Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün “görevden affedilmesi” üzerine Bekir Bozdağ bir kez daha Adalet Bakanlığı koltuğuna oturdu. Kutlarım. Ancak yorum yapmayacağım. Belki kendisi bile unutmuştur ama benim fil hafızam var, ne zaman Bekir Bey’in adını duysam, eski bir konuşmasını hatırlarım. Bozdağ, Gezi protestolarının hemen ertesinde TBMM’de Diyanet İşleri bütçesi görüşülürken “camiye girip birbirini kadınlı erkekli öpen yapılanmalardan” söz etmişti. (Aralık 2013) Ben de böyle bir “yapılanmanın” varlığını o günlerde Başbakan Yardımcısı sıfatı taşıyan Bekir Bey’in o konuşmasından öğrenmiştim. Bütün hayatını Türkiye’de geçirmiş “yarım asırı devirmiş bir çınar” olarak bir devlet yetkilisinin ağzından “yapılanmalar” konusunu duyunca bundan ürkmek gerektiğini biliyorum. Haliyle sırtım ürperdi, tüylerim diken diken oldu. Birbirlerini “kadınlı – erkekli öpen yapılanmalar” varsa bunun antitezi de bu toplumda mutlaka vardır. Birbirlerini “erkekli – erkekli öpen yapılanmalar” ile “kadınlı – kadınlı öpen yapılanmalar” da olmalı ki Bozdağ o tarihte niye bu konuya girmedi bilemiyorum. Belki o yapılanmaların konuşulmasından bile hoşlanmıyordur, olabilir, homofobi yaygın bir sorun çünkü.
Jinojenler
Bozdağ’ın sözünü ettiği birbirini öpen kadınlı – erkekli yapılanmalar sayesinde “en az üç çocuk” hedefine koşturabiliyoruz. Ve “birbirini öpen yapılanmalar” sayesinde haftada bir de olsa burada sizlerle buluşma, sohbet etme fırsatım oluyor ki şikâyet edemem. Hikmetinden sual olunmaz ama canlılar âleminde böyle “yapılanmalara” yüz vermeyip, işini kendi kendine görenler de var, kim bilir belki de Bekir Bey’in ideal toplum özlemi böyle bir şeydir diye de düşünmedim değil. Poeciliopsis adını taşıyan bir cins “dişli sazan” ile kamçıkuyruklu çöl kertenkelesi böyle mesela. Kimseyle öpüşmeleri gerekmiyor, bunlara “jinojen” diyor bilim adamları, kendi kendilerini klonlayarak ürüyorlar. Bir “yapılanma” kurmaya kalkışmadıklarından kendi toplumları için bir tehlike de oluşturmuyor olmalılar. Mesela dişli sazanlar aleminin istihbarat servisinin, böyle yapılanmaların peşine düşmesi gerekmiyor. Hatta kendini bu konulara hizmete adamış bazı dişli sazan gruplarının kimseyi takip etmesi ve “aman günaha girersin, kaydın yapılır, vazgeç bu işlerden” uyarısında bulunmasına da gerek kalmaz. Bir de “Amazon Molisi” adı verilen minik bir balık cinsi var; o da jinojen, kendisini klonlayarak ürüyor ama nedense iki değişik tür küçük balık cinsinin erkekleriyle ilişkiye girmekten de kaçınmıyor. Bu erkek balıkların istenmeyen bir çocuk sahibi olma tehlikeleri yok, bu işi sadece çapkınlık için yapıyorlar. Üstelik Amazon Molisi ile ilişkiye giren bu balıklar kendi türlerinin dişilerine daha çekici geliyormuş, bilim adamları bunu da tespit etmişler. Ki bu türden dişilerin Hz. Âdem Babamız ve Havva Anamız torunları arasında da örneklerine rastlanmıyor değil. Argonot balıklarını da unutmayalım. Bunların da “öpüşen yapılanmalar” içine girmeleri gerekmiyor. Yok böyle bir şey
Erkek balıkların cinsel organları vücutlarından ayrılıyor ve kendi kendine gidip bir başka kayalıkta saklanan dişiyi bulup döllüyor ve geri geliyormuş. Hayli yorucu bir yolculuk olmalı, sonra geri dönüp yine aynı yere takılıp kalmaları da gerekiyor ki bu da bana bu yolculuğun “turistik amaçlı” olduğunu düşündürtüyor. Turistlik böyledir çünkü döner dolaşır aynı yere gelirsiniz, elinizde sadece fotoğraflar kalır. Öte yandan “Fener kavurma” ismi verilen yemeğin, balıkçı lokantalarının menülerine ne zaman girdiğini hatırlamıyorum ama çok eski bir tarihe kadar gitmediğini de biliyorum. Kendi paramı kazanmaya başlayıp, balıkçı lokantalarına gidebilir hale geldiğimde böyle bir yemek yoktu. Bu “Fener kavurma” olayı, Türkiye’nin bir türlü kentlileşememe durumunun da bir sonucu olmalı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi'ne göre, Türkiye’de yaşayanlar eğer doğdukları kentte kalmış olsaydı 2 milyon 839 bin 823 nüfusu ile Şanlıurfa ülkenin en kalabalık kenti olurken, onu 2 milyon 603 bin 448 kişi ile Konya, 2 milyon 558 bin 75 nüfusu ile İstanbul izleyecekti. Diyarbakır 2 milyon 294 bin 58 kişi ile dördüncü kalabalık şehir olacak, Ankara 2 milyon 16 bin 454 kişi ile beşinci, İzmir 1 milyon 976 bin 581 nüfusla altıncı kalabalık kent durumunda bulunacaktı. Şimdi biliyorsunuz çoğunluk