Hazal Subaşı’yı tanıyor musunuz, bilmiyorum.
Ben de şahsen tanışmadım. Ama kim olduğu ile ilgili fikrim var. 2015 yılında Türkiye 3. güzeli olmuş ama ben onu hatırlamıyorum. Farklı dizilerde oynamış, başarılı olduğu filmografisinden anlaşılıyor. Ama ben oradan da hatırlamıyorum.
Daha çok magazin haberlerinden tanıyorum. Alışılmışın aksine saçlarını sarıya filan da boyamamış, yüzünde de estetik var mıdır, çok anlamıyorum ama bana yok gibi geldi. Doğal bir güzelliği var, Allah nazardan saklasın.
Kendisi hakkındaki bilgileri tahmin edebileceğiniz gibi internetten buldum, okudum.
Hayır, bir “stalker” değilim, durduk yerde genç kadınların neler yaptıklarını filan takip etme huyum yok.
Ancak Hazal Hanım geçenlerde öyle bir şey söyledi ki ben de profesyonel deformasyonumun bir sonucu olarak kendisi hakkındaki bilgileri şöylemesine bir taradım.
Şimdi şöyle bir tablo gözünüzün önüne getirin: Üzerindeki derin dekolte elbise ile yanlamasına uzanmış güzel bir genç kadın fotoğrafının üzerine T24 editörü şöyle bir başlık atmış: Hazal Subaşı ilişki sırrını açıkladı!
Şimdi böyle bir haberi okumaz mısınız? Ben okudum tahmin edebileceğiniz gibi ve notumu aldım ki sizlerle de paylaşayım.
Hazal Hanım, Berfu Yenenler’in YouTube kanalında şunu söylüyor:
İnsanlık tarihi kadar eski
“Eğer ilişkimin uzun sürmesini istiyorsam hiçbir sorun olmasa da altıncı ayda ayrılıyordum. Benim yokluğumu anlasın diye. ‘Bak gidersem görürsün’ taktiğiyle iki yıl süren ilişkim oldu.”
Bu taktiğe biliyorsunuz “Gönül kaçanı kovalar” taktiği diyoruz ki aslına bakarsanız insanlık tarihi kadar eski.
Ve Hazal Hanım kardeşime de bir özel not vereyim ki eğer fotoğraflarında bizim anlayamayacağımız rötuşlar yapılmadıysa “2 yıllık ilişki süresi” için herhangi bir şey yapmasına da zaten gerek yok. Hangi salak böyle bir kızı 2 yıldan önce bırakır da kaçar?
Her neyse, bu dediğim gibi insanlık tarihi kadar eski bir taktik aslında.
Dönerse senin ya dönmezse?
Mesleğe ilk başladığım aylarda Ankara’da Yankı Dergisi’nin ofisinde giriş kapısının hemen önündeki küçük oda rahmetli Hıncal Uluç’a aitti.
Ben de o sırada dergide her işe maydanoz bir meraklı yeni yetme.
Hıncal Abi’nin masasının hemen arkasındaki mantar panoya bir toplu iğne ile iliştirilmiş, daktilo ile yazılmış küçük bir not vardı:
“Gitmek isteyeni bırak, dönerse senindir. Dönmezse zaten hiç senin olmamıştır.”
O yazıyı ilk okuduğumda “Sonra pişman olursun Hıncal Abi” demiş, “Zamanla öğrenirsin, işine bak” yanıtını almıştım.
Sahne adı Passenger olan Michael David Rosenberg’in çok da eski olmayan bir şarkısı var: Let her go!
Bırak kızı gitsin!
Şarkının hemen girişinde şöyle bir söz var:
“Only know you love her when you let her go.” (Onu sevdiğini yalnızca gitmesine izin verdiğinde anlarsın.)
Şarkının bir yerinde “Kadehin dibine bakarsın” da diyor ki Hıncal Abi yaşasaydı bunun için ne derdi tahmin edebiliyorum ama kendime saklayacağım.
Sokak röportajlarının “çıkar telefonunu göreyimci” amcaları gibi görünmek istemem ama artık herkesin cebinde bir akıllı telefon var ve küçük bir sandalla denizin ortasına sürüklendiğinizde bile nerede olduğunuzu öğrenmeniz için bir uygulama simgesine tıklamak yeterli oluyor.
