07 Mayıs 2024, Salı Gazete Oksijen
25.08.2023 04:30

Gönül bir zalimi sevdi, ne yapsın

Tercih ettiğimiz insan tipi esasen kendi temel yaradılışımızı ortaya koyar. Aklımız istediği kadar o tipten uzak durmamız gerektiğini bize söylesin; aklımızı dinlemediğimiz takdirde canımızın yanacağını deneyimlerimizle öğrendiğimiz halde yine aynı kararı veririz

Türk pop müziği tarihinde “O şimdi asker, canı neler ister” şarkısı ile kendine haklı bir yer edinmiş olan Tuğba Ekinci’yi yolun ortasında durdurup sordular: “Yanınızda ne zaman birini göreceğiz?” Oysa yanında “birisi” vardı. Minicik bir Yorkshire Terrier kişisi! “Türcülük” de tıpkı “ırkçılık” gibi aşağılanması ve uzak durulması gereken bir durumdur arkadaşlar. Bize benzemiyorlar, bizim iletişim yöntemlerimizi kullanmıyorlar ve sosyal alışkanlıkları bizimkinden farklı diye hiçbir türü görmezden gelemezsiniz. Onlar da kendi türleri içinde bir kişiliktir ve Tuğba Hanım’ın yanında da böyle bir Yorkshire Terrier kişisi varken “yanınızda birini ne zaman göreceğiz” diye sormak yakışık almaz.

Magazin muhabirliğinde böyle bir gelenek oluştu. Tanınmış birisini yolda çevirip pat diye soru sormak.
Eskiden de yapanlar vardı ama sayıları daha azdı, şimdi neredeyse tamamen buna odaklanmış durumda magazin muhabirleri. Tuğba Hanım’ın kendisini değilse bile fotoğraflarını görmüş olmalısınız, esmer, üzerine hoş bir genç kadın. Ben fotoğraflarından tanıyorum. Doğal olarak erkeklerin bu alımlı kadının peşinde kuyruk oluşturmuş olması gerekiyor ki tahminime göre bu çokluk Tuğba Hanım’ı biraz yormuş.
Bunu da nereden anladın diye soracak olursanız soruyu yanıtlarken biraz atarlı bir havası var, oradan çıkardım. Kusura bakmayın ama bu saçları değirmende ağartmadım; gerçi o kadar ağarmış da durmuyorlar ama boyayacak olsam hemen anlaşılır, öyle bir şey. Tuğba Hanım’ın soruya yanıtını okuyalım; seçtiği kelimeler ve cümlelerin diziliş tercihi bunu açıkça ortaya koyuyor.

Haklı bir tespit

“Evlenenler boşanıyor, sence niye? Her yer alkolik ve müptezel dolu. Artık koca yok. Kadın da kalmadı, erkek de. Bütün memleket müptezel. Adamı alıyorsun, alkolü geçtim müptezel çıkıyor. Çöp! Boşananlar da bu yüzden boşanıyor. Normal insan kalmadı. En iyi arkadaşlarımız hayvanlar oldu. Yalan konuşuyorsam şerefsizim.” Böylece estikten sonra biraz sakinleşip sözlerini tamamlıyor: “Yanlış anlamayın. İzleyenler, ‘Sizin camiada öyle şeyler çok’ diyebilir. Bütün mesleklerde 10 taneden 8’i müptezel. Eve almaya korkuyorsun.”
Tuğba Hanım’ın bu sosyolojik tespitine katılmamak mümkün değil. Toplumlar bileşik kaplar gibidir, birinci kaptaki su ne kadar kirliyse, son kaptaki su da o kadar kirlidir. Meslek gruplarına, etnik ya da sosyal sınıflara göre “şunlar daha temiz, bunlar daha kirli” demek, toplumsal gerçekçilikle bağdaşmaz.
Pop müzik aleminde durum neyse, teorik fizik aleminde de durum odur, üç aşağı beş yukarı! Onun için yalnız yaşamayı tercih eden kadınların ve erkeklerin sayısında ciddi bir artış var, bunu bir kere not etmiş olayım.

Giderek daha az evleniyor, daha çok boşanıyoruz. Tek başına yaşayan vatandaşlarımızın toplam nüfusa oranı 2014’te yüzde 13.9'du, 2021'de yüzde 18.9’a çıktı

Bin kişi başına boşanma oranı olarak tarif edilen “kaba boşanma hızı” son 20 yılda yüzde 47 arttı.
Aynı dönemde “kaba evlenme hızı” da yüzde 20 düştü. Yani giderek daha az evleniyor, daha çok boşanıyoruz. Kadın ya da erkek, tek başına yaşayan TC vatandaşlarının toplam nüfusa oranı 2014’te yüzde 13.9 olmuştu. “TÜİK Nüfus ve Konut Sayımı - 2021” araştırmasına göre 2021 yılında bu oran 18.9’a çıktı.
İçinde bulunduğumuz yılda biraz daha yükselmiş olması mümkün çünkü bu oran her iki yılda yaklaşık bir puan kadar artmış. Yani nüfusumuzun beşte biri tek başına yaşıyor dersem, palavracılıkla itham edilmem çok kolay olmaz. Diyeceğim şu ki Tuğba Hanım’ın tespiti, 100’üncü yaşını kutladığımız devletimizin kurumlarının da onayladığı bir tespit. Ve bu tespitler, emekli maaşlarını, memurlara yapılacak zamları filan belirlemekte etkili olmadığı için doğruluğundan kuşkulanmamız da gerekmiyor.

