Saracoğlu: Modern merkez bankacılığının kilometre taşlarını döşedi. Koridorlarda beyaz gömlek ve ince kravatıyla, sağlam adımlarla yürümesini görmek iyi gelirdi.
Kumcu: Rüşdü Bey’e en büyük desteği veren isimlerin başındaydı. Piyasa dalgalanmaları sırasında “dealing room”dan ayrılmazdı.
Ersel: Ekibin bilgesiydi. Kavramsal matematiğin pratikte ne işe yaradığını çok iyi anlatırdı. Araştırma-analiz üstadıydı.
Serdengeçti: Memur olarak girdiği bankadan başkan ünvanıyla emekli oldu. Enflasyonu tek haneye düşürüp, orada tutan başkan olarak cumhuriyet tarihine geçti.
Geride bıraktığımız son 2.5 aylık dönem, Türkiye’de merkez bankacılığının modern çağını inşa eden merkez bankacıların yaprak dökümüne sahne oldu. Sırasıyla Rüşdü Saracoğlu, Hasan Ersel, Süreyya Serdengeçti ve Ercan Kumcu’yu kaybettik.
Doris Lessing’in yıllar sonra döndüğü Zimbabve’deki gözlemlerini yazdığı ‘Afrika Kahkahası’ adlı yapıtında aktardığı satırları okuduğumda, burada tanımladığı kişilikleri kendi yaşamımda isimlendirmem hiç zor olmamıştı.
Lessing yapıtında, Harare’de bir hükümet ofisinin duvarında gördüğü posteri aktarıyordu.
Bu posterde, şunlar yazılıydı:
- Patron adamlarını yönlendirir, lider onlara ilham verir.
- Patron otoriteye güvenir. Lider iyi niyete güvenir.
- Patron korku uyandırır. Lider sevgi yayar.
- Patron “Ben” der. Lider “Biz” der.
- Patron kimin hatalı olduğunu gösterir. Lider neyin hatalı olduğunu gösterir.
- Patron nasıl yapılmış olduğunu bilir. Lider nasıl yapılacağını bilir.
- Patron saygı ister. Lider saygıyı hak eder.
- Öyleyse bir lider ol, patron değil.
- 80’li yılların ortasında, darbeden sivilleşmeye geçilmiş, buna ekonomik reformlar ile dışa açılma süreci eşlik ederken Merkez Bankası’na girmiştim.
Orada ilk anlatılan şey, bankanın bir “özel hukuk tüzel kişiliğinin” olduğu idi. Herhangi bir kamu kuruluşundan önemli farkı buydu. Kanunla para basma yetkisi verilen ve çoğunluk hissesi Hazine’ye ait olan bir anonim şirketti burası.
Vurgulanan ikinci unsur ise bankanın unvanının “Türkiye Cumhuriyet” ibaresini taşımasıydı.
Her iki unsur da bağımsızlığın ve diğer kamu kurumlarından farklılığın vurgusu idi.
Hem Merkez Bankası’nın bir “Cumhuriyet” kurumu olduğu vurgulanıyor, hem de bankanın, merkezi idareden bağımsız bir kurum olduğunu vurgulayabilmek için unvanı “Cumhuriyet Merkez Bankası” olarak belirlenmişti.
İşte böyle bir kurumsal mimari içinde işe başlamıştım.
Rüşdü Saracoğlu, Hasan Ersel, Ercan Kumcu ve Süreyya Serdengeçti ile tanışmam ve onlarla çalışmam da 80’li yılların ortasından 90’lı yılların ortasına kadar olan dönemde oldu.
İlk günlerimde, her ne kadar bağımsız bir yapısı olsa da klasik kamu gölgesi olan bir kurum olan Merkez Bankası’nın koridorlarında, sağlam basan adımlarla gelen, üzerinde beyaz gömlek ve ince kravatlı hali, pozitif edalı suratıyla genç bir ‘amir’ görmek iyi gelmişti. O Rüşdü Saracoğlu idi.

Rüşdü Saracoğlu (1948-2025)
Ekonomide dönüşüm devrinin başlangıcı
Saracoğlu ABD’deki doktora eğitiminden bir süre sonra Merkez Bankası’nın araştırma bölümüne girmişti. Dönemin başbakanı Turgut Özal’ın davet ettiği biliniyordu. Atandıktan sonra adı “Özal’ın prensleri” içinde geçse de başkan yardımcılığı veya başkanlığı döneminde, Merkez Bankası’nı ve para politikasını siyasi talepler doğrultusunda yönettiğine tanık olunmadı. Tam tersine, maliye politikasını yürüten siyasi otoritenin yanına, para politikasını ve parasal büyüklükleri kontrol edecek bir para programını yürürlüğe koyarak dengelemeye çalıştı. Bastığı paranın itibarının peşinde koştu.
Saracoğlu, Türkiye’de modern merkez bankacılığına geçişin kilometre taşlarını döşerken, mali piyasaların da işler hale gelmesi, kurumsal bir çerçeveye oturmasının altyapısının kurulması da bu dönemdedir.
Mayıs 1985’te Hazine’ye ihaleli bono ve tahvil satış sistemi kurulması, Nisan 1986’da Bankalararası Para Piyasası’nın kurulması (Interbank), Nisan 1987’de Açık Piyasa İşlemleri’ne başlanması, Ağustos 1988’de Döviz ve Efektif Piyasaları’nın kurulması, Ağustos 1989’da kambiyo rejimi serbestisi ve TL’nin konvertibilitesinin ilanına, Ocak 1990’da ilk kez bir para programı ilan edilmesi eklendi.
Merkez Bankası’nın parasal büyüklüklerinin ve operasyonlarının izlenebilmesi için bankanın analitik bilançosu şeffaf biçimde günlük olarak yayımlanmaya başlandı. Zaman zaman merkez bankacılığının dışına çıkma arzusunu saklamayanlarda “bu kadar şeffaflık fazla” bahanesiyle rahatsızlık yaratsa da mali piyasaları izleyenlerin en önemli kılavuzu bugün bu bilanço. Merkez Bankası’nın ne kadar rezerv kaybettiğinden, piyasaya ne kadar TL verdiğine, ne kadar zarar yazdığına kadar birçok veri bu bilançodan izlenebiliyor.
Saracoğlu tüm bu açılımları ve modernleşmeyi hayata geçirirken yanında en büyük destekçisi, yardımcısı Ercan Kumcu idi.

Ercan Kumcu (1955-2025)
Dışa açılma-piyasayla tanışma
1989’daki kambiyo serbestisinin ardından Merkez Bankası’nın enerjisinin önemli bir kısmı, serbestiye kavuşan sermaye hareketleri ve mali piyasa dalgalanmalarındaki anomalilere müdahale etmeye sarf ediliyordu. İşte günlük akışta, dalgalanmaları göğüsleme çabasında Ercan Kumcu, Merkez Bankası’nın piyasalar masasında Saracoğlu’nun sağ kolu olarak her gün oradaydı, piyasalar ‘dealing room’unda.
Öyle bir dönemde, -onun sevdiği havacılık terimi ile- ‘kokpitte’ akil bir bilge olmaması düşünülemezdi:
Hasan Ersel. O da Saracoğlu’nun ekibinde yer alıyordu. Onunla ilk kez, Mülkiye’de kitabı üzerinden aldığım İktisatçılar İçin Matematik dersinde tanıştım; yine yakın dostu Yılmaz Akyüz’ün anlatımıyla. Liselerde kavramsal olarak anlatılan türevin ne işe yaradığını, üretim fonksiyonu üzerinden onun kitabından okuyarak, derste anladım.
Hasan Hoca, Merkez Bankası’na, yine o günlerde yeni kurulmuş Sermaye Piyasası Kurulu Başekonomist kadrosundan gelmişti. Her zamanki bilgeliği ile akademiden kamuya, oradan özel kesime, girdiği tüm işlerde muhataplarını ve çalıştığı herkesi ‘başka açıların’ olabileceği yönünde aydınlattı. Merkez Bankası sonrasında çalıştığı Yapı ve Kredi Bankası’nda da sayısal analiz çalışmaları ve ekonomik araştırmalar ekibini kurdu. Önemli katkıları oldu. Ekonominin farklı disiplinlerle ilişkisi üzerine çok yönlü bakışı teşvik etti.
Eğer 1980’ler ortasından 1990’lar ortasına kadar olan dönem Türkiye’nin dışa açık ekonomiye geçişi, Türk lirasının konvertibiliteye geçişi olarak adlandırılırsa Saracoğlu, Kumcu ve Ersel’in çok önemli katkıları olmuştur bu sürece.
Duruş ve itibar
Çalışan ilişkilerinde Saracoğlu dönemi Merkez Bankası’nda yeni bir dönemin kapısı açıldı.
Birincisi, herhangi bir yurtiçi ya da yurtdışı seyahatte en yüksek yetkili hangi sınıfta uçuyorsa ve otelde konaklıyorsa heyetteki en düşük memur da o kategoride yer alıyordu. Kurumsal itibar göstergelerinin kendi bulunduğu tepede değil, çalışma arkadaşlarında sergilenmesini önemsedi.
İkincisi eğitim olanakları genişletildi. Çalışanlar hem kuramsal hem de iş başı eğitimlere gönderildi.
Üçüncüsü ve de çok önemlisi, personel için özel bir emeklilik sistemi kurulmasını sağlamasıdır.
Personelden brüt ücretin yüzde 10’u kadar kesinti yapılırken, Merkez Bankası da kurum bütçesinden bir o kadar vakıf emeklilik fonuna katkıda bulunuyordu. Daha sonra bu sisteme göz dikenlerin ‘didiklemesi’ ve siyasi baskılar sonucu katkılar kesildi, 2010’larda da zorlama yorumlarla vergi cezaları kesildi. Bu sistemin katılımcıları şimdi elde kalan fonla devam ediyorlar. Bugün bu fon bankanın emeklilerine, kamusal sosyal güvenlik sistemine ilave olarak hatırı sayılır bir ek katkı sağlıyor.
Merkez Bankası’nın dövizli bilanço risklerinin azaltılması için ‘future’ ve opsiyon gibi türev ürünlerin rezerv ve risk yönetim işlem setine eklenmesi üzerine hazırladığımız öneri raporunu Saracoğlu’na anlattığımızda, karşılık olarak türev ürünlerin ardındaki matematik ve olasılık hesaplarını anlatması oldukça şaşırtıcıydı. İşte bu yüzden ‘lider ve patron’ farkını uygulamalı olarak görebiliyorduk.
Özel kesime geçtikten sonra da Saracoğlu, Kumcu ve Ersel teknik taraflarını asla gündelik akışta eritmediler. Gittikleri yerlerde de işlerde de ilkeli, dürüst ve sorumlu teknokrat rolleri devam etti.

Hasan Ersel (1946-2025
Çekirdekten merkez bankacı
Serdengeçti Merkez Bankası’nın en üst basamağı olan başkanlığa, en alt basamak olan memurluktan başlayarak çıkmıştı. Başkanlıkta tam süre görev yapan çekirdekten merkez bankacı tanımına bir de Durmuş Yılmaz giriyor.
Serdengeçti Galatasaray Lisesi sonrasında ODTÜ Ekonomi Bölümü’nü bitirip, 1980 yılında Merkez Bankası’na memur olarak girdi. 2006’da başkan olarak ayrıldı.
Merkez Bankası’nda bizlerle yönetici olarak çalışırken sergilediği tarzının, üniversite ortamında ODTÜ’de nasıl şekillendiğini şöyle anlatıyordu: “İzleyen yıllar hayatımın gidişatını birçok yönden, elbette olumlu yönde değiştirdi. Herkes gibi ben de üniversitede ve ekonomi bölümünde açık tartışmayı teşvik eden, genç zihinleri besleyen ve analitik, eleştirel ve yaratıcı becerilerinin gelişmesine yardımcı olan entelektüel bir ortamdan büyük ölçüde faydalandım.”
Benim en yakın çalıştığım Süreyya Serdengeçti oldu. Türkiye’nin dışa açılmaya çalıştığı ama 70 cent’e muhtaçlıktan az hallice olunan bir dönemde, Merkez Bankası’nda yeni işe başlamıştım. O da ABD’de Vanderbilt Üniversitesi’nde master yapıp yeni dönmüştü. Camekanlı bir bölme ile ayrılan biri büyük biri küçük iki ayrı odadaydık. Master’a gitmeden önce, ‘70 cente muhtaç’ durumdaki ülke borçlarının ertelenmesi ile uğraşan “borç erteleme” biriminde çalışmıştı. Döndükten sonra da ülkenin sıfırı çekmiş döviz rezervlerini toparlamak ve ödemeleri karşılamak için uluslararası bankalarla konuşup ‘commercial paper’ ve ‘Bankers Acceptance’ ihracı yapmaya çalışıyor, konuşup 5-10 milyon dolar bulup ‘kırmızı bakiyedeki’ Merkez Bankası’nın döviz hesaplarının normale döndürülmesine, günün kurtarılmasına çalışıyordu. Diğer mesai arkadaşları da diğer kanallardan döviz bulup nakit akışının normalleşmesine uğraşıyordu.
Devamında döviz bütçesi hazırlaması, reel kur endeksini oluşturması gibi önemli işleri Serdengeçti hazırlıyordu.
İlerleyen zamanda, bankanın döviz rezervlerinin yönetiminde milyar dolarlık portföyler, altın varlıkları gencecik üniversite mezunu hevesli idealist bir gruba teslim edilirken, buna bir ana kılavuz, ‘guidance’ eşlik ediyordu. Serdengeçti, bir yönetici olarak talimat vermek yerine, günlük toplantılarda aldığımız kararların arkasındaki mantığımızı, karar verme mekanizmamızı sorguluyordu. Nihai olarak ne alıp ne sattığımız değildi sorguladığı. Sorgulanan “sebep-sonuç” ilişkisiydi. Böyle böyle, işlerin düzgün ve sorunsuz yapıldığı göreli bir otonomi kazanmıştık.

Süreyya Serdengeçti (1952-2025)
En derin krize doğru
1993’te, bakanlığı döneminde de anlaşamadıkları Tansu Çiller’in başbakanlık koltuğuna oturmasıyla Saracoğlu, Kumcu ve Ersel istifa ettiler. Kriz yaklaşıyordu. Sonunda patladı.
1994 krizine kadar Serdengeçti ile çalıştık. Her şey bittikten sonra, ben özel bir bankaya geçtim. İzleyen yıllarda da hep temasta olduk. Serdengeçti, 1998 yılında Gazi Erçel’in başkanlığı döneminde başkan yardımcılığına getirildi. Bu defa kendi belirlemediği yanlış bir tasarımın içinde, 1999’da oldukça keskin hedef ve taahhütleri olan ama oldukça zayıf siyasi sahiplikle başlatılan IMF programının içinde uygulayıcı olarak bulunuyordu. 2001 krizi patlak verdiğinde teknokrat olarak eli kolu bağlıydı.
Saracoğlu, kriz patlak verdikten sonra Mart 2001’de EP Trend dergisine verdiği bir söyleşide, 2001 krizine giden yolda 1999 sonrası izlenen IMF programını ve bu programa sıkı sıkıya sarılan hükümeti eleştiriyordu. Ona göre, bankacılık sektörü o kadar zayıfken enflasyonla mücadele programı yürütmek hatalıydı. Çünkü bu programın gerekleri uygulandığında bankacılık kriziyle karşılaşılması sürpriz değildi. Ya kurtarılmadan kamuya devredilmeden bankaların batmasına izin verilecekti, ki bu yapılamayacağına göre programın taahhütlerinden (kur patikası) vazgeçilmesi gerekecekti. Öyle olmuştu.
Serdengeçti, o dönemki Başkan Gazi Erçel’in yardımcısı olarak bu krizle baş etmeye çalışan pozisyondaydı. Ancak bakışı farklı olsa da programı yürüten siyasi otoritenin ne yapacağını bilemez biçimde “IMF’ye taahhüt edilen Net İç Varlıklar hedefinden” sapılmaması tercihi uğruna, onun da eli kolu bağlı kaldı.

Piyasa dalgalanmaları sona erdiğinde Süreyya Bey klasik müziğe sığınıyordu, biz ise Chris Rea’nın Road to Hell’ini çalıyorduk gümbür gümbür. Öğlenleri Havuzlu Çiçek lokantasında lahana sarması yemeye, işler kötü gittiğinde Canlı Balık lokantasında iki kadeh atıp dertleşmeye yani “Dinozor yapmaya” gidiyorduk. Tetris’te tek rakibim oydu.
Merkez bankacılığı bir tür fetişizm mi?
Dışarıdan bakıldığında ‘merkez bankacılığı duruşu’ bir tür ‘fetişizm’ olarak görülse de yakın dönemde Türkiye’nin yