Yayın hayatına başladığı günden bu yana her hafta ilgi ve keyifle okuduğum Oksijen ailesine ben de bugünden itibaren tarım ve gıda yazılarıyla katılmış bulunuyorum. İlk haftanın heyecanıyla yazı konusuna karar vermekte oldukça zorlandım diyebilirim. Kafamda birçok konu başlığı dolaşırken, içlerinden hem gündeme uygun hem de ilgi çekici olan birini seçmeye çalıştım. Bugün, Türkiye’de sokaktaki herhangi bir vatandaşa mikrofon uzatsanız, sizinle mutlaka fikrini paylaşabileceği uzman olduğu iki ana konu vardır. Bunlardan ilki siyaset, ikincisi ise futbol… Son yıllarda artık bu iki alana bir üçüncüsünü daha eklemek mümkün. O da tarım… Artık sokaktaki insan, tarım sektörüne yönelik kronik sorunların önemli bir kısmını sıralayabilecek, çözüm önerilerini büyük ölçüde ortaya koyabilecek bir farkındalığa sahip. Toplumdaki bu farkındalığın artışının temel sebebi ise insanların sağlıklı, güvenilir ve kaliteli gıdaya makul fiyatlarda erişim isteği. Ancak bu isteklere ulaşabilmek her geçen gün zorlaşırken, maliyeti de artıyor. Çünkü karşımızda tarım sektörünün kendine özgü kronik sorunları ve kırılganlıkları yetmezmiş gibi bir de küresel iklim değişikliğinin yarattığı ve yıkıcı etkisi her geçen gün artan riskler var. Söz konusu riskler arasında bu yıl en somut şekilde hissettiğimiz ise kuraklık. Hali hazırda kuraklığın etkisini bu yıl tarım tarafında önce rekolte kaybı olarak yaşadık, şimdilerde ise fiyatlardaki aşırı yükseliş sonucu enflasyon olarak hissediyoruz. Türkiye’nin en stratejik tarım emtiasının başında gelen buğdayda bu yıl yüzde 25-30 civarında rekolte kaybı bekleniyor. Her ne kadar Tarım ve Orman Bakanlığı bu oranları resmi olarak dillendirmese de ABD Tarım Bakanlığı (USDA), Ağustos ayı başında yayınlandığı son raporunda bu sezon Türkiye'nin buğday rekoltesinin 16.5 milyon ton, arpa rekoltesinin 4.5 milyon ton ile sınırlı kalacağını öngörüyor. Bu da kabaca son 5 yılın ortalamasına göre, buğday rekoltesinde yüzde 25, arpada ise yüzde 62 kayıp anlamına geliyor. Rekolte kaybına paralel olarak iç piyasada buğday ve arpa fiyatları da rekor seviyeleri görmüş durumda. Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) bu sezon için ekmeklik buğdayda ton başına 2.250 TL (geçen sezona göre artış yüzde 36.4), arpada ise 1.750 TL (geçen sezona göre artış yüzde 37.3) alım fiyatı açıklamasına karşın her iki ürünün de borsada işlem gören fiyatları 3 bin TL seviyelerini test etti. Bu da akıllara ister istemez tarımda üretici enflasyonunu getiriyor. Tarım ürünleri üretici fiyat endeksi (Tarım-ÜFE) Temmuz’da aylık bazda yüzde 1.34 yükselirken, yıllık bazda yüzde 22.8 arttı. Tabii üretici fiyatlarındaki bu artışın tüketici fiyatlarına da yansıması zaman içerisinde kaçınılmaz. TÜİK’in Temmuz ayı tüketici enflasyonu verilerine göre, son 1 yılda un fiyatı yüzde 24 artarken, buna paralel olarak ekmek fiyatları da yüzde 26’nın üzerinde yükseldi. Bulgur, makarna ve diğer unlu mamullerde de benzer fiyat hareketlerine şahit olduk. Önümüzdeki dönemde de söz konusu ürünlerde ya fiyat artışlarına şahit olmaya devam edeceğiz ya da gramajlardaki düşüş ve paketlerdeki küçülmeyle gizli enflasyonu yaşayacağız. USDA, sadece rekoltedeki kaybı tahmin etmekle yetinmemiş, raporunda bu kaybın yaratacağı olası ithalat miktarını da paylaşıyor. USDA’nın tahminlerine göre; Türkiye, iç