yörelerindeki hazineye ait boş, atıl araziler seçilip, çiftlik haline dönüştürülüyor.
Modern tarım tekniklerinin uygulanması, tarım sanayinin geliştirilmesi ve bu konularda çiftçilere önderlik yapması amacıyla Atatürk’ün muhtelif tarihlerde kurduğu çiftlikler Devlet Ziraat İşletmeleri adı altında toplanıyor. Köylülere pulluk dağıtılırken, traktör kullanan büyük çiftçiler destekleniyor. Hasat makinalarının ortak kullanımı teşvik ediliyor. Çiftçinin tarım aleti, makine ve gübre ihtiyacı sağlanırken, ücretsiz fidan dağıtılan çiftçiler için numune çiftlikleri kuruluyor.
Islah çalışmaları başlatılıyor
Tarım, bitkisel üretimden ibaret değil.
Hayvancılıkta ıslah çalışmalarının yapılması için 1926’da Hayvan Islah Kanunu çıkarılıyor.
Ankara’da Gazi Çiftliği’ne 1925 yılında Macaristan’dan Simental ırkı sığırlar getiriliyor. Böylece hayvancılıkta et ve süt verimini artırmak adına ıslah çalışmaları başlatılıyor.
Cumhuriyetin ilk kurumları arasında yer alan Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) 13 Temmuz 1938’te kuruluyor. Hükümet, buğday fiyatında istikrar sağlamak için gerekli gördüğü zaman Ziraat Bankası ve TMO aracılığı ile buğday alım satış işlerini üzerine alıyor.
Hayvancılıkta gerçekleştirilen ıslah çalışmaları bitkisel üretimde de uygulanıyor.
Cumhuriyet döneminde Ankara, Eskişehir, Erzurum ve Yeşilköy’de tohum ıslah istasyonları kuruluyor.
Adana ve Nazilli’de pamuk ıslah istasyonları açılıyor.
Çiftçinin pamuğuna katma değer yaratmak için Türkiye’nin ilk kamu iktisadi teşekkülü olma özelliğini taşıyan ve adı bizzat Atatürk tarafından konulan Sümerbank, 1933 yılında kuruluyor.
Adapazarı’nda patates ve mısır ıslah istasyonu; Bursa, Antalya, Diyarbakır, Edirne ve Denizli’de ise ipek böcekçiliği istasyonu hizmete açılıyor.
Kayseri’de yonca istasyonu, Antalya’da sıcak iklim bitkilerine yönelik ıslah istasyonları kuruluyor.
Şeker fabrikaları kuruluyor
Atatürk, tıpkı buğday gibi stratejik olarak gördüğü şekerpancarı üretimini de yaygınlaştırıyor. Şeker pancarını işlemek için 1926 yılında ilk şeker fabrikaları olan Alpullu ve Uşak hizmete giriyor. 1933 yılında Eskişehir, 1934 yılında ise Turhal Şeker Fabrikası kuruluyor.
Dünyadaki gelişmeleri yakından takip eden Atatürk, tarımsal eğitime de önem veriyor.
1927 yılında Almanya’dan bir bilim heyeti Türkiye’ye davet ediliyor. Oldenburg Heyeti, hükümete verdiği raporda modern bir ziraat yüksek öğretim kurumunun açılmasını öneriyor.
1928 yılında Ankara’da Yüksek Ziraat Enstitüsünün temeli atılırken, 1930 yılında Ankara Yüksek Ziraat Mektebi açılıyor. Aynı yıl İstanbul, Bursa, İzmir ve Adana’da birer ziraat okulu eğitim vermeye başlıyor.
Açılan enstitüler gerek kuruluşu gerekse akademik faaliyetleriyle tam bir tarım üniversitesi konumunda.
Ziraat okulları ile diğer tarım kuruluşları teknik bilgileri çiftçilere ulaştırmak ve teknik elemanlara yeni bilgiler vermek amacıyla kurslar açarak bu alandaki eksiklikleri gidermek için önemli aşamalar kaydediyor.
Gıda bağımsızlığı mücadelesi
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren tarımda atılan adımlar ve hamleler sayesinde tarımsal ürünlerin çeşitliliği, ekiliş alanları, dekar başına verimleri her geçen yıl artıyor.
Türkiye, ithalatçı olduğu pek çok tarımsal üründe kendi kendine yetmesinin ötesinde ihracatçı konuma geliyor.
Ve tüm bunlar dönemin zorlu şartları ve kısıtlı kaynaklarına rağmen gerçekleştiriliyor.
“Türkiye’nin sahib-i hakikisi ve efendisi, hakiki müstahsil olan köylüdür” diyen Atatürk’ün ne kadar vizyon sahibi olduğu izlediği bu strateji sayesinde bir kez daha ortaya çıkıyor.
