27 Nisan 2024, Cumartesi Gazete Oksijen
07.10.2022 04:30

20 yıl sonra “yanlış kişiyle” evlenmek!

Jennifer Lopez ile Ben Affleck yeniden boşanmanın eşiğindeler, oysa mutlu olmak için her şeye sahip gibi görünüyorlardı. Ama şöhretlerin ilişkilerinde üstesinden gelinmesi zor bir şey var ki, o da kendi egonu bir kenara bırakabilmek sanırım...

Bir kez daha Hollywood’dan bildiriyorum.

Bundan önceki “bildirimimde” Jennifer Lopez ile Ben Affleck’in “nişanlandığı” haberini sizlere duyurmuştum. Geçtiğimiz nisan ayının son günüydü.

Ve aynı yılın ekim ayının ilk hafta sonunda ne yazık ki bu kez bir “ayrılık sinyali” haberi vereceğim.

Jennifer Lopez ile Ben Affleck ayrılmanın eşiğindeler!

Daha altı ay bile olmadı, bu ne şiddet, bu ne celal diye düşünmeyin.

Bu işler o coğrafyada böyle gelişiyor sanırım.

Dışarıdan baktığınızda mutlu olmak için her şeye sahip gibiler.

Şahane evler, harcayamayacağın kadar çok para, sokağa çıktığında bütün gözleri üzerinde hissetmen, çalışmak istemediğinde çalışmama özgürlüğün...

Var oğlu var yani!

Ama şöhretlerin evliliğinde ya da ilişkilerinde üstesinden gelinmesi zor bir şey var ki o da kendi egonu bir kenara bırakabilmek sanırım.

Bu tür haberlerin bizleri şaşırtmıyor olmasının nedeni de aslında içten içe bunu biliyor olmamız.

Nişana ve düğüne davetli değildim, bu nedenle bu ayrılık haberine biraz da “oh oldu” gözüyle bakabilirdim ama yumuşak bir kalbim var, affetmeye eğilimliyim, bunca yıl aradan sonra tekrar birbirine koşan bir çiftin ayrılmak üzere oldukları haberine üzüldüğümü söyleyeyim.

Ben Affleck’in bu evlilik için Ana De Armas’ı terk ettiğini hatırlayınca “acaba Kübalının yaptırdığı büyüler mi buna neden oldu” diye düşünmedim de değil.

Jennifer ile Ben ilk nişanlandıklarında 20 yıl önceydi. Oğlanın kıza taktığı 2 milyon 500 bin dolarlık tek taşı unutmadım.

Evlenmelerine iki gün kala ki 2003 yılının eylül ayıydı, düğünü ertelediler, kısa süre sonra da ayrıldılar.

Oysa hepimizi çok tutkulu bir aşk yaşadıklarına ikna etmişlerdi.

Sonra geçtiğimiz nisan ayında yeniden nişanlandılar, arkasından da dillere destan, üç gün süren bir düğünle evlendiler.

Ve şimdi ayrılık haberleri geliyor. Şaşırdım mı? Çok da şaşırmadım aslında.

Bizim üstat Ahmet Rasim’in uyarısı kaç kulağa küpe oldu bilmiyorum ama bir kez daha tekrarlayacağım: “Birbiriyle evlenmemeleri icap edenler varsa onlar da birbirlerine âşık olanlardır.”
“Mutlu bir evliliğin sırrı” konulu bir kitap yazmak isteyenlerin asla alıntılamamaları gereken bir söz bu.

Radar Online isimli bir sitenin haberine göre, Bennifer’in yakınları (çiftten Jennifer ile Ben isimlerini birleştirerek Bennifer diye söz etmek gibi bir durum da var) romantik bir Avrupa balayından sonra “hayatın gerçeklerine” geri döndüklerini söylüyorlarmış.

Yakınları bunu “rüyadan uyanmak” olarak açıklıyorlar.

