28 Mart 2024, Perşembe
10.09.2021 04:30

Mutfaktaki yangın büyüyor

Türkiye, bu yaz tarihinin en büyük orman yangınlarından birisini yaşadı. Neyse ki yangının büyük kısmı uzun uğraşlar sonucu, bir kısmı da kendiliğinden söndü. Ama bir başka yangın var ki yıllardır devam ediyor ve bir türlü söndürülemiyor.Hatta bazı dönemler deyim yerindeyse daha da alevleniyor...Mutfaktaki yangından bahsediyoruz. Mevzu, gıda enflasyonu... Özellikle son yıllarda tarım ve gıda artık sadece üreticinin değil tüketicinin de gündeminde. Bunun da temel nedeni, düne kadar sadece kırsaldaki üreticinin meselesi olarak düşünülen tarıma dair kronik sorunların artık şehirdeki tüketicinin de cebi açısından sıkıntı yaratmaya başlaması. Kırsaldaki üretici yüksek maliyetler ve düşük üretici satış fiyatlarından şikayet ederken, şehirlerdeki tüketiciler de düşük alım gücüne karşın raflardaki yüksek fiyatlardan rahatsız.  Ne üreten mutlu ne de tüketen… Kronik bir hâl alan gıda enflasyonu artık mutfaktaki yangını harlar hale geldi.Gelin, son veriler üzerinden duruma hep birlikte bir göz atalım. TÜFE Ağustos’ta beklentilerin üzerinde yüzde 19.25 seviyesinde gerçekleşti. TÜİK’e göre, Ağustos’ta gıda enflasyonu aylık bazda yüzde 3.18 artarken, yıllık bazda yüzde 29 yükseldi. TÜFE’nin neredeyse 10 puan üzerine çıkan gıda enflasyonu böylece son 28 ayın zirvesini gördü.  Dikkatlerden kaçmaması adına şu hatırlatmayı da yapalım... Ağustos ayı mevsim itibariyle bollaşan sebze ve meyve üretimi sonucu gıda enflasyonunun en sakin seyrettiği aylar arasındadır. Ama bu yıl ezber bozuldu. Hem işlenmemiş hem de işlenmiş gıda tarafında ciddi artışlar yaşanıyor.  Bilindiği üzere enflasyon sepetindeki 415 ürünün 133’ü gıda ve alkolsüz içecekler grubunda yer alıyor. Ama bu 133 ürün de kendi içerisinde alt kategorilere ayrılıyor ki, işte vatandaşın hissettiği gerçek enflasyona yakın veriler de orada gizli. 

Meyve-sebze ateş pahası

Örneğin, taze meyve sebzede aylık yükseliş yüzde 10.1 iken yıllık artış yüzde 40.4 seviyesinde. Bir başka deyişle geçen yıl toplamda 100 liraya doldurduğumuz meyve-sebze filesini bu yıl 140 TL’ye doldurabiliyoruz.  Şu an mevsimi olan bazı sebze ve meyvelerin geçen yılın aynı dönemine göre fiyat artışlarına bakar mısınız? Salatalık yüzde 128, kabak yüzde 87, şeftali yüzde 81, taze fasulye yüzde 68, havuç yüzde 52, domates yüzde 50. Liste daha da uzayıp gidiyor.  Peki fiyat artışları sadece yaş meyve ve sebze ile mi sınırlı? İsterseniz bir de her evin mutfağında olan bazı temel gıda ürünlerinin son 1 yıldaki fiyat artış oranlarına göz atalım: Tavuk eti yüzde 64, ayçiçek yağı yüzde 60.8, margarin yüzde 53.8, yumurta yüzde 49.3, mercimek yüzde 41.8, süt ve yoğurt yüzde 35, ekmek yüzde 26.4. Burada da liste uzayıp gidiyor maalesef. 

Sokak enflasyonu yüksek

Tabii tüm bunlar TÜİK’in resmi rakamları… Sokaktaki vatandaşa sorarsanız çarşı, pazar ya da markette resmi verilerin çok daha üzerinde bir gıda enflasyonu var. Özellikle bu yaz mutfak alışverişi yapan herkesin ortak şikâyeti mevsimi olmasına rağmen aşırı derecede pahalanan meyve ve sebze fiyatları… Bu arada TÜİK dışında farklı kuruluşlar da kendi hesaplama yöntemleri ile gıda fiyatlarındaki aylık ve yıllık değişimleri ölçümlüyor. Bunlardan biri de Birleşik Kamu İş Konfederasyonu… Konfederasyonun Ar-Ge birimi KAMUAR, her ay düzenli olarak toplam 76 temel gıda maddesini kapsayan bir fiyat araştırması gerçekleştiriyor.  Ağustos’ta temel gıda fiyatlarındaki yıllık artışı yüzde 39.8 olarak hesaplayan KAMUAR, son bir yılda sebze fiyatlarında yüzde 81.7 artış, meyve fiyatlarında ise yüzde 68.8 yükseliş yaşandığını açıklıyor. Vatandaş bu verileri daha gerçekçi buluyor. 