İstanbul’da. Önceki gün de Tekirdağ’daki bir camide çiğ köfte partisi düzenleyen imam, köfte yoğururken “Urfalıyım ezelden” türküsünü çığırıyordu. Herkes kentlere göç etti ancak kentlileşmedi. Yani diyeceğim o ki Fener kavurma türü yemeklerin, balıkçı lokantalarının menüsüne girmesinin nedeni büyük olasılıkla insanlarımızın rafine balık yemeklerine uzak durmalarından kaynaklanıyor. Balığı soğan, domates, yeşil biber ile yağda kavurur, içine de bir avuç pul biber doldurursanız, kusura bakmayın ama o “şey”, balık yemeği olmuyor. Lezzetine bir şey diyemem ama balığın kendi tadını, denizin kokusunu almanızı engelleyen pişirme teknikleri ile balıkları ziyan etmemelisiniz. Memleketinde sac kavurmaya ekmek bandırmaya alışmış kitlelerin, balıkçı lokantalarına dayattıkları bir yemek bu. Balığın aşk hayatı
Lafı uzattım, Fener balığına sözü getirmemin nedeni, aşk hayatları. Bunlar da kadınlı – erkekli yapılanmalar içinde ürüyorlar ama erkeklerin durumu feci. Fener balıkları, çiftleşmek için bir “yapılanma kurduklarında” bir daha ayrılmıyorlar. Erkek Fener balığı, dişi Fener balığının üstüne çıkıyor ve tek bir beden haline gelip, öyle yaşıyorlar. Dişi yumurtlamaya hazır olduğunda erkek ile işi tamamen bitiyor. Erkek de zaten o arada hayata veda etmiş oluyor. Çünkü erkek olan, dişiyi döllemek için üzerine çıkıp, tek bir beden haline geldiklerinde dişinin içinde erimeye başlıyor. Dışardan baktıklarında birbirlerinin içine geçmiş gibi görünseler de o sırada Fener balığının dişisi, aslında erkek olanı öğütmeye çoktan başlamış bulunuyor. Bu bilgiden sonra isterseniz bir Fener kavurma yiyin bakalım, aynı tadı alabilecek misiniz? Toprağı bol olsun, tam bu noktada gel de Arthur Schopenhauer’i anma! Çirkinliği ile ünlü filozof, Göttingen Üniversitesi’nde öğrenci olduğu yıllarda bir kır gezintisi için arkadaşlarıyla birlikte plan yaparken gruptakilerden biri şöyle diyor: “Geziye getirecek (hayır Gezi Parkı değil, bildiğiniz sıradan bir piknik gezisi) birkaç kadın bulmalıyız.” Schopenhauer bu talep üzerine geziyi iptal eder ve şöyle der: “Hayat o kadar kısa, tahmin edilemez ve uçucu ki böyle büyük bir çaba göstermeye hiç değmez.” Şu sözü de o söylemiş artık anlayın ne kadar çirkindi ki hiçbir kadın ile yakınlaşamamış: “Bir tek, cinsel güdülerle bulanıklaşmış erkek zekâsı, bu ufak tefek, dar omuzlu, geniş kalçalı ve kısa bacaklı cinsi, cins-i lâtif diye adlandırabilir.” İtiraf edeyim, zekâm biraz bulanık! Fransız Elle dergisinin yayın yönetmeni Sophie Fontanel de Bekir Bey için ideal bir örnek olabilir. 27 yaşına geldiğinde artık erkeklerden uzak durmaya karar vermiş, 12 yıl süreyle sekse ara vermiş ve bu sürede yaşadıklarını anlattığı bir kitap yazmış. Fontanel, Türkiye’ye de gelmiş ve Defne Samyeli ile bir söyleşi de yapmıştı. El kızı neler yazıyor
Defne Hanım’ın o vakit yazdığına göre “bu süre içinde seksten de tamamen uzak durmamış, hayal gücü ve fantezilerle bedenini daha iyi tanıma yoluna girmiş”. Yatılı okuldaki belletmenler “hayal gücü ve fantezilerle bedenimizi daha iyi tanımaya çalışırsak” ellerimizin içinde kıllar çıkacağını, verem olabileceğimizi, yüzümüzü sivilcelerin basacağını, beynimizin sulanıp akacağını filan söylerlerdi. Kuru tehdit tabii! Bu “deneyimlerimizi” niye kitap yapmadık acaba? Bak, el kızı neler yapıyor. Acaba Bekir Bey’in “kadınlı – erkekli öpüşme yapılanmalarından” korkmasının nedeni, gençliğinde ona böyle acayip şeyler anlatılmış olması mıdır diye de merak ettim. Tahminime göre Bekir Bey, böyle bir yapılanma için belediye başkanından izin alınmasından yana. Belediye izniyle “öpüşme yapılanması” kurmanın bir avantajı da düğünde konukların altın vs. takmalarıdır ki buna kim itiraz edebilir? Düğünlerde takılan altınları filan satarak bir bisküvi dağıtım şirketi de kurabilirsiniz, biliyorsunuz Türkiye’de en çok para getiren işlerden biridir. Sanıyorum Bekir Bey, daha çok illegal öpüşme yapılanmalarına karşı.İllegal örgütlerde bulundunuz mu bilmiyorum ama heyecanlı olduğu kadar, doğurabileceği sonuçlar açısından da tehlikeli bir durum. “İllegal öpüşme yapılanmalarında” da kendi içinde bir tehlike olmakla birlikte (öfkeli bir koca, femme fatal takıntılar, beklenmeyen gebelik, Müge Anlı’da tanık olduğumuz türden gereksiz kalabalık gibi) o tehlikeyi göze alacak heyecan da var sanırım. Yoksa bunca insan evladı neden o kadar riske girsin?