Bir anda olmaz

Normal bir kadın erkek ilişkisi, çiftlerin birbirlerini mutlu etmeleri için kurulur, mutsuz edip cehennem azabı yaşatması için değil. Düşünün ki bir kadın var, ona bayılıyorsunuz, onun da size ilgi göstermesi için dokuz takla atıyorsunuz ve sonra onun da ilgisi size kayınca her şey değişiyor! O zarif şövalyenin yerini, Utanmaz Adam çizgi romanındaki magandalara benzer bir tip alıyor. Ya da tersi: O melek yüzlü prensesin birden dişleri uzuyor, çatallı bir kuyruğu ve sivri kulakları olduğunu fark ediyorsunuz. Bu bir anda ortaya çıkacak bir şey midir? Kusura bakmayın ama yanıtım olumsuz. Kimse kendisini bu kadar iyi saklayamaz, daha önce görmediyseniz, görmek istemediğiniz için olduğu kadar, sizin kişiliğinizin de buna yatkın olmasıdır.

Tercih ettiğimiz insan tipi esasen kendi temel yaradılışımızı ortaya koyar. Ortega y Gasset, seçimlerimizle kişiliklerimizin temel özelliklerini ortaya koyduğumuzu yazmıştı. “Beynin Gizli Hayatı” isimli bir kitabın yazarı olan David Eagleman, beynimizin birbiriyle çatışan parçalardan oluşan bir makine olduğunu yazıyor.
İnsan davranışlarını anlamaya çalışırken ikili sürecin gözden kaçırılmaması gerektiğini söylüyor: “Akıl” ve “duygular”! Birlikte okuyalım: “Beyin iki farklı sistem içerir: Hızlı ve otomatik olan birincisi bilinçli farkındalık yüzeyinin altında çalışırken; ikincisi yavaş, bilişsel ve bilinçlidir. Birincisi otomatik, örtük, bulgusal, sezgisel, bütüncül, tepkisel ve dürtüsel olarak nitelendirilir; ikincisiyse bilişsel, açık, kurala ve derin düşünmeye dayalı olarak. Bu iki süreç birbiriyle sürekli mücadele içindedir.” Analitik psikolojinin kurucusu Carl Jung da şöyle diyor: “Her birimizin içinde tanımadığımız biri daha vardır.”

Bağımsız beynin eseri

Tıpkı Pink Floyd’un Brain Damage şarkısındaki gibi: There’s someone in my head but it’s not me. (Kafamın içinde biri var ama o ben değilim.) Bir türlü “normal ve düzgün bir adam” (ya da kadın) bulamayanların sorunu sanıyorum beyinlerimizin bizden bağımsız olarak çalışan kısmında yatıyor. Bir tür “doğruluk yanılsaması” da diyebiliriz buna. Doğru olsun, olmasın daha önce duyduğumuz bir ifadenin doğru olduğuna inanma olasılığımız görece yüksektir. Bir fikre uzun süre sırf maruz kalmak bile o fikirle bir kez daha karşılaştığımızda bize daha inanılır gelir. Son yaşadığımız seçimde de bunu bir kez daha test etmiş olduk. Bazı iddiaları doğru olup olmadığına aldırmaksızın tekrarlayıp durdular ve sonuç ortada!

Aşk bir teslim oluştur ve neye teslim olduğunuzun farkında olmayabilirsiniz. Onun için “mükemmel sevgiliyi” bekleyerek en güzel yılları yalnız geçirmek, rasyonel bir davranış sayılmaz

Reklamcılar da bunu bilirler. Bir diş macununu şahane dişleri olan güzel kızlar ve yakışıklı erkekler ile özdeşleştirdiğimizde, örtülü belleğimiz bizi o macunu satın almaya yöneltir. Bize “güzel / yakışıklı” olarak görünen ve önce tanımlayamadığımız ama sonradan adına aşk diyeceğimiz duyguyla itildiğimiz kişiyi beğenmemizin nedeni de örtülü belleğimizde bununla ilgili kodları biriktirmiş olmamızdır. Aklımız istediği kadar o tipten uzak durmamız gerektiğini bize söylesin; aklımızı dinlemediğimiz takdirde canımızın yanacağını deneyimlerimizle öğrendiğimiz halde yine aynı kararı veririz. Aşk da zaten budur. Seçtiğimiz birisine teslim olmak! Bu gönüllü bir teslim oluştur ve en önemlisi neye teslim olduğunuzun da çoğu zaman farkında bile olmayabilirsiniz.

Onun için “mükemmel erkek” ya da “mükemmel kadın” bekleyerek, en güzel yılları yalnız geçirmek, rasyonel bir insan davranışı sayılmaz. Bağrı yanıkların hoşuna gitmeyecek belki ama söylemek zorundayım:
Eski sevgilileri “arıza” olmakla suçlarken acaba kendimize de dönüp bir bakmamız gerekiyor mu?
Hep arıza tiplerin çekimine kapılma nedenimiz, kendi arızalı karakterimiz olmasın? Orhan Baba ne diyor: “Ümitsiz bir aşkın garibi oldum Aradım hatayı kendimde buldum.”