Çift arasındaki tartışmalar artmış, Jennifer adamın giysilerine bile karışmaya başlamış, “dağınıklığından rahatsız” imiş.

Ben Bey’in bu işe ne dediğini bilemiyorum ancak onun da tıpkı Jennifer gibi ipe sapa gelmez nedenlerle “huzursuz” olduğuna iddiaya girerim.

İpe sapa gelmez şeyler, çünkü bu tür konulardaki görüş ayrılıkları bir ilişkiyi sarsmamak için aslında yeterli değildir.

Başka temel bir sorun vardır ve bu ipe sapa gelmez meselelerin artması asıl sorunu maskeler, konuşulmasını engeller, sonunda tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna!

Böyle şeylerin sonunda ayrılmak durumunda kalan çiftlerin kendilerinin de bu işe şaşırdıklarına da ayrıca iddiaya girerim.

★ ★ ★

Alain de Botton’un New York Times’da yayınladığı makalesinin başlığı şöyleydi:
“Neden yanlış kişiyle evleneceksiniz?”

Makalenin yazıldığı tarihte de Botton’un “Aşk Dersleri” isimli kitabı yeni yayınlanmıştı.
Ve başlık uğursuz bir kehanet gibi görünse de bir dizi mantıklı çıkarsamadan kaynaklanıyordu. Bu kitap

Türkçede Özge Çelik’in çevirisiyle yayımlandı. (Sel Yayıncılık)

New York Times editörleri makaleye bir de illüstrasyon çizdirmişler.

Marion Fayolle’nin çizdiği, beş ayrı kareden oluşan bu illüstrasyon şöyleydi:

Birinci karede beyaz elbiseli bir genç kadın, kendi boyunda bir kâğıda bir erkek resmi çizmeye başlıyor.

Kızın beyaz elbisesinden ve elindeki çiçek buketinden gelin ya da gelin adayı olduğunu çıkartıyoruz.

İkinci karede kız, çizdiği erkek resmini, dudaklarından öpüyor.

Üçüncü karede tıpkı prensesin kurbağayı öpüp kanlı canlı yakışıklı bir prense dönüştürmesi gibi kâğıdın arkasından kanlı canlı ama prense de pek benzemeyen bir erkek, resmi üstten kıvırmaya başlayarak ortaya çıkıyor.

Dördüncü karede kızın çizdiği resim, erkeğin elinde buruş buruş bir kâğıt parçasına dönüşürken, kız elindeki çiçeği düşürüyor.

Beşinci karede, çiçek ve resmin çizildiği buruşturulmuş kâğıt ayaklarının dibinde, oğlan kıza sarılmış, kız hüzünlü bir ifadeyle başını oğlanın göğsüne yaslamış.

Bir tür “Hayaller Ferrari, gerçekler Şahin” durumu sizin anlayacağınız.

Alain de Botton, bu makalesinin esin kaynağı olan kitabında “Aşk, sevgilinin bizim zayıflıklarımızı ve dengesizliklerimizi düzeltmeyi vaat eden özelliklerine duyulan hayranlık demektir. Bir tamamlanma arayışıdır” diye yazıyor.

★ ★ ★

“İlk görüşte aşk” diye bir şeye inanır mısınız, bilemiyorum.

Ama inananların sayısı, inanmayanlardan çok olmalı ki bu temel prensip üzerine yapılmış filmleri, dizileri milyonlar seyrediyor, şarkıları ezberleniyor, romanları okunuyor.

Ben kişisel olarak buna inanmam.

“İlk görüşte” hissettiğimiz şey, aşk değil bir “cinsel çekim” olsa gerek diye düşünürüm.

Aşk bir süreç işidir çünkü, yoldan geçerken pat diye insanın kafasına düşmez.

Cinsel çekim derken salt cinsellikten söz etmediğimi de bilmenizi isterim. Bir erkeğin ya da kadının, birisine karşı neden çekim hissettiğini tam olarak açıklamak zor. İnsanlara sorsak, belki de sorduğumuz insan sayısı kadar değişik yanıt alabileceğimiz bir soru bu.

