6 Şubat sabahı bir kabusa uyandık... Ama akşamında herkes yardım için seferber olmuştu tüm Türkiye’de. Herkes... Devlet ilan etmeden önce, halk ilan etmişti seferberliği... Durumun vehametini anlayan da önce halk oldu, bu çok açık ve net. Herkes cebindeki parasına göre, hiç düşünmeden battaniyeden bebek mamasına, afet bölgesinde en gerekli ihtiyaçlar neyse onları alıp koşturdu muhtarlıklara, belediyelere, derneklere, kulüplere... İlk gün büyük bir acı, üzüntü ve buna rağmen bu koşturmayla geçti. İkinci gün ise her şey çok daha organize ve güçlüydü.
Hiç abartmadan söyleyelim, dünyaya örnek bir dayanışma sergilendi, hala da sergileniyor. Yetemedikleri tek şey vardı insanların, enkazları elleriyle kaldırmak. O da mümkün olmadığından... Ben yedinci gün çıktım yola, yardım merkezlerine doğru... Bu yazıyı ise depremin onuncu gününde yazıyorum. Hala kurtarılanlar var enkaz altından ama pek yakında umutlar tümüyle bitecek ve biz hayatta kalanlara nefes olmaya çalışacağız aylarca, ta ki onlar yaşayabilecekleri bir yere kavuşuncaya kadar...
İstanbul’un her mahallesinde bir yardım seferberliği sürüyor. Genci, yaşlısı, çocuğu... Profesörü, CEO’su, işçisi, emeklisi... Herkes acısını bir yana koyup deprem bölgesine yardım yetiştirmek için birbiriyle yarışıyor adeta. Kimisi 190 bin lira verip iki konteyner almış Adıyaman’daki bir mezraya göndermek için, kimisi bir çuval patatesi sırtlamış getirmiş. Zar zor geçinenler bile bebeğinin bezini, mamasını paylaşıyor....
İstanbul’un en büyük yardım merkezi Yenikapı’da
İlk durağım İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Yenikapı’daki deprem yardım merkezi, bir tane de Kartal’da var. Bu merkez, İstanbul’dan afet bölgesine en fazla yardımın toplandığı merkez. Bugüne kadar, tam 28 bin kişi ve kurum bağışta bulunmuş, tam 16 bin gönüllü bu yardımları tasnif etmek ve bölgeye ulaştırmak için gece gündüz demeden çalışmış. Hala da çalışıyorlar. Ve merkezden tam 401 TIR göndermişler bölgeye.
Bu bilgilerle Yenikapı’ya ulaşıyorum. Tam o sırada bir TIR daha uğurlanıyor afet bölgesine alkışlarla... Kapıda tanıdık bir yüz çarpıyor gözüme, oyuncu Mustafa Uğurlu. Yanına gidip, “Konuşabilir miyiz?” diyorum. Kederli, yakmış sigarasını, konuşmak istemiyor, “Çok üzgünüm, affedin beni konuşamayacağım” diyor. Ne diyebilirim?
Minik Muhammed’in yardım poşetinde sabun ve mendil var
30 yaşındaki tekstil işçisi Faruk Yıldırım, yanına altı yaşındaki oğlu Muhammed Ali’yi de almış, Sultangazi’den yardıma gelmiş. Muhammed’in elinde bir torba, içinde sabun, diş fırçası, diş macunu ve kağıt havlu var... Gidip görevlilerden birine teslim ediyorlar. “Ne hissediyorsunuz?” diye soruyorum Faruk Bey’e, “Kelimelerle anlatılamaz hissettiğim acı. Kendimi çocuklarıyla birlikte enkaz altında kalan babaların yerine koyuyorum, kahroluyorum. Onları enkazdan kurtarmak için elimizden hiçbir şey gelmemesi çok acı” oluyor cevabı.
Bağcılar’dan yardıma gelmiş üç genç kız ikinci el giysi yardımlarını tasnif ediyorlar. Kolilerin içine şöyle bir bakmak istiyorum, daha ilk baktığım kolide, kullanılmış ama tertemiz bir sürü bebek patiği var. Pembeli, mavili... Gözümün önüne enkaz altındaki bebekler geliyor. Tutamıyorum kendimi, başlıyorum ağlamaya!.. Utanıyorum o genç kızlardan ama gözyaşlarımı durduramıyorum... Üniversiteye hazırlanan 18 yaşındaki Arife Kaya, “Üzülmeyin ne olur! Biz de ilk gün aynı haldeydik. Onların acısını hepimiz içimizde hissediyoruz. Onun için buradayız” diyor. 16 yaşındaki arkadaşı Anadolu lisesi öğrencisi Semra Kurt tamamlıyor sözünü, “Ama ne yazık ki elimizden bundan başka bir şey gelmiyor.” En küçükleri Ecrin Kaya daha 12 yaşında. “Ben en çok yıkılan binaların altında kalan bebekler ve çocuklar için üzülüyorum! Hem de çok korkuyorum. Ya İstanbul’da da deprem olursa!..” diyor.
Genç bir kadın, inşaatlarda kullanılan o üç tekerlekli el arabalarından birine doldurmuş kolileri, TIR’lara yüklenecek alana götürüyor. Kozyatağı’ndan gelen 26 yaşındaki enerji mühendisi Esra Sıkan, “Çalışıyorum, ama emin olun elim ayağım titriyor üzüntüden. Tam bir felaket yaşanıyor... Evde televizyon karşısında oturup çaresizce deprem görüntülerini izlemek yerine, burada elimden geleni yapmaya çalışıyorum” diyor. Yine bir el arabasını iten 36 yaşındaki Nazlı Aktakke mühendismiş, özel bir şirkette analist olarak çalışıyormuş. Emirgan’dan gelmiş destek için... O da “Çok büyük bir felaket ve çok büyük bir çaresizlik yaşanıyor. Bu gönüllü faaliyetlere mutlaka devam edilmesi gerekiyor. Çünkü ülkenin toparlanması çok uzun sürecek” diyor.
“Üç bina ayakta, diğerleri çökmüş bunun nesi kader?”
Biraz ileride, battaniyeleri battal boy çuvallara dolduran bir ekip var. 67 yaşındaki Hakan Bey Bahçelievler’den gelmiş. Emekli makine mühendisiymiş, soyadını vermek istemiyor, “Yardımım gizli kalsın. Evde oturup televizyonun karşısında ağlayacağıma kalkıp yardıma geldim” diyor. Peki ne hissetmiş? Üzgün anlatıyor: “Onlar adına yalnızlık hissettim. Çok geç kalındı. İlk iki gün devletin, askerin olmayışı, insanların kendi başlarına bırakılması çok kötü, çok acı oldu... Şimdi kalkmış kader diyorlar! Üç bina sağlam ayakta, içinde kimse ölmemiş... Diğerleri pat diye çökmüş! Şimdi bunun nesi kader? Neden işin tekniğine, kurallarına, bilime uymuyoruz? Neden Japonya’da 8 şiddetindeki depremlerde bir kişi bile ölmüyor?” diyor. Biraz susuyor ve sinirli ekliyor: “Bizim de suçumuz var ama... Matematik, fizik, kimya bilmeyen insandan cumhurbaşkanı olmayacak, milletvekili olmayacak! Seçtiklerimizin bir bilgisi, bir mantığı olacak!” Hakan Bey’le aynı çuvala battaniyeleri dolduran 47 yaşındaki Doğan Aydın, “Biz şirket olarak, Hitit Gümrük adına geldik. Patronla beraber 45-50 kişi varız. Gelirken ilaç, battaniye, bebek maması getirdik. Ama ne kadar getirirsek getirelim yeter mi? Patron yenilerini almaya gitti” diyor. Biraz duruyor, sonra devam ediyor: “Kadere bağlıyorlar bu afeti. Biri aynen şunu dedi, ‘Allah, bu depremleri biz Müslümanlar şehit olalım diye yapıyor!’ Duyduğum en geri zekalı laf bu! İşte bu zihniyet binlerce insanın ölümünün sebebi. Sosyal medyada bir video izledim. Enkazdan kurtarılmış bir kız çocuğu, ‘Babamın cesediyle üç gündür buradayım’ diyor. O artık çocuk değil, ceset kelimesini biliyor!”