Aslına bakarsanız Atatürk, bağımsız ve özgür bir Türkiye için verdiği milli mücadelenin ardından ülkenin gıda bağımsızlığı için tarımda da bir kurtuluş mücadelesi veriyor.
Atatürk’ün tarıma bakışı ve tespitleri
Mustafa Kemal Atatürk’ün tarım ile ilgili öyle önemli tespitleri var ki bugün bile geçerliliğini koruyor.
Atatürk’ün tarıma bakış açısını ortaya koyan şu cümlelerini hatırlamakta fayda var: “Milli ekonominin temeli tarımdır. Bunun içindir ki tarımda kalkınmaya büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yayılacak programlı ve pratik çalışmalar bu amaca yayılmayı kolaylaştıracaktır. Fakat bu çok önemli işi isabetle amacına ulaştırabilmek için ilk önce ciddi etütlere dayalı bir tarım politikası tespit etmek ve onun için de her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve severek tatbik edebileceği bir tarım rejimi kurmak lazımdır.”
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki bu tespitlerin günümüz Türkiye’sinde bile karşılığı var.
Zira, bizim bugün bile gerçek manada orta ve uzun vadeli bir tarım politikamız ve stratejimiz maalesef yok. Tarımsal yayım ve çiftçi eğitiminde hala gerçek bir koordinasyon sağlayabilmiş değiliz.
Atatürk’ün kafasındaki tarım politikasını ve rejimini hayata geçirmesi o dönemde hiç de kolay değil.
‘Topraksız çiftçi kalmamalı’
Toprağın kıymetini çok iyi bilen Atatürk, bu konudaki planını şu sözlerle özetliyor:
“Bir defa, memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Bundan daha önemli olanı ise bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın hiçbir sebep ve suretle bölünemez bir nitelikte olması gerekir. Büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliği, arazinin bulunduğu memleket bölgelerinin nüfus yoğunluğuna ve toprağın verim derecesine göre sınırlandırılması lazımdır.”
Gelelim bugüne…
Biz bugün miras yoluyla parçalara bölünen tarım alanlarının daha da küçülmesinin önüne geçmek için geç de olsa yasa çıkartırken, tarım alanlarını toplulaştırmak için yıllardır çaba sarf ediyoruz. Gelişmiş ülkelerin 60 yıl önce hallettiği bu meseleyi biz hâlâ aşamadık. Buna karşın özellikle son 30 yılda tarım alanları hızla vasfının dışına çıkarılırken, toprağın verim ve kalitesini de hızla kaybediyoruz.
Planlı tarım stratejisi
Atatürk, o dönem tarımda mekanizasyonun öneminin de farkında. “Küçük, büyük bütün çiftçilerin iş makinalarını artırmak, yenileştirmek ve korumak için vakit geçirmeden önlem alınmalıdır” diyen Mustafa Kemal, “Memleketi; iklim, su ve toprak verimi bakımından, tarım bölgelerine ayırmak gerekir. Bu bölgelerin her birinde, köylülerin gözleriyle görebilecekleri, çalışmaları için örnek tutacakları verimli, modern pratik tarım merkezleri kurulmalıdır” sözleriyle sanki günümüz Türkiye’sine mesaj gönderiyor.
Zira yıllardır konuştuğumuz ancak sadece kâğıt üzerinde kalan havza bazlı üretim modeline bir türlü geçebilmiş değiliz. Tarımda plansız ve programsız bir üretim gerçekleştirildiği için arz-talep dengesini sağlayamıyor, fiyatta istikrarı yakalayamıyoruz. Tarımsal üretimde verim ve kalitenin öneminin farkında olan Atatürk, konuya sadece iç pazar değil ihracat açısından da bakıyor. Atatürk, “Başta buğday olmak üzere, bütün gıda ihtiyaçlarımızla sanayimizin dayandığı çeşitli hammaddeleri temin ve dış ticaretimizin esasını oluşturan çeşitli ürünlerimizin ayrı ayrı her birinde, miktarlarını artırmak, kalitesini yükseltmek, üretim masraflarını azaltmak, hastalık ve zararlılarıyla uğraşmak için gereken teknik ve yasal her önlem zaman geçirilmeden alınmalıdır” diyor.
Bu tespitler 2022 Türkiye’sinde güncelliğini koruyor.
Bugün Türkiye, başta buğday olmak üzere pek çok üründe dekar başına verimliliklerde olması gereken seviyede değil. Ürünlerin kalite ve standardizasyonunda gıda sanayi ve ihracat pazarının beklentilerini tam manasıyla karşılayamıyor. Pestisit, günümüzün en büyük sorunu olarak karşımızda duruyor. Tarımsal girdi maliyetleri ise kronik bir soruna dönüşerek çiftçinin sırtındaki en büyük yük durumunda.