Mattia Ahmet Minguzzi’nin akranları tarafından öldürülmesiyle başlayan tartışma, infaz kanununda yapılması istenen değişikliklere kilitlendi. Ancak dünyadaki örnekler, bu tür çok katmanlı sorunlarda daha ağır cezaların çözüm getirmediğini, çocuklara yönelik etkin bir koruma sisteminin şart olduğunu gösteriyor
Türkiye aylardır akranları tarafından öldürülen 14 yaşındaki çocuk Mattia Ahmet Minguzzi cinayetini konuşuyor. Mattia Ahmet’in annesi Yasemin Minguzzi çocuğu için adalet istiyor ve ceza infaz yasasının yeniden düzenlenerek adaletin kısmen de olsa sağlanabileceğini düşünüyor. Cinayeti işleyen sanıklar 15 ve 16 yaşlarında olduklarından dolayı TCK’nın 31. maddesi uyarınca müebbet hapis yerine 18 ila 24 yıl arasında hapis cezasıyla yargılanacaklar. Bu cezanın işlenen suçun karşılığı olmadığını savunan Minguzzi ailesi, reşit olmayan kişilerin çocuklara karşı işledikleri suçlara yönelik düzenlemelerin değişmesini, yani Mattia Ahmet’i öldüren 18 yaşından küçük sanıkların çocuk indirimi almadan yargılanmalarını talep ediyor.
Cinayetten sonra yaşanan tartışmalar aylardır devam ediyor. Kamuoyu ve siyasetçiler yargılanan çocukların en ağır cezayı almalarını ve çocuk olarak değil yetişkin olarak yargılanmalarını istiyor. Bu konuda bir kampanya bile açıldı, 300 bine yakın imza toplanmış durumda. Hukukçular, çocuk hakları savunucuları, psikologlar, sosyologlar ise bunun çocuk hakları açısından bir geriye gidiş olacağını söylüyorlar ve çocukları yetişkin olarak yargılamanın suça sürüklenen çocuklar meselesini çözmeyeceğini savunuyor.
Ceza sorumluluğu yaşı ülkeden ülkeye değişiyor
Meseleyi etraflıca ele almadan önce, uluslararası hukukta ve diğer ülkelerin hukukundaki düzenlemelere göz atmalıyız. Başta Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme olmak üzere uluslararası sözleşmelere ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’na göre 18 yaş altındaki bireyler çocuk kabul edilir. Bu çocuklar hakkında yürütülen ceza yargılaması, yetişkinlerden farklı esaslara dayanır. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi, 18 yaşını ikmal etmemiş her kişiyi çocuk kabul etmekle beraber, ceza sorumluluğu açısından kesin bir sınır belirlememiş, ancak ülkelere belli kriterlerde sınır belirlemesi ile ilgili yükümlülükler oluşturmuştur. Çocukların bilişsel ve psikolojik gelişimleri esası ile her ülkenin kendi yasalarında bu hususu düzenlemesi uygun görülmüştür. Buradaki kritik nokta ülkelerin çocuğun pedagojik durumunu dikkate alarak bu konuda standart belirlenmesi, bunu yaparken hem hukukun temel ilkelerini hem de pedagojik kabulleri birlikte değerlendirip ceza sorumluluğu sınırını çok küçük bir yaş olarak belirlememesidir. Ülkeler sorumluluk yaşını belirlerken duyuruları, zeka gelişimini ve zihinsel olgunluğu dikkate almalıdırlar. Bu çerçevede birkaç ülkenin ceza yasasına bakacak olursak…
Fransız ceza hukukunda çocuğun ceza sorumluluğu 13 yaşını doldurduğunda başlar. Bu yaşın altında ceza sorumluluğu söz konusu değildir. 13 yaşını doldurmuş, fakat 17 yaşını doldurmamış çocuklar hakkında ceza verilmesi de istisnadır, bu yaş grubuna kural olarak “eğitici güvenlik tedbiri” uygulanır. Belçika’da ceza sorumluluğu daha ileri bir yaşta, çocukluğun bittiği 18 yaş ile başlamaktadır.
Pakistan, Sudan, Ürdün gibi bazı ülkelerde ceza sorumluluğu 7 yaşında başlamaktadır.
İngiltere’de ise 10-13 yaş aralığındaki çocukların, işledikleri eylemlerinin hukuka aykırı olduğunu kavrayabilecek zeka olgunluğuna sahip olması halinde ceza sorumluluğu söz konusudur. 14-17 yaş grubundaki çocukların tam sorumluluğu vardır. 18-20 yaş çocuklarda ise “genç yetişkin” statüsü kabul edilmiştir. Ancak İngiltere’de de suça karışan genç ve çocukların adalet sistemi dışına çıkarılması benimsenmiştir, cezaya alternatif iyileştirici kurumlar devreye sokulur. Almanya’da 14 yaşını doldurmamış çocukların ceza sorumluluğu yoktur. 14 yaşını doldurmuş olan çocukların suçun anlamını ve sonuçlarını algılama yeteneği yoksa ceza sorumluluğu yine yoktur. 18-24 yaş grubunda ise “genç yetişkin” statüsü söz konusudur. Almanya’da ceza hukuku çocuk veya gencin topluma kazandırılması üzerine kurulmuş, eğitimi odak alan bir sistemdir. İtalya’da da çocuk faillerin yargılanması istisnadır.
Türkiye’de çocukların ceza sorumluğunun, çocuğun 12 yaşını doldurması ile başladığı kabul edilmiştir. Dolayısıyla 12 yaşından küçük çocukların ceza sorumluluğu yoktur. 12-15 yaş aralığındaki çocuklar açısından ceza sorumluluğunun var olup olmadığı her çocuk ve her suç açısından ayrı ayrı incelenerek belirlenir. 15-18 yaş aralığında ise çocuğun ceza sorumluluğunun varlığı kabul edilmiştir. Yasalar bu yaş grubundaki çocukların, yetişkin bireylerden daha az ceza almasını öngörür.
Çocuklar suça sürüklenmekten nasıl kurtulur?
Çocukları suça iten koşulları tartışmadan, bu koşullarla etkin şekilde mücadele etmeden ve yaşamlarını iyileştirecek sosyal destek sistemlerini kurmadan, yalnızca daha ağır cezalar getirmenin, ülkenin “suça sürüklenen çocuk” sorununa ne tür bir fayda sağlayacağı belirsiz. Yıllardır çocuk hakları alanında çalışan, çocuk hakları aktivisti, FİSA Çocuk Hakları Merkezi’nden Ezgi Koman da “bu tür cezalandırmaların toplumsal iyileşme sağlamadığının” altını çiziyor.
Çocuklara ağır cezalar vermek, çocukların işlediği suçları azaltıyor mu?
Hayır azaltmaz. Çocukların suça sürüklenmesi bireysel bir “suçlu” olma halinden çok, toplumsal koşulların, ihmallerin, ayrımcılıkların ve destek sistemlerinin eksikliğinin bir sonucudur. Unutmayalım ki bu bir sonuçtur. Bir dizi önlenmeyen ihmallerin, ihlallerin en ağır sonuçlarından biridir. Aslında “fail” dediğimiz çocuklar da çoğunlukla bu bir dizi ihmalin ve ihlalin mağdurudur. Biz sadece ortaya çıkan sonuçla ilgilenip, cezalandırıcı bir yaklaşımla ilerlediğimizde bunun işe yaramadığını biliyoruz. Çocuğu en ağır şekilde kapatmak asla bir çözüm değil. Çocukları kapatırsanız, yalnızlaştırırsanız, onları toplumdan daha fazla itersiniz. Suçla daha çok bağ kurarlar, sosyal gelişimleri engellenir. Böylece kanunla daha fazla ihtilafa düşen bir grup yaratmış olursunuz. Oysa dediğim gibi suça karışan çocuklar, çoğu zaman kendileri de uzun süreli şiddet, ihmal, yoksulluk, ayrımcılık ya da devletin destek mekanizmalarına ulaşamama gibi riskler altında yaşamış çocuklardır. Kaldı ki pek çok araştırma, akademik veri ağır ceza uygulamalarının çocuklar üzerinde olumsuz etkilere yol açtığını gösteriyor. Yine benzer araştırmalar, sistemli sosyal destek, yeniden güçlendirme ve önleyici stratejiye odaklanan yaklaşımların suç oranlarını daha fazla düşürdüğünü ortaya koyuyor.
Türkiye’de çocuklar sürekli şiddetle anılıyor, son dönemde ise akran şiddetini çok duyar olduk. Bu konuda FİSA Çocuk Hakları Merkezi olarak bir çalışmanız var, sonuçlarını paylaşabilir misin?
Hazırladığımız Yaşam Hakkı Raporu’na göre 2024’te Türkiye’de en az 777 çocuk önlenebilir nedenlerle yaşamını yitirdi. Bu çocukların önemli bir kısmı şiddet ve ihmal kurbanıydı. Akran şiddeti de özellikle son dönemde çok belirgin. Raporlarımız, okullarda yaygın şekilde görülen bu şiddet biçiminin sistematik olarak göz ardı edildiğini ortaya koyuyor. 2024’te yalnızca akran şiddeti nedeniyle en az 13 çocuk yaşamını yitirdi. Bu çok ciddi bir tablo. Ölümle sonuçlanmayan ama çocukların hayatlarını derinden etkileyen vakalar da hayli fazla. Ama şunu çok iyi biliyoruz: Bir çocuk başka bir çocuğa şiddet uyguluyorsa, o çocuk da bir yerde şiddete ya da ihmale maruz kalmıştır.
Şiddet uygulayan çocuk, çoğu zaman kendi şiddet deneyiminin yansımasını bir başka çocuğa yöneltmektedir. Bu nedenle akran şiddetini yalnızca bireysel davranışlarla açıklayamayız. Bu, çocukların korunamadığı, desteklenmediği ve psikososyal olarak baskı altında tutulduğu bir sistemin sonucudur. Dolayısıyla çocukların yaşadığı tüm ortamlarda koruyucu-önleyici mekanizmaların kurulması ve etkili çocuk politikalarının hayata geçirilmesi acil bir ihtiyaçtır.
Çocuk adalet sistemi nedir ve çocuk adalet sistemine göre Mattia Ahmet’i öldüren çocuklar nasıl yargılanmalı?
Çocuk adalet sistemi, yukarıda söz ettiğim yaklaşımla, suça karışan çocukların yetişkinlerden farklı olarak ele alındığı; tüm süreçlerde çocuğun yüksek yararının gözetildiği, hak temelli bir adalet sistemidir. Bu sistemin temel amacı bir daha benzer olayların yaşanmamasıdır. Türkiye’nin taraf olduğu BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, Pekin Kuralları ve Riyad İlkeleri çocuk adaletine dair uluslararası standartları belirler. Tüm bunlara göre tüm yargılama süreçlerinde çocuğun üstün yararı esastır. Çocuklar, çocuk mahkemelerinde ve uzman kişilerce çocuğa özel usullerle yargılanmalıdır. Çocuğun kimliği ve yargılama süreci kamuoyuna ifşa edilemez. Çocuklara yönelik hapis ve tutuklama ancak istisnai durumlarda, kısa süreli ve çocuğun yüksek yararı gözetilerek uygulanmalıdır. Mümkün olan her durumda eğitsel ve destekleyici alternatif tedbirler tercih edilmelidir. Bu süreçte onarıcı adalet yaklaşımları uygulanmalıdır. Yani çocuğun yaptığı eylemin toplumsal karşılığı kadar, neden o eylemi yaptığı da değerlendirilmelidir. Mattia Ahmet Minguzzi’nin öldürülmesi hepimizi derinden yaraladı. Ancak bu acı olayı çocuklara yönelik cezalandırıcı taleplerle yanıtlamak, çocuk adaletinin ruhuna aykırıdır. Yetişkin gibi yargılanmaları çözüm sunmaz; aksine, yeni ihlallere ve yeni mağduriyetlere yol açar. Çocuklar çocuk adalet sistemi ilkelerine göre yargılanmalıdır. Hiçbir çocuğun bir daha Ahmet gibi yaşamını kaybetmemesinin yolu budur. Diğerlerinin işe yaramadığını pek çok olay göstermiştir.
Etkin bir çocuk koruma politikası oluşturmak şart
Türkiye’de çocuklar korunmuyorlar. Gün geçmiyor ki bir çocuğun ölüm, yaralanma ya da şiddet haberi gelmesin. 5-6 yaşındaki çocuklar tarlalarda tarım işçisi olarak çalışıyorlar, her ay onlarca çocuk iş cinayetlerinde ölüyor, şiddete uğruyorlar, çetelerin eline düşüyorlar. Daha etkin bir çocuk koruma politikasına ihtiyacımız var. Onarıcı ve çocuk odaklı adalet sistemi, hukuk devletinin gereğidir. Çocukları yetişkinler gibi yargılamak; sadece ulusal ve uluslararası çocuk hakları sözleşmelerine aykırı olmakla kalmaz, bugün “bazı suçlar” için öne sürülen bu anlayış, yarın genişletilerek çocuk adalet sistemini tamamen altüst edebilir.
Evet çok üzgünüz, evet öfkeliyiz! Ama öfkemizi yönelteceğimiz yer, çocukların bu suçlara sürüklenmesine neden olan sistem olmalı. Ve bu sistemin çocukları sokakta, okulda, tarlada, evde, işte koruyacak şekilde değişmesi için mücadele etmeliyiz. Toplum olarak acımız büyük. Mattia Ahmet’in annesinin acısını düşünemiyorum bile. Ancak yine de yüreğimize taş basıp bir bebekten katil yaratan sistemi sorgulamak zorundayız…