tüketim ve ihracat pazarındaki dengeler göz önüne alındığında 2021-22 döneminde 11.25 milyon ton buğday ve 2.75 milyon ton arpa ithal edecek gibi gözüküyor. TMO ise bu öngörüyü teyit edercesine ithalat için düğmeye basmış durumda ve ardı ardına uluslararası ihalelere çıkıyor. Zira, açıkladığı alım fiyatları piyasanın oldukça altında kalan TMO, çiftçiden beklediği miktarda ürünü depolarına stoklayamadı. O zaman da çare olarak gözler diğer ülkelerin çiftçisinin ürettiği ürünlere çevrildi. Sadece Temmuz ayında 2.5 milyon tonluk buğday ve arpa ithalatına imza atan TMO, Ağustos itibarıyla de her iki ürün için ihaleye çıkmaya devam ediyor. O yüzden mevcut konjonktürde bu yıl Türkiye’nin arpa ve buğday ithalatında rekor seviyelere ulaşması sürpriz değil. Kuraklıktan ötürü rekolte kaybına uğrayan bakliyat ürünleri de var. Özellikle G.Doğu Anadolu Bölgesi ile özdeşleşen ve kıraca ekim yapılan kırmızı mercimek üretiminde yüzde 65-70’e yakın bir rekolte kaybı yaşandığı tahmin ediliyor. Söz konusu kaybın üretici fiyatlarına yansıması çoktan görüldü. TMO, kırmızı mercimekte ton başına 5 bin TL alım fiyatı açıklarken, serbest piyasada mercimek fiyatı 10 bin TL’ye kadar çıktı. Üretici fiyatı artar da tüketici fiyatı sabit kalır mı? Temmuz ayı TÜFE verisine göre, mercimek fiyatı yıllık bazda yüzde 35 yükseldi. Nohutta da tablo çok farklı değil. Bu yıl kuraklık etkisiyle yüzde 45-50 oranında rekolte kaybı olduğu tahmin edilen nohut için TMO 4 bin 50 TL alım fiyatı açıklasa da piyasadaki fiyat oluşumu 8 bin TL seviyelerini gördü. Temmuz’daki TÜFE verisine göre nohutun fiyatı yıllık bazda yüzde 28’in üzerine çıktı.
Hayvancılık maliyetleri de artıyor
Tabii buğday ve arpadaki rekolte kaybı ve fiyat hareketlerinin etkisi sadece ekmek, makarna, bulgur ya da ham maddesi bu ürünler olan diğer gıdalarla sınırlı değil. Sonuçta buğday ve arpa, hayvancılık açısından da önemli bir yem hammaddesi niteliğinde. Buğday ve arpa fiyatlarındaki yüksek seyir, kesif yem fiyatlarındaki yükselişte de önemli bir rol oynuyor. Soya, mısır ve diğer hammadde fiyatlarındaki artışın da etkisiyle Türkiye'de son 1 yılda süt ve besi yemi fiyatları yüzde 60'ın üzerinde arttı. Bunlar da önümüzdeki dönemde raflardaki süt ve süt ürünleri ile et ve et ürünlerinin etiketlerine ister istemez daha fazla yansıyacak.Yağışlar son 60 yılın en düşük seviyesinde
Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün (MGM) verilerine göre, 1 Ekim 2020-31 Temmuz 2021 dönemini kapsayan 10 aylık 2021 su/tarım yılı yağışları Türkiye genelinde son 60 yılın en düşük seviyesinde seyretti. Yağışlarda normaline göre yüzde 23 azalma görülürken, geçen yıla göre yüzde 22 azalma söz konusu. MGM’nin sıcaklık değerlendirmesine göre ise 2021 yılı Temmuz ayı son 50 yılın en sıcak ikinci ayı olarak kayıtlara geçti.Artvin’i sadece sel değil kuraklık da vurdu
