Hatay
Antakya
Kadim şehir artık sadece anılarda
Akşam, hava buz gibi. Tamamı deprem tarafından yutulan 600 Konutlar sitesi… Enkazın başında bir adam, koşarak molozların tepesine tırmanıyor. “Zeynep yaşıyor mu! Kızım yaşıyor mu?” diye soruyor. Yaşadığını söyleyerek cevaplıyor Zeynep’i oradan çıkarmaya çalışan halk. 7 yaşındaki kızın ses vermediğini ancak elini duvara sürttüğünü anlatıyorlar.
Birden enkaz bölgesine “Kızım” diye bağırarak bir kadın geliyor. Zeynep’in annesi Kevser Demir, kızının yaşadığını gözyaşları içinde 48 saat sonra öğreniyor. Zeynep’i dayısına bıraktığını söyleyen Demir, kızını bıraktığına pişman olduğunu da ifade ediyor. “Çok korkmuştur. Ama çok güçlü bir kız. Tuttuğunu koparan, inatçı bir kız Zeynep. Onun için hayata tutunuyor” diyor karmakarışık hisler içinde. Zeynep’i kurtarma çalışmaları bir türlü olumlu sonuçlanmıyor ama bitmiyor da. Çevre halkı, küçük kıza erişebilmek için bu yazının teslim edildiği anlara kadar uğraşıyorlar.
Yorgun, aç ve susuz bir şekilde kurtarma çalışmalarını sürdüren yaklaşık 20 erkek, Antakya’da yakınlarını, tanıdıklarını ve hiç yüzünü görmedikleri insanları enkazdan çıkarmaya uğraşan binlerce gönüllünün arasında. Onlar da yardım gelmediğini, enkazları elleriyle kazdıklarını ve çok çaresiz hissettiklerini aktarıyorlar.
Etrafta cenaze araçları, ambulanslar, itfaiye araçları, vinçler, kepçeler, yardım tırları ve kimi noktalarda cansız bedenler var. Antakya şehir merkezi tamamen yıkılmış. Eski çarşıdan eser yok. Ulu Cami, eski meclis binası ve birçok polis karakolu yerle bir olmuş. Valilik binası ağır hasarlı. Antakya’yı kadim bir şehir olarak hatırlayanlar, artık hatıralarıyla baş başa.
20 yaşındaki Birgül Aydın, dolu gözlerle hayatta kalmaya çalıştığını söylüyor. Hasarlı olan evlerine giremedikleri için binlerce kişi gibi arabasında sığınan aile, hiçbir yardım alamadıklarını anlatıyor. Arabalarında Barut adlı küçük köpekleri var. O da etrafı şaşkınlıkla izliyor. Annesi Sibel Aydın, Barut’un deprem esnasında kendi yanına sığındığını anlatıyor.
Birgül depremin çok uzun sürdüğünü ve bitmeyeceğini sandığını, bittiğindeyse bir o kadar büyük bir kabusla karşılaştığını söylüyor. Evleri çok ağır hasarlı. Enkazın önünde arabada yatıp kalktıklarını ve gidecek hiçbir yerlerinin olmadığını ifade ediyor: “Biz yalnız bırakıldık.”
Birgül depremden sonra radyoyu açtıklarını ve Hatay’ın adının bile geçmediğini söylüyor. “Babam yaralı olduğu için Adana’ya gitti. Orada yoğunluk olduğu için müdahale edememişler. Şimdi geri dönüyor” diyor.
Şehrin birçok noktasında trafik kilitlenmiş, telefonlar nadiren çekiyor. Dakikalar geçtikçe göçük altında kalanların yaşam ihtimalleri azalıyor, yakınlarınınsa hayatları kararıyor. Cumhuriyet tarihinin en büyük felaketlerinden olan çifte depremin Antakya’da açtığı yaraların yakın zamanda kapanmayacağı aşikar.
İskenderun
Biz binaya bakıyoruz, bina bize bakıyor
Oğuz Kılıç İskenderun şehir merkezinde bir bakkal sahibi. Babası Mustafa ve annesi Güllü Kılıç’ın yerle bir olmuş evinin önünde çaresizce bekliyor. “İçerideler. Hala bekliyoruz. Allah’tan ümit kesilmez” diyor Kılıç. Gecenin soğuğu, çaresiz bekleyişi daha da zorlaştırıyor.
Kılıç “AFAD geleli daha iki-üç saat oldu” dediğinde depremin üzerinden 24 saat geçmiş bile. “Sabahtan beri kendi mücadelemizle birkaç kişiyi çıkardık ama gücümüz yetmiyor. Doğru düzgün dozer yok, kepçe yok. Onlar da önce ses aldıkları yerlere müdahale ettiklerini söyledi” diyor. Bir yandan bizden AFAD’ı getirmemiz için destek bekliyor.
Deprem anını “Kaçmamıza fırsat kalmadı. Sallanmasıyla binanın çökmesi bir oldu” olarak hatırlıyor. “Babamı en son dün gördüm, beş dakikalığına” derken gözleri doluyor ama Kılıç donuk bakıyor.
“Yüreğimiz yanıyor ama yapacak bir şey de yok. Çünkü insan gücüyle olabilecek bir şey değil bu. Mecbur, bekleyeceğiz. Biz binaya bakıyoruz, bina bize bakıyor. Bak, onlardan kalan mutfak dolaplarıyla ısınıyoruz ama onlar şu an orada ne durumdalar, Allah bilir” diyor.
Arkadan “Ses geliyor. Buraya gelin. Ses geliyor” feryatları duyuluyor. Sinirle bağıran kadın, “Burada torpil dönüyor” diyor. Ortalık yangın yeri. Ana cadde üzerindeki, aslen altı katlı olan binanın yalnızca üç katı kalmış. AFAD görevlileri içeriden 2-3 yaşlarında bir kız çocuğunu çıkarıp ona anında kalp masajı yapmaya başlıyor. Yan yana binalar birbirinin üzerine yıkılmış. Enkaz kenarlarında ateş yakan insanlar, karanlık, elektriksiz şehirdeki tek ışığı açmışlar. İskenderun deprem felaketinin unutulmuş bir köşesi. Bir adam gelip AFAD çalışanlarına “12 yaşında çocuk çıkardık. Lütfen gelin, müdahale edin. Allah rızası için, lütfen” diyor.
AFAD ve İHH ekipleri artçı sarsıntıların geçmesini bekliyorlar müdahale için. İçeride kızın annesinin iyi olduğunu, ancak 12 yaşındaki çocuğundan bir haber alınamadığını öğreniyoruz. Aynı binanın içerisinde bir akrabasının olduğunu söyleyen birisi, Belen’de enkaz altında kalanları kurtarmak için parayla kepçe tuttuklarını ancak operatörün durumu tehlikeli bulup müdahale edemediğini feryatla anlatıyor. Konuşurken gözleri doluyor ama bir yandan da çevresindekilere su dağıtmaya devam ediyor. Sağlı sollu binalar yıkılmış. İnsanlar benzin istasyonunda pompaların dibine çömelmiş. Kimisi battaniyeye sarılı, kimisi buz gibi havada yalnız üstüyle oturuyor. Ana yoldan ellerinde bavullarıyla aileler yürüyorlar. Nereye gittiklerini onlar da bilmiyorlar. AFAD ekibinden ismini vermek istemeyen birisi, “Çocuklar şu an ateşle oynuyor. Bu binaya müdahale etmemeleri lazım ama çalışıyorlar gördüğünüz gibi” diyor.