Belli ki bir baba-kız, ellerinde birer Domino’s Pizza kutusu... Bakıyorum, pek çok gönüllünün elinde daha var... Sanıyorum ki belediye sipariş etmiş. Değilmiş, doğrudan şirket gönderiyormuş, destek olmak için. Pizzaları soğumadan karınlarını doyursunlar istiyorum, bu yüzden kısa konuşuyoruz. Baba Sedat Güldalı, bankacı. Kızı Gizem Bilgi Üniversitesi Çocuk Gelişim Bölümü’nde birinci sınıf öğrencisi. Sedat Bey, “Enkaz altında kalanları kurtaramadığım için vicdan azabı çekiyorum... Hatay yerle bir oldu ama Erzin ilçesinde tek bina yıkılmamış. Çünkü Belediye Başkanı denetimleri çok sıkı tutmuş. Bu olanlar devletin hatası. Ama aslında hepimizin hatası var, bütün bu olup bitene göz yummamalıydık” diyor.
“Elimde olsa afet bölgesine gideceğim ama...”
Merkezde tanışıp arkadaş olmuş iki gönüllü gençle konuşuyorum. 17 yaşındaki Hamza Demir, iki yıldır bir kuyumcuda çalışıyormuş. “Bebekler, çocuklar, gençler hep enkaz altında öldüler. Elimde olsa afet bölgesine gideceğim ama çalışmak zorundayım. Biz yedi kardeşiz. İnsanın en yakınlarını, kardeşlerini kaybetmesi çok acı bir şey!” diyor. Türk Telekom Lisesi 11’inci sınıf öğrencisi Hüseyin Emre Çelik alıyor sözü, “Depremden sonra iki gece hiç uyuyamadım, hala da rahat uyuyamıyorum... Arama-kurtarma ekiplerine katılmayı, ellerimle enkazdan birilerini çıkarmayı çok isterdim. Binaları niye düzgün yapmıyoruz, niye bu kadar insan ölüyor? Japonya’da bundan da büyük depremler oluyor. Niye orada kimse ölmüyor?” diyor. Bu soruların cevabı aslında çok belli, onlar da biliyor, herkes de biliyor. Ve yine ölüyoruz!
Bir yetkiliyle konuşmadan bu merkezden ayrılmak olmaz. İBB Sosyal Hizmetler Daire Başkanı Enif Yavuz Dipşar’ı buluyorum. Çok yorgun görünüyor. Başlıyor anlatmaya: “Depremin olduğu günün sabahı ilk işimiz arama-kurtarma ekiplerini afet bölgesine göndermek oldu. O arkadaşlarımız bugüne kadar 556 yurttaşımızı enkaz altından kurtardılar. Sonra hiç zaman kaybetmeden depolarımızdaki battaniye, kışlık kıyafet, çocuk bot ve montlarının çıkışını yaptık. Bunlar hazırdı. Çünkü bizim hem karakış planımız için hem de olası bir İstanbul depremi için stoklarımız vardı. Onların tümünü afet bölgesine gönderdik ve bir taraftan da yeni alımlar yapmaya başladık. Bugüne kadar tam 401 TIR, iki uçak ve iki gemi dolusu yardım gönderdik. Burası 7/24 çalışan bir merkeze dönüştü. İnanın, kendi bebeğinin mamasını, bezini getirenler bile oldu...”
“Vicdanen bütün İstanbul kenetlendi”
Son cümlesini tamamlayamıyor, sesi çatallanıyor. Bir süre susuyoruz. Kendini toparlıyor ve “Sosyal medyadaki ‘Yardımları durdurun, yardımlar yerine ulaşmıyor, çöpe gidiyor’ gibi spekülatif paylaşımlar oluyor. Bu çok üzücü! Afet bölgesinde 1.000 arkadaşımız görev yapıyor. Bütün yardımları kayıtlı gönderiyoruz ve her biri yerine ulaşıyor. Gerçekten yardıma çok ihtiyaç var” diyor.
Peki en çok neye ihtiyaç var? İşte Enif Hanım’ın cevabı, siz de bunu dikkate alırsanız çok iyi olur: “Hala en çok çadıra ihtiyaç var. Sonra soba ve odun, bir de çocuklar için oyuncak... Tabii ki gıda da çok büyük ihtiyaç. Mahallelerde insanlar kendi inisiyatifleriyle yerel mutfaklar kurdular. Onlarla irtibattayız ve o mutfaklara gıda kolileri gönderiyoruz. İnsanlar kendi yollarını buldular ve bir dayanışma modeli geliştirdiler. Siz de görüyorsunuz burada, vicdanen bütün İstanbul kenetlendi. Bu bir İstanbul dayanışması... Çarşamba’dan, Bağcılar’dan gelen de var, Caddebostan’dan, Bebek’ten de... İnsanlar tüm kimliklerinden sıyrılmış olarak, birbirlerini yadırgamadan, hiçbir sınıfsal, kültürel ayrım olmadan dayanışmada birleşiyor.” Yenikapı’da benim de gördüğüm bu ve belki de bu afette ülkenin en önemli kazanımı da işte bu dayanışma ruhu.
Taksi şoförünün yorumlarına katlanmak zor
Sadece İBB ve ilçe belediyeleri değil, spor kulüpleri de bu dayanışmanın öncülüğünü üstleniyor. Bu kez istikamet Dolmabahçe’deki Beşiktaş Vodafone Park Stadı. Atlıyoruz bir taksiye, yolda şoförle sohbetimizin konusu tabii ki deprem. Onun yorumu biraz garip. “Fuhuş çok arttı. O yüzden bu deprem oldu. Allah bizi cezalandırdı!..” Dayanamayıp soruyorum, “Depremin olduğu kentler muhafazakar kentler. Neden onları cezalandırıyor Allah peki?” Cevabı yine aynı minvalde, “Vardır bir hikmeti! Depremi yapan Allah!” Canımı sıkıyor iyice, kesiyorum sohbeti...
Beşiktaş Stadı’ndayız. Yardım merkezinin girişinde, dört kişilik bir aileyle karşılaşıyorum. Yardımlarını bırakmışlar, Sütlüce’deki evlerine dönüyorlar. 40 yaşındaki İsmail Çelik Eminönü’nde saatçiymiş... “Nakdi yardım da yaptık. Ama birinci sınıfa giden 7 yaşındaki kızımız Yağmur bu yardımlaşma seferberliğine tanık olsun, bu duyarlılığı şimdiden kazansın istedik, onun oyuncaklarını, yaptığı bir resmi getirdik” diyor.
Yağmur’a “Ne çizdin?” diye soruyorum. Utanıyor biraz, “Kalpler çizdim” diyor, o kadar. “Peki altına ne yazdın?” diye üsteliyorum, “Hatırlamıyorum” diyor. Babası “Hatırlatalım mı?” deyince kızıyor, “Hayır” diyor, başka bir şey demiyor. Bir buçuk yaşındaki Güneş, olup bitenin farkında değil, bebek arabasında mışıl mışıl uyuyor.
“İçimizde adeta kurtuluş savaşı ruhu varmış!”
İsmail Bey, “Bu yardımları bir hafta, bir ay değil, yıllarca devam ettirmeliyiz. Gördük ki, içimizde gerçekten de Kurtuluş Savaşı ruhu varmış. Ben Türkiye’yi şu ana kadar bu birlik ve beraberliğin ayakta tuttuğuna inanıyorum. Objektif gözle bakan herkes de, devletten ziyade halkın daha etkin olduğunu algılıyor zaten” diyor. Devamını Sosyal Bilgiler Öğretmeni olan 35 yaşındaki eşi Hümeyra Hanım getiriyor, “Keşke böyle bir acı yaşamasaydık. İnsanlar çocuklarını o gece de severek öperek yatırdılar yataklarına ama kalktıklarını göremediler. İçimizi inanılmaz bir korku sardı. Büyük bir panik halindeyiz şu anda, ‘Ya burada da olursa’ diye. Er ya da geç İstanbul’da da deprem yaşanacak. Artık bilime daha çok kulak vermeliyiz. Biz hep ‘kader’ diyoruz, ama bu kader değil. Çözüm ise eğitim ve bilimde. Ötesi yok!”
“Bugün mesele taraftarlık değil yardımlaşmak”
Bu güzel aileyle vedalaşıyorum. İki gençle sohbete başlıyorum. Çengelköy Şehit Okan Altıparmak Anadolu Lisesi öğrencisi Emirhan Karaoğlan ve okuldan arkadaşı Arda Ayaz’la... “Beşiktaşlı mısınız?” diye sohbeti açıyorum, ikisi bir ağızdan “Yoo, Galatasaraylıyız” diyor. Emirhan devam ediyor: “Formayla gelecektik ama hava soğuk diye giymedik. Bugün meselemiz taraftarlık değil. Biz buraya yardıma geldik. Benim bir de ağabeyim var, iki kardeşiz. Şimdi ailece depremde yetim kalan bir kardeşimizi evlat edinmek istiyoruz...”
İki depremi de yaşamış, şimdi statta gönüllü
Bu iki liseli gençle de vedalaşıyor, başka bir gençle konuşmaya başlıyorum. 16 yaşındaki Arda Tural, Gaziantep’in Şahinbey ilçesinden gelmiş. 6 Şubat’ta her iki depremi de yaşamış anne ve babasıyla birlikte... Ailesi tek çocukları güvende olsun diye onu ilk uçakla İstanbul’daki akrabalarının yanına göndermiş. “Deprem anında ne hissettin?” diye soruyorum. “Anlatmak mümkün değil! Korkunçtu... Ev gidip gidip geldi, sonunda yan binayla ayrıldı. Allah bir daha yaşatmasın. Çok şükür yakınlarımızdan ölen olmadı” diyor. Bu konuşmalarımızı duymuş olacak ki, BJK Genel Sekreteri Mehtap Ferah geliyor yanımıza. Arda’ya “Geçmiş olsun, seni ilk maça davet etmek istiyorum. Bir de forma göndereceğim sana” diyor. Depremin şokunu hala yaşayan Arda çok mutlu oluyor.
Stattan 30 tır, derneklerden 100 tır çıkmış
Beşiktaş Kulübü’nün Sivil Toplum Genel Başkanı Şule Gökırmak ile Koordinasyon Yöneticisi Murat Kılıç da geliyor yanımıza. Hep birlikte organizasyon sürecini anlatmaya başlıyorlar. Mehtap Hanım, “Daha ilk gün Kızılay’ın Kan Bağışı TIR’ını buraya getirdik. Sadece bizim taraftarlarımız değil, bütün vatandaşlarımız geldi, Galatasaraylısı, Fenerlisi herkes kan verdi. Buradan tam 30 TIR yardım çıktı, derneklerimizden de 100’e yakın TIR gitti afet bölgesine. Ayrıca 40 iş makinesi ve mazot gönderdik. Şimdi konteyner ve çadır gönderiyoruz. Murat Bey daha ilk gün, ‘TIR’ları üç büyük kulübün pankartlarıyla çıkaralım ki, birlik-beraberlik içinde olduğumuzu, rekabet içinde olmadığımızı herkes anlasın’ dedi. Öyle de yaptık, biz de, Fenerbahçe de, Galatasaray da...”
“Önceliği engelli ve otizmli çocuklara verdik”
Ve sözü Murat Kılıç alıyor: “İlk gün iki TIR çıkardık, yollar açık olmadığı için, İskenderun’a Ro-Ro gemisiyle gönderdik. Daha sonra da gemi, tren, uçak hangi vasıtayı bulduysak onlarla... Biz hayırda yarıştık. Bu çok önemli. Dünyaya da bu yardımlaşmayla, nasıl bir birlik-beraberlik içinde olduğumuzu gösterdik, gösteriyoruz. Bugün birleşme kenetlenme günü.”
Şule Hanım, hem Beşiktaş’ta yönetici hem de Değer Otizm Derneği’nin başkanı. “Yardımlarda önceliği, engelli ve otistik çocuklara tanıdık. Bu konuda İBB ve diğer sivil toplum kuruluşları da bizden destek istediler. Pek çok yardımsever tekerlekli sandalye bağışladı, hatta bir engelli vatandaşımız kendi sandalyesini gönderdi... Bu beni çok duygulandırdı” diye anlatıyor. Mehtap Hanım da yardımlar arasında bir engelli sandalyesi görmenin kendisini çok duygulandırdığını söylüyor, bir de içinde 400 lira birikmiş kumbarasını gönderen minik taraftarın. Tam ayrılacakken, ekliyor: “Bir minik taraftarımız da oyuncak ayısını göndermiş ve üstüne kendi fotoğrafını yapıştırmış. Bir de not yazmış: Bu oyuncağı ve fotoğrafımı sakla. Büyüdüğümüzde beni bulursun ve arkadaş oluruz!”
Mehtap Hanım’ın Koç Okulu altıncı sınıfta okuyan 12 yaşındaki kızı Derin de burada... O da gönüllüler gibi koşturuyor. Onun yaşlarında iki küçük Beşiktaşlı daha dikkatimi çekiyor. İlk günden beri geliyorlarmış destek için. 13 yaşındaki Erdem Zebek, ağabeyi ve kuzeniyle gelmiş Esenler’den. “Ne yapıyorsun, koli mi taşıyorsun?” diye soruyorum, “Yok, gücüm yetmiyor, taşıyamıyorum ama içlerini dolduruyorum” diye cevaplıyor. Kuzeni 12 yaşındaki Eymen Ata Türk’e de soruyorum, işte cevabı: “Ablam Kızılay’a yardıma gitti. Ben elimden bir şey gelmiyor diye çok üzülüyordum, çok sinirleniyordum ama buraya geldim ve bir işe yarıyorum en azından!” Bu küçük taraftarların söyledikleri bir yandan umut veriyor insana, ama bir yandan da depremde binlerce çocuğun öldüğünü düşünüp kahroluyor insan.
“Hem çok üzgünüz hem de çok korkuyoruz!”
İçerisi tıklım tıklım... Beşiktaş’ın altyapısından genç futbolcular da burada. 16 yaşındaki Kartal Cengizer, kız kardeşi Lina ve annesiyle birlikte gelmiş yardıma. Söze “O kadar çok üzüldüm ki, sosyal medyada izlediğim bir görüntü gözlerimin önünden gitmiyor” diye giriyor söze ve devam ediyor, “Bir baba enkaza bağırıyor, ‘Oğlum ses ver’ diye... Bağırıyor bağırıyor, ama oğlu ölmüş!” Bir an susuyoruz, arkadaşı 16 yaşındaki Devrim Şahin devam ediyor: “Öyle görüntüler izledik ki, üzüntüden uyuyamıyorum. Korku da var herkeste tabii... Ya İstanbul’da da deprem olursa diye...”
“Biz buna insanlık diyoruz, kimi de sportmenlik diyor”
Gelen eşyaları tasnif eden iki arkadaşın yanına gidiyorum bu kez. Sosyal medyadan görüp, Küçükçekmece’den gelmişler yardıma. 25 yaşındaki Revşan Kaya, Siyami Ersek Kalp Damar Cerrahisi’nde sağlık personeliymiş. “Bölgeye gitmek için gönüllü de yazıldım ama olmadı. Sosyal medyada gördüm. Bir adamcağız elinde bir paket bisküvi, enkaz başında... ‘Üç gündür bu bisküviyi yiyemiyorum. Çocuğum enkazdan çıkınca, ona yedireceğim’ diyordu. O gün hep ağladım. Çaresizlik çok kötü!” diye anlatıyor.
Arkadaşı 26 yaşındaki Nurseli Aksoy, Fenerbahçe Üniversitesi Tıbbi Dokümantasyon Bölümü’nde ikinci sınıf öğrencisiymiş. Bunu öğrenince, “Sizler Beşiktaş taraftarı mısınız?” diye soruyorum, ikisi de değilmiş. Nurseli cevaplıyor: “Başkanımız Ali Koç’un da dediği gibi, her statta her kulübün taraftarları çalışıyor. Biz buna ‘insanlık’ diyoruz, kimi ‘ahlak’ diyor, kimi de ‘sportmenlik’... Ama ne kadar erdem varsa, yardım eden herkese bunları yakıştırıyoruz. İyi ki varlar!” Ben de “İyi ki varsınız” diyorum, bu iki güzel genç kadınla vedalaşıyorum.
Stadın dışında iki Fenerbahçeli taraftarla karşılaşıyorum. Yüzlerinden üzgün oldukları çok belli. Tokat’tan gelmişler. 22 yaşındaki Muhammed Ali Kaya, ekonomik kriz mağduru, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Halka İlişkiler Bölümü’nde okurken, kaydını dondurmuş ve bir markette çalışmaya başlamış. Arkadaşı 25 yaşındaki Sezgin Dursun ise yeni işsiz kalmış, elektrik dağıtım şirketinde çalışıyormuş, sözleşmesi yenilenmemiş. “Küçücük çocukların koca koca betonların altında kalıp ölmesi o kadar üzücü ki... Acı çok büyük, anlatılır gibi değil” diyor her ikisi de... Fotoğraflarını çekelim istiyoruz ama Sezgin, “Bu kadar insan acı çekerken, gösteriş gibi olacak. Çekmeyelim ne olur” diye cevaplıyor. Bu duyarlılıklarına ayrıca saygı duyuyorum.
“Şimdi en büyük ihtiyaç soba ve ceset torbası!”