Kimi için kaş-göz, kimisi için boy bos, kimisi için zekâ-akıl, kimisi için meslek-şöhret v.s. olabilir bu çekimin nedeni.

Diyelim ki “kaş-göz” diyenler en büyük grubu oluştursun, onların içinde de yüzlerce alt küme bulabiliriz.

Süreç bu çekimden sonra başlar.

Öyle bir çekimdir ki ona direnmeyi bırakın, tam tersine o çekime iyice kapılıp karşımızdakinin içinde eriyip yok olma isteğine dönüşür adeta.

Onda belki de hiç sahip olmadığı özellikleri vehmederiz.

“Aşkın gözü kördür” aşamasına geçiyoruz böylece.

O her şeyin en iyisidir. Güzeldir, akıllıdır, zekidir, çekicidir, baş döndürücüdür, esprilidir, odur, budur.

Ve böylesine mükemmel bir yaratığın nasıl olup da bizim gibi bir sefili, yetersizi beğendiğinden kaynaklanan kuruntular da başlar.

Kıskançlık krizlerinin nedeni biraz da budur.

Oysa karşımızdakine, hissettiğimiz bu yetersizliklerle ilgili ne düşündüğünü sorsak, alacağımız yanıt büyük olasılıkla boş boş bakan bir çift göz olacaktır.

Çünkü o da zaten tam tersini düşünüyordur. Tıpkı bizim onun hakkındaki düşüncelerimiz gibi.

Ama bu gerçek soruyu sormaya kimse cesaret edemez, onun yerine rol yapmaya başlar. Karşımızdaki insanın nasıl birisini arzuladığı ile ilgili tahminlerimizden kaynaklanan bir senaryo yazar, onu oynarız.

O da aynısını yapar.

Sonra onlar erer muradına, bizler de çıkarız kerevetine.

Zamanla rol olarak oynadığımız bazı şeyleri içselleştirip kişiliğimizin bir parçası haline getirmiş olsak bile oyun oynama becerisinin ve takatinin de bir sonu vardır, gerçekler birer birer ortaya çıkmaya başlar.

Ferrari’nin Şahin’e dönüştüğü, “mükemmel erkek” ya da “mükemmel kadın” diye yücelttiğimiz varlığın kendisi gibi olmaya başladığı bir dönem.

Marifet daha sonra bununla birlikte yaşamaya alışmak ile ilgilidir.

Romantizmin sonu gelmiştir.

Alain de Botton’un başlıktaki sorusunun yanıtı da burada gençler:

Yanlış kişiyle evleneceksiniz, çünkü o sizin hayallerinizde yarattığınız, aslında hiç var olmayan birisi değil, kanlı–canlı, iyi yönleri olduğu kadar yetersiz yönleri de olabilen gerçek bir insandır, bir hayal değildir.

Ve unutmayın ki sizinle evlenecek kadın ya da erkek de aynı hatayı yapmıştır, o da yanlış kişiyle evlenmiştir.
“E şimdi ne olacak, hemen boşanalım mı” diye soranlar olduğunu duyar gibiyim.

Hayır, bu gerekmeyebilir.

Önemli olan beklentileriniz ile gerçekler arasındaki dengeyi tutturabiliyor olmanız.

Shakespeare’den bir sone ile toparlayalım sözü, Talat Sait Halman’ın çevirisiyle:

“Sevgi demem sevgiye

Bir döneklik yaparsa bir değişme görünce,

Başka yola saparsa sevgili saptı diye.

Zamanın soytarısı değildir sevgi asla,

Gül yüzlüler göçse de orağına düşerek

O değişmez kısacık günlerle, haftalarla,

Direnir ve katlanır mahşerin ucuna dek.”

(Bu soneyi Asuman Kafaoğlu Büke’nin Cumhuriyet Kitap’ta yayınlanan, Alain de Botton eleştirisinden aktardım.)