Artçı sarsıntılar oldukça binanın kaydığını gözümüzle görüyoruz. Her artçı sarsıntı, derin travmayı bir kere daha tetikliyor. Beşiktaş Belediyesi Arama Kurtarma Koordinatörü Çetin Alp, küçük kızın çıkarıldığı ve anne ve diğer çocuk için uğraşların sürdüğü apartmanın hemen yanında 46 kişilik ekibini görevlendiriyor. “Buradaki en büyük sıkıntı malzeme ihtiyacı. Hasta sevkinde de sıkıntılar yaşıyoruz. Devlete ulaşamıyoruz. Arama kurtarma ekipleri canhıraş çalışıyor, yaralı kurtarıyoruz ama sedye yok. Üzerine atacak bir battaniye bulamıyoruz” diyor.
Neden geç gelindiği sorusuna şöyle yanıt veriyor: “Ulaşım. Aynı anda 10 şehirde afetin gerçekleşmesi.” İstanbul’dan askeri kargo uçağıyla İncirlik Hava Üssü’ne inerek sonrasında helikopterle İskenderun’a geldiklerini anlatan Alp, “Biz bu işi yıllardır yapıyoruz. Daha önceki durumlarda tek şehirde yaşanıyordu ve her şehirde de üç-beş bina yıkılıyordu. Durum anlatılacak gibi değil. İskenderun yerle bir olmuş.” diyor.
Hasan Topal altı katlı binanın hemen yanındaki benzin istasyonunda kendi oturduğu sandalyeyi bize teklif ediyor. Bir hafta önce kendi evine çıkmış olan 38 yaşındaki kardeşi için depremin hemen sonrasından itibaren bekleyen Topal, hislerini kelimelere dökmekte zorlanıyor.
Enkazda mobilyalar, yiyecekler, perdeler, kıyafetler, metal, tuğlalar, beton, beyaz eşyaları; hepsi birbirine karışmış, üst üste, alt alta duruyorlar. Gece olduğunda buz gibi havaya ilaveten sert yağan dolu, enkazın hem altındakiler hem de üstündekiler için durumu daha da zorlaştırıyor.
Aslen İskenderunlu olup depremi duyunca Bursa’dan kendi imkanlarıyla koşarak gelen Aysel Hanım “Bu sokakta AFAD’dan sadece üç kişi çalışıyor. Dün geceden beri 22 yaşındaki bir delikanlı şu köşeden ses veriyor, sohbet ediyor ama çıkarılmadı” diyor. 60 yaşındaki kadın, 40 yaşındaki yeğeni Hatice Hanım’la hayatının en zor nöbetini tutuyor. Enkazın altında yeğenleri olduğunu söyleyen Aysel Hanım, acilen yardım beklediklerini anlatıyor. “İnsanlar bakın nasıl çalışıyorlar ama ne yemek var ne bir şey” diye tamamlıyor sözlerini.
Konuştuğumuz depremzedelerden birisi ağlayarak aç olduğunu söylüyor. Evden çıkarken para almadığını belirten Halide Özyiğit, tüm ihtiyaçların parayla satıldığını anlatıyor. İskenderun’un yıkık dökük sokaklarını gezerken rastladığımız bir markette, altılı su 45 liraya satılıyor. Özyiğit “Hani nerede devletimiz?” diyor. “Akrabalarımız göçük altında ama çıkartan yok. Lütfen şu büyük illerden bize de yardım gelsin” diyor. Çocukluğunun geçtiği yerleri eliyle gösterirken bir anda göz yaşlarına boğulan Özyiğit, “Bu yaralar nasıl sarılacak? Ben evime nasıl gireceğim? Suriyelilere ev yapılıyor, bize niye hiçbir şey yapılmıyor?” diye haykırıyor.
“Bu binada bir bayan vardı. Bağıra bağıra öldü” diyen Burhan Tekin, bölgede akrabası olmamasına rağmen köyünden yardım etmek için gelmiş. O da AFAD’ın gerekli binalara gitmediğini ve 112’ye ulaşamadığını söylüyor. “Biz uğraşıp adamı kendimiz çıkardık. AFAD sonra geldi” diye sürdürüyor isyanını.
Sabah olduğunda sevindirici ama buruk bir sahneyle karşılaşıyoruz. Önünde onlarca insanın nefeslerini tutup beklediği bir enkazdan beyaz saçlı bir kadın sabahlığıyla sağ çıkarılıyor. Ambulans olmadığı için Doblo’nun arkasını hazırlıyorlar, sedye olmadığı için de sert bir plakanın üzerine bir battaniye seriyorlar. Kadın çıkarıldığında etraftaki herkes gözyaşları içerisinde alkışlıyor.
Ancak maalesef herkes bu kadar şanslı değil. “Dün sabah 11.00’den beri buradayız. Kızım bunun altında” diye ağlayan Vespiye Gökçek, “Gelip kurtaran yok. Hiç kimse yok yanımızda. Dün gece bir delikanlının sesini duyup bırakıp gittiler” diye ağlıyor. O da “Biz bekliyoruz. Kızlarımız burada. Hani bu devlet? Nerede?” diye soruyor. Bir yanda oğlu, bir yanında da kızlarını bekleyen başka bir aile. “Ölür o kız. Kimse gelmiyor. Cumhurbaşkanı gelsin, ona da bunları söyleyeceğim” diyorlar. Aynı binanın enkazının arkasında gözleri yaşlı bir adam bize kendi kızının odasını gösteriyor ve şöyle diyor: “Bu saraydakinin vebalidir.”
Adana
“Bu apartmanın bunca zaman ayakta kalması mucizeymiş”
Adana’da tamamen çöken iki binanın olduğu bölgeye gidiyoruz. İbrahim Yıldıran, bina çöktüğünde dördüncü katta olduğunu söylediği kuzeni ve kuzeninin çocuğundan haber almayı bekliyor. “Nasıl olacak bilmiyorum, görüntüde bir ümidim yok ama bekliyoruz” diyor. Deprem vurduğunda Mersin’de olduğunu, orada bile çok şiddetli hissedildiğini söylüyor. Enkazın başında “Çıkmadık candan umut kesilmez. İyi, kötü… Bir haber bekliyoruz” diyor. Kuzeni ve kuzeninin kızı için “Gençti, 30 yaşındaydı. Kızı 3-4 yaşındaydı. Baba şansına sabah işe gideceği için annesine bırakmış, kendi eve gitmiş” diyor.
Kuzenini ve halasını bekleyen genç bir kadın, apartmanın 28 dairesi olduğunu söylüyor. Durup baktığı enkazın altında hayatta en sevdiği arkadaşı olan kuzeninin yatmasını sindiremediğini ifade ediyor. Ancak o da en çok yardımın geç gelmesine içerliyor: “Kendi çabalarımızla çıkarıyoruz. Bu saate kalınmasaydı böyle olmazdı. Daha sadece 10 kişi cansız çıkarıldı” diyor.
Vatandaşlar enkazın tepesinde seferber olmuş. Önce çekiçle vurup sonra molozu kovayla boşaltıyorlar. Bir yandan iki devasa vinç büyük parçaları molozun üzerinden almaya çalışıyor. Bir umut çevresinde vatandaşlar bekliyor ancak tablo pek de iç açıcı görünmüyor. AFAD çalışanları birden “Susun.” diyorlar, dinleme yapıyorlar. Arkadan vatandaşlar “Allah, haydi, inşallah” diyorlar.
İsmini vermek istemeyen bir AFAD çalışanı binada hala 30 kişi daha olduğunun tahmin edildiğini söylüyor. Üç-dört kişinin canlı olarak çıkarıldığını ancak sonraki durumlarının belirsiz olduğunu ifade ediyor. O da “Çok yerden ihbar geldi” diyor ve binanın çökme nedenini sorunca, “Malzemeden kaçırmış; deniz kumuyla yapılmış gibi. Hiltiyle konuşurken çok kolay parçalanıyor betonlar. Bu zamana kadar mucizeymiş bunun ayakta durması” diyor.