Şimdi istikamet Levent’teki Galatasaray Lisesi Mezunlar Derneği... Depremden sonra yardım merkezine dönüştürülmüş. Dakika başı biri geliyor, elindeki koliyi sessizce kapıdan teslim ediyor. İçerisi çok kalabalık değil, birkaç gönüllü öğrenci ve birkaç da mezun kolileri tasnif ediyorlar. Türkiye’nin sayılı beyin cerrahlarından Prof. Dr. Nurperi Gazioğlu da orada... Onu görünce şaşırıyorum, mutlu da oluyorum. “Çoğu gençlerden oluşan bir beyin cerrahları grubumuz var. Onların hepsi deprem bölgesinde. Ben de gönüllü olarak yazıldım, gitmek istedim ama ailevi sebeplerden dolayı maalesef gidemedim. Aklım, gönlüm hep orada.
Çok üzgünüm, insanlarımızın çaresizliğini görmek ve uzakta olmak, bir şey yapamamak hepimizi kahrediyor” diye başlıyor söze, devam ediyor: “İlk günler çok fazla tıbbi malzeme topladık ve gönderdik. Ama artık frene bastık. Çünkü arkadaşlar aradılar ve ‘Artık elimizde fazlasıyla tıbbi malzeme var’ dediler. Şimdi en büyük ihtiyaç soba ve ne yazık ki ceset torbası” diyor ve ağladı ağlayacak, susuyor...
Cemiyetteki koordinasyonu Galatasaraylılar Derneği Başkanı Fidel Berber sağlıyor. “Galatasaray Lisesi 12 sınıftır, biz buraya ‘13’üncü sınıf’ deriz” diye giriyor söze ve devam ediyor: “Beş TIR yardım gönderdik bölgeye. İlk günler daha çok battaniye, giysi ve sağlık malzemesi... Ama şimdi gıdaya ve ısınma malzemelerine döndük. Son olarak da Balıkesir Endüstri Meslek Lisesi’ne 300 çadır sobası siparişi verdik... Ne yazık ki bu depremde çok geç kalındı. 1999’daki depremde ilk günden ordu vardı. Dolayısıyla ilk gün çok önemliydi ve müdahale edildi. Biz olası bir İstanbul Depremi’nde kendi başımıza olduğumuzu gördük. Bu sebeple bu sivil organizasyonları daha çok yaymak için çalışacağız ve İstanbul Depremi’ne de kendimiz hazırlanacağız...”
Biraz da gençlerle konuşmak istiyorum. Koç Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nden mezun 25 yaşındaki Ebru Arca, “Ben insanlığın bittiği yerdeyiz diye düşünüyordum. Ama buraya o kadar çok insan yardım için geldi ki, kendimi biraz daha iyi hissettim. Tabii ki bizim acımız, orada depremi birebir yaşayanlarla asla karşılaştırılamaz ama insanların bu kötü günlerde bir arada, dayanışma içinde olması umut veriyor” diye anlatıyor hislerini. “Peki sizce bu deprem bir değişime vesile olur mu? Mesela bundan sonra depreme uygun binalar yapılır mı?” diye soruyorum, Çapa Diş Hekimliği’nde okuyan 23 yaşındaki Alp Akçasaya veriyor cevabı: “Eğer bu kadar deprem geçmişi olan bu ülkede, 2023 yılında hala on binlerce insan enkaz altında ölüyorsa, hayır benim hiç umudum yok. Ben bu sürecin değişeceğine inanmıyorum. İnsanların yardım etme isteğinden hiç şüphem yok ama önlem alınması gerekiyor. İş işten geçtikten sonra yapılan yardımlar ancak o yaraların sarılmasını sağlar. Bizim o yaraların açılmasını önlememiz lazım.”
Herkes ağlamamak için direniyor ama olmuyor işte!
Bir bakıyorum iki genç kız bir market arabası dolu kağıt mendille geliyor. Konuşmak istiyorum ama arkalarından yetişemiyorum. O sırada başka bir bey iki koliyle çıkageliyor. Soruyorum, “Ne getirdiniz?”... “Kazak” diyebiliyor sadece ve gözlerinden yaşlar boşanıyor. Kutuları bırakıp o da hızla uzaklaşıyor. Dernek çalışanlarından Ruhan Çelik, “Buraya gelenleri bir görseniz! ‘Bebek mamasına ihtiyaç var’ diye duyuru yapıyoruz, çuval çuval geliyor. ‘Gıda lazım’ diyoruz, koli koli geliyor. Galatasaray Lisesi’nde okuyan öğrenciler bile harçlıklarını birleştirip ne eksikse getiriyorlar. Herkes bu yaraya merhem olmak istiyor” diyor ve o da sessiz sessiz ağlamaya başlıyor...
Nişantaşı seferberlik ilan etmiş
Bilenler bilir, City’s AVM’nin arkasında Mıstık Parkı vardır, hani şu kedili park. Onun da arkasında Nilüfer Hatun Ortaokulu... İşte Teşvikiye ve Meşrutiyet mahallelerinden yüzlerce insan depremden sonra bu okulu bir yardım üssüne çevirmiş. Organizasyonu sağlayanlar arasında Teşvikiye Muhtarı Suzan Bektaş, onun oğlu AFAD gönüllüsü Tolga Bektaş ve Teşvikiye Mahallesi Afet Gönüllüsü Didem Bayer var. Daha okula adımını atar atmaz, ‘Burada bir fark var’ diye düşünmeye başlıyor insan. Hemen girişte portatif bir duş ve tuvalet dikkatimi çekiyor, bir gönüllü tasarlamış, 400 liraya mal olmuş.
Bir plastik musluklu bidon, ona bağlı küçük bir duş başlığı, ayrıca seyyar bir alafranga klozet var. Altına bir çöp poşeti geçirilmiş. İhtiyaç giderildikten sonra atılacak. “Bu şekilde çok ucuza ve hijyenik bir çözüm ürettik, gönüllülerle üretime başlayacağız” diyor Didem Bayer ve devam ediyor: “Biz iyi ve gerekli olanı yapmakla yetindik. Böylece mükemmel olsun diye uğraşıp, donup kalmadık. Hızlı bir şekilde örgütlendik, inisiyatif kullandık. Daha depremin ikinci günü, karın altında bir insan zinciri oluşturduk ve tam 2 bin 150 koli yükledik kamyonlara ve afet bölgesine gönderdik.”
1.8 milyon takipçisi olan gönüllü var
Sözü Suzan Hanım alıyor. “Bizim Komşu Kapısı adında bir mahalle derneğimiz var. 2013’te kurmuştuk... Amacımız herhangi bir afette, krizde zorda kalan komşularımıza destek olmaktı... İşte bu sayede daha ilk günden pek çok insana ulaştık ve depremzedeler için yardım istedik. Şu anda tam bin 600 kişi var böyle. Bir o kadar da hiç görünmeden gelip yardımını bırakan komşumuz var” diyor. Annesinin bıraktığı yerden Tolga Bektaş alıyor sözü: “Bugüne kadar pek çok dayanışma örgütledik, mesela pandemide... Bu dayanışma ruhu bize Gezi’den miras.
10 yıldır bir arada çalıştığımız için bu depreme çok hazırdık. Mahalleliyle bağlarımız çok güçlüydü, işte şimdi bu emeğimizin karşılığını alıyoruz Tabii bizim semtin bazı önemli avantajları da var, onu da unutmamak lazım. Bu organizasyonda yer alanlar arasında en üst mevkilerde sözü geçen insanlar da var. Onlar bu okulu merkez olarak kullanabilmemiz için bakanlara dahi ulaştılar. Bir üyemiz var Dilşat Erdil, sosyal medyada 1 milyon 800 bin takipçisi var. Bir yandan onlara duyuru yapıyor, bir yandan da alt kattaki depoda ikinci el ayakkabıları temizleyip tasnif ediyor mesela. Bir başka arkadaşımız City’s AVM ile irtibata geçti. City’s’in ışıklı panosunda ihtiyaç listesini paylaşabiliyoruz. Tabii bu ilişki ağı hem katılımı hem de yardımların hacmini ciddi bir şekilde artırıyor. Ama mesele yardım miktarının ötesinde, dayanışma ruhu. Burada hiyerarşi yok, herkes elinden ne geliyorsa onu yapıyor. Kastamonulu apartman görevlisiyle, aynı binada oturan bir holding CEO’su yan yana çalışıyor...”
O kadar çok insan ve o kadar çok yardım geliyor ki okula, ben kiminle konuşacağımı şaşırıyorum. Tam da bu sırada hemen yanımda, bir hanımın telefon konuşması çalınıyor kulağıma... 190 bin liraya iki konteyner satın almış, Malatya’nın Çığlık Köyü’nün bir mezrasına gönderiyormuş. Konuşması bitince soruyorum, “Gerçekten konteyner mi satın aldınız?” Evet almış... Ama gerisini söylemiyor, sadece “Bunun duyulmasını istemiyorum. Duyulursa çok ayıp olur” diyor...