Kuraklık, barajlarda da doluluk oranını her geçen gün aşağıya çekiyor. DSİ verilerine göre, Çukurova’nın su kaynağı Seyhan Baraj Gölü'nde geçen yıl ağustos başında yüzde 85.3 olan doluluk oranı bu yılın aynı döneminde 66.9’a gerilemiş durumda. Hatay’ın Yayladağı Barajı'nda geçen yıl ağustos başında yüzde 63 olan doluluk oranı, bu yıl aynı dönemde yüzde 26'lara kadar indi. Geçtiğimiz haftalarda can ve mal kayıplarına yol açan, alt ve üst yapıda ağır hasarların oluştuğu sel ve heyelanlara teslim olan Artvin, bir yandan da kuraklık tehlikesi ile karşı karşıya. Tam bir paradoks değil mi? Kentte, Çoruh Nehri üzerine inşa edilen barajların doluluk oranları kuraklık etkisiyle düştü. Muratlı Barajı’nda doluluk oranı yüzde 27, Deriner Barajı'nda ise yüzde 5’e kadar geriledi. İç Anadolu Bölgesinde de durum çok farklı değil. Konya genelindeki su kaynakları son 10 yılın en düşük seviyesine geriledi. Bağbaşı Barajı'nın aktif doluluk oranı yüzde 15'e düştü. Ankara’nın Akyar Barajında da su seviyesi yüzde 16.6’ya kadar çekilirken, Aydın’daki Kemer Barajı'nda doluluk oranı yüzde 20’lere indi. Bu örnekleri maalesef çoğaltmak mümkün…Kuyularda sular çekiliyor
Tarımda kullanılan yeraltı su kaynakları da kuraklıktan nasibini alıyor. Geçmişte Konya’da sondaj ile 15-20 metre derinlikten yer altı suyuna ulaşılırken şimdilerde 70-80 metreye kadar inmek gerekiyor. Bazı bölgelerde bu derinlik 150-200 metreleri bulabiliyor. Bir taraftan sayıları her geçen gün artan ruhsatsız kuyular, diğer taraftan yetersiz kar yağışı nedeniyle yeterli miktarda dolamayan yeraltı su kaynakları… Sonuç mu? Konya’nın Karapınar İlçesi’nde sayıları her geçen gün artan obruklar… Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ise durum daha da vahim. Artık sondajla kuyu suyuna ulaşmak için 250-300 metreler telaffuz ediliyor.TARIMDA EZBERLERİ BOZAN KURAKLIĞA KARŞI EV ÖDEVLERİ
Özetle, gıda arz güvenliği açısından önemli bir viraja hızla girmiş bulunuyoruz. Tarımsal üretim süreci ve deseninde önemli bir değişim yaşanıyor. Kuraklıkla birlikte tarımda ezberler bozuluyor. Birçok ürünün ekim, dikim ve hasat tarihleri değişiyor. Hastalık ve zararlı sayısı da değişen iklimle birlikte hem üretimi sekteye uğratıyor hem de üretimin maliyetini artırıyor. Artık havza bazlı üretim planlaması ve yönetim modelini hayata geçirmemiz kritik önemde. Su fakirliğine doğru giden Türkiye'de artık toprak ve suyun yönetişimi, suyun toprakla doğru şekilde buluşmasına yönelik yatırım ve teknolojik altyapı ihtiyacına daha fazla destek verilmesi gerekiyor. Kuraklığa dayanıklı tohum çeşitlerinde ıslah çalışmalarının daha da yaygınlaştırılması kaçınılmaz. Tarım ve Orman Bakanlığının, “Tarımsal Kuraklıkla Mücadele Strateji ve Eylem Planı” olduğunu hepimiz biliyoruz. Kağıt üzerinde varlar… Hatta Tarım ve Orman Bakanlığı’nın “Orman Yangınları ile Mücadele Eylem Planı” olduğunu da biliyoruz. Ancak yaşanan son orman yangınlarında bu konuya çok da hazırlıklı olunmadığına acı tecrübelerle şahit olduk. Demek ki teoride bu tür eylem planları tek başına bir anlam ifade etmiyor. Altını pratikte de doldurmak lazım… Eğer bu konuda Türkiye üzerine düşen ev ödevlerini yapmaz ve “Tarımsal Kuraklıkla Mücadele Strateji ve Eylem Planı” sadece kağıt üzerinde ve teoride kalır, pratikte gereken hızda adımlar atılmazsa o zaman gıda arz güvencesine yönelik risklere ve krizlere çok daha açık hale geleceğiz.Trakya’da ayçiçeği rekoltesi düşebilir
![](https://gazeteoksijen.com/wp-content/uploads/2021/08/SULEYMAN_SOYLU.jpg)
Çiftçinin kayıp yılı
![](https://gazeteoksijen.com/wp-content/uploads/2021/08/muslum_osun.jpg)
Kuraklık haşere sayısını artırdı
![](https://gazeteoksijen.com/wp-content/uploads/2021/08/mutlu_dogru.jpg)
Bal üretimi de darbe aldı
![](https://gazeteoksijen.com/wp-content/uploads/2021/08/mehmet_ekici.jpg)