Alım gücü azalıyor

Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir 2013 yılında 12.500 dolar seviyelerini görmüştü. Son 8 yılda trend geriledi ve bugün kişi başına düşen milli gelirimiz 8.500 dolar düzeyinde. Yani 2006 yılındaki seviyelere yeniden döndük. Türkiye’de çalışan nüfusun yaklaşık yüzde 40’ı asgari ücret ve civarında bir maaş alıyor. TÜİK’in enflasyon sepetinde gıdanın payı yüzde 25.9 olarak belirlenmiş durumda. Ama alım gücü zayıf olan hane halklarının harcamalarında gıdanın payı toplam harcamaların neredeyse yarısını oluşturuyor. Dolayısıyla gıda enflasyonu en çok düşük ve orta gelir grubunu vuruyor. 

Açlık ve yoksulluk sınırı

Böyle bir ortamda vatandaşın hissettiği gıda enflasyonu da yüzde 50’den aşağı olmuyor.  Zira artan fiyatlar kadar azalan alım gücü de enflasyonu iliklerimize kadar hissetmemize neden oluyor. Türk-İş Aralık 1987’den bu yana her ay düzenli olarak gıda harcaması tutarını ve buradan hareketle açlık ve yoksulluk sınırını açıklıyor. Türk-İş araştırmasının Ağustos 2021 sonucuna göre, açlık sınırı olarak tabir edilen dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı 2.926,72 TL. Bu rakam, net asgari ücretin bile üzerinde…  Yoksulluk sınırı olarak tabir edilen yine dört kişilik bir ailenin gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise 9.533,28 TL. Fark ettiyseniz bu harcamaların kapsamında tatil, eğlence ya da diğer sosyal aktiviteler ve lüks tabir edilecek özel harcamalar yok. Gıda enflasyonu artık tüm dünyanın başını ağrıtan bir mesele haline dönüştü. Bundan neredeyse tüm ülkeler nasibini alıyor ama Türkiye gibi kronik sorunlarla boğuşanlar iki kat nasipleniyor(!) Nedir bu kronik sorunlar derseniz kısaca özetleyelim. Bir kere tarımsal üretim planlamamız yok. Ezbere bir üretim ile arz-talep-stok dengesini gözetmek ve fiyat istikrarı sağlamak zor. Kur baskısı altında ithalata dayalı bir tarımsal üretim modelimiz var ki artık sürdürülemez olduğu net şekilde ortaya çıktı.  Yüksek girdi maliyetlerine karşın düşük kalan üretici satış fiyatları çiftçi için üretimi kârlı ve cazip olmaktan çıkarıyor. Etkinlikten uzak destekleme politikaları kırsaldaki refaha olması gereken katkıyı sağlamıyor. Tarımsal üretim kadar sonrasındaki safhalarda da değer zinciri doğru işlemiyor. Pazarlama kanallarında yaşanan sıkıntılar, yıllardır bir türlü tespit edilemeyen ve çözülemeyen aracı sorunu yüzünden fiyatlar arttığında herkes topu birbirine atıyor. Yılan hikayesine dönen yeni hal ve perakende yasaları, bir türlü hayata geçirilemeyen erken uyarı sistemi ve kooperatifçiliğe ilişkin düzenlemeler gibi daha birçok başlık hem üretici hem de tüketiciyi mağdur etmeye devam ediyor. Yanlış ithalat politikaları Türkiye’nin sadece tarım ve gıda ürünü değil aynı zamanda enflasyon ithal etmesi anlamına geliyor. Tüm bunlara bir de şiddeti ve sıklığı her geçen gün artan olumsuz iklim koşullarını ekleyin. Üzerine bir de bütüncül bakış açısından uzak, kısa vadeli palyatif tarım politikalarını koyduğunuzda, karşınıza gündemden düşmeyen bir gıda enflasyonu çıkıyor. Gıda enflasyonu açısından daha riskli bir döneme giriyoruz. Hem mevsimsel açıdan hem de tüketici fiyatlarına henüz yansımayan üretici fiyatlarından dolayı. Ağustos ayında tüketici enflasyonu ile üretici enflasyonu arasındaki makas açılmaya devam ederek yeni bir rekor kırdı. Yurtiçi üretici fiyat endeksi (Yİ-ÜFE) Ağustos’ta aylık bazda yüzde 2.77 artarken, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 45,52 yükseldi. Böylece, üretici-tüketici fiyat endekslerinde kaydedilen yıllık artış arasındaki makas 26.3 puanla Ağustos ayında rekor tazeledi.  Yİ-ÜFE’nin sektörler bazındaki yıllık oranlarına baktığımızda ise gıda ürünlerinde yüzde 39.2’lik bir artış söz konusu. Özetle gıda enflasyonuna halen tam manasıyla yansımayan maliyetler ve üretici fiyatları söz konusu. Bu yüzden önümüzdeki haftalardan itibaren ekonomi yönetiminden gıda enflasyonunu frenlemeye yönelik yeni adımlar görmek olası. Ancak eski deneyimlerden yola çıkarak şu notu da düşelim. Kronikleşen yapısal sorunlar çözülmediği sürece, gıda enflasyonuna yönelik kısa vadeli politik hamlelerin kalıcı bir etkisi olmayacaktır.