Navigasyon araçları bu kadar gelişmeden önce insanlar yollarını, yönlerini bulabilmek için “Her zaman orada olan” gök cisimlerine bakarak bulurlardı.
Güneş, ay, Kuzey Yıldızı.
Pusula, usturlap vs. icat edilip kerteriz almak kolaylaştığında bile bu gök cisimlerinin dilini bilmek gerekirdi.
Bir kadına aşık olmayı buna benzetirim.
Tıpkı, eski tarihlerde yaşayan insanların Güneş, Ay ve Kuzey Yıldızı’na bağlı olmaları gibi.
Kadehin dibine bakar kalırsın!
Âşık olduğunuzda güneşiniz, ayınız ve kuzey yıldızınız o kadın olur, yaşamınızı ona göre planlarsınız.
Hayatınızın merkezinde öyle bir mıknatısın çekim gücü oluşur ki tıpkı pusulanın kırmızı ucunun kuzeyi göstermesi gibi hep aynı kişiyi gösterir.
O olmazsa, büyük bir boşluğun içine düşer, şaşkın şaşkın etrafınıza bakar, kalırsınız.
Güneşiniz yoktur ki önünüzü aydınlatsın, ayınız yoktur ki havanın nasıl olabileceğini bilip tedbirinizi alabilesiniz, kuzey yıldızınız yoktur ki yönünüzü bulabilesiniz.
Bunu bütün aşıklar bilir.
O çok özel kadının bir gülüşü, gamzesinin bir kıvrımı, saçının küçük bir dalgalanması, omuzlarının naif silkinişi aşığın dünya üzerindeki konumunu belirler.
O olmadığı zaman anlarsınız, yokluğunun ne anlama geldiğini.
Onun için “Gitmek isteyeni bırak, dönerse senindir” sözü bana hala şarkıdaki sonucu yaratır gibi geliyor: Kadehin dibine bakar, kalırsın!
Anlamanın yolu bu değil
İnsanın sevdiği birisinin gitmesine göz yummasını, hatta bunu “Geri dönmezse de zaten yoktu” diye kendisine gerekçelendirmesini anlayamam.
Aşk daha bitmeden, yaşanacak onca şey eksik kalmışken tamamen yitirilen bir sevgilinin ardından asla doldurulamayacak büyük bir boşluk kalır çünkü.
Ve o sonsuz boşluk içinde güneşiniz, ayınız, kuzey yıldızınız yoksa yolunuzu bulamazsınız.
Yerine başkasını koymaya çalışsanız bile bu yaptığınız şey Küçük Ayı’nın ucu yerine Büyük Ayı takımyıldızındaki parlak ışıklı Dabne’ye bakarak yolunu bulmaya çalışan denizciden farklı olmaz.
Evet, o da sizi bir yere götürür ama kuzeye değil!
Onun için birisini gerçekten sevip sevmediğinizi anlamanın yolu gitmesine izin vermek değildir.
Passenger’ın şarkı sözü yazarı da tıpkı Hazal Hanım gibi yanılıyor yani.
“Kadehin dibine bakmak” zorunda kalmadan da bunu öğrenmenin yolu vardır.
Gözünüzün önüne fotoğraflar getirmek yeterlidir.
On yıl sonra, kendini bir Ege adasında, teknenin kıçında buzlu içkini yudumlarken hayal ettiğinde o karenin içinde kim olur?
Beş yıl sonra yeni bir otomobil aldığında, sağdaki koltukta kimin oturmasını istersin?
Portakallar çiçek açtığında o muazzam kokuyu içine çekerken, sarılmak isteyeceğin kimdir?
Canın sıkıldığında kiminle boş konulardan konuşmak istersin?
Bir film izlerken gözlerin yaşardığında elini tutarak kendini toparlayabileceğin kimdir?
Çoktan seçmeli test soruları değildir bunlar.
Cevapları, gözünün önüne “a – Ayşe, b – Fatma, c – Emine, d – Hatice” diye gelmez.
Ucu kapalı, tek yanıtlı bir sorudur. Cevabını biliyor da yanında kalmasını başaramıyorsan, o zaman seni kadehin dibine bakakalmak paklar, başka bir şey değil!