Fransa adındaki ülkenin kapısında kurt kılığına girmiş aşırı sağ 50 yıldır uluyor. Başlangıçta çirkin ama güçsüz bir mahluktu. Jean-Marine Le Pen’in partisi seçilemeyecek kadar aşırılıkçıydı. Ama 2011’de kızı Marine başa geçti ve kurdu avcı değil koruyucuymuş gibi göstermeye başladı. Kurt serpildi. 7 Temmuz’da yapılacak ikinci tur parlamento seçimleriyle birlikte aşırı sağ ilk kez demokratik bir Fransız hükümetine girmeye bu kadar yakın. Kurt kapıdan içeri girip evi ele geçirebilir. Bunun sebebi ilk kez bu kadar Fransız’ın “Kurda da bir şans verelim” diye düşünüyor olması.
Kurdun anlattığı hikaye Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’unkinden daha güzel ama yalan. Le Pen Fransa’yı “genel çöküş halinde” bir yer olarak tasvir ediyor. Ona göre burası çoğunlukla asimile edilemez, beyaz olmayan erkekler tarafından “köylerde gerçekleştirilen şiddet eylemlerinin patladığı” bir yer. Ülkede yakın zamanda iç savaş çıkabileceği uyarısında bulunuyor. 2021 yılında yapılan bir ankete göre katılımcıların yüzde 45’i onunla hemfikir. Le Pen Fransa’yı borç, işsizlik ve yoksulluk “dünya şampiyonu” ilan etmiş durumda. Ona sorarsanız burası Macron tarafından fabrikaları kapatılmış, emeklilik yaşı insanlık dışı bir kararla 64’e yükseltilmiş, neoliberal bir çorak ülke.
Gerileme devri
Fransa’da karamsarlık iş yapıyor. Ekim ayında Ipsos-Sopra Steria’nın yaptığı ankette görüş bildirenlerin yüzde 82’si “Fransa’nın gerileme döneminde” olduğu ifadesine katıldığını söyledi. Çoğu zaman ülkeye iyimser bakan tek kişi benmişim gibi geliyor. Belki de Paris’teki elit fanusumun dışındaki “gerçek halkın” acılarına kör olmuş, tuzu kuru bir küreselci olduğum içindir.
Yine de iyimserlik için sebepler var. Bir defa, Fransa neoliberal çorak bir ülke değil. 2022’de GSYİH’sinin yüzde 23.8’ini sosyal korumaya harcadı ve bu alanda Avrupa Birliği lideri. Macron’un reformlarından sonra bile çoğu emeklinin 20 yıllık yaşam beklentisi var.
LVMH’nin değeri Mercedes’in beş katı
Üstelik ülke nihayet bazı sektörlerde dünya lideri olmayı başardı. AB’de piyasa değeri açısından en büyük beş şirketten üçü Fransız lüks ürün ve hizmet şirketleri. En büyükleri olan LVMH’nin değeri Almanların en büyük otomobil üreticisi Mercedes’in yaklaşık beş katı. Kısacası, Fransa lüks dünyasının Silikon Vadisi haline geldi. Tıpkı turizm gibi bu sektör de Vietnam gibi ülkelere taşınamıyor çünkü aslında Fransa markası satılıyor.
Fransa’nın sanayileşme ve teknoloji çağları boyunca beklenen performansı sergileyemediği doğru. Ama yeşil enerjiye geçiş dönemine daha hazırlıklı görünüyor. Ember düşünce kuruluşuna göre, Fransa nükleer santralleri sayesinde büyük ekonomiler arasında en düşük karbon yoğunluğuyla elektrik üreten ülke. Bu durum karbon emisyonunu azaltma baskısıyla karşı karşıya olan şirketlere de hitap ediyor. Danimarkalı obezite ilacı üreticisi Novo Nordisk, Fransa’nın katedraliyle ünlü Chartres kentinde insülin fabrikası açma sebeplerinden biri olarak yeşil enerjiyi gösterdi. Yeniden sanayileşme gerçekten de beklenenden çok daha az istihdam sağlayabilir. Ama ekonominin işlemeye devam etmesini sağlayacaktır. Fransa’da işsizlik yüzde 7.5 ile 1982’den beri en düşük seviyede.
Ülke güvenli
Le Pen’e verilebilecek bir diğer cevap ise Fransa’da sokakların artık daha güvenli olduğu. İçişleri bakanlığı verilerine göre 1993’ten beri ülkedeki cinayet rakamları yarı yarıya azaldı. En çok göç alan bölge olan Büyük Paris’teki düşüş daha da keskin oldu. İşin aslı Fransa korkutucu yeni dünyamızda güvenli bir liman gibi görünüyor. Uysal komşuları var ve iklim değişikliğinin etkilerine Güney Avrupa ve Benelüks ülkeleri kadar açık değil. Üstelik AB’deki en yüksek doğum oranı burada. Görebildiğim kadarıyla ebeveynlere kafayı yemeden çocuk büyütme imkanı veren devlet kreş ve anaokullarının varlığı bunda etkili.
O halde bunca memnuniyetsizlik nereden geliyor? Temel sebeplerden biri Fransa’nın toprak açısından Batı Avrupa’nın en büyük ülkesi olması. Bölgedeki binlerce yıllık küçük çaplı tarım faaliyetleri 30-40 yıl içinde sona erdi. Bugün LVMH’nin ihracatı Fransa’nın bütün tarım ihracatlarından fazla.
Kurt kapıda
Sonuçta Fransa’da turistik olmayan çoğu köy ve kasabanın varlık sebebi ortadan kalktı. Bir zamanlar kurulmuş olmasalar bugün kimsenin aklına böyle yerleşimler kurmak gelmezdi. Dükkanlar ve okullar kapanıyor, doktorlar ihtiyaç kalmadığı için buralardan ayrılıyor. Postanesi ve tren istasyonu olmayan yerlerin sakinleri Cumhuriyet tarafından sahipsiz bırakıldığını düşündüğü için aşırı sağa oy vermeye daha yatkın. İşçiler kentlere, özellikle Paris’e taşınıyor. AB’nin en büyük uluslararası metropolü olan Paris de Fransa’nın değerlerinden biri ama başkent ülke içinde zaman zaman Macron’da cisimleşen küstahlık ve zenginliğin simgesi olarak görülüyor.
Bariz bir çözüm var: Hibrit çalışmayı teşvik ederek insanların Paris’ten ayrılıp hızlı tren güzergahlarına yakın, ucuz ve güzel yerlerde yaşamasını sağlamak. Kentleşmeyi tersine çevirmek oldukça makul bir hamle. Ama Fransız işyerlerindeki güvenin düşük olması yüzünden uzaktan çalışma uygulaması yeterince yayılmıyor. Birçok patron çalışanların işe gelmezse kaytaracağını düşünüyor.
Bu arada kurt kapıda.
©️ The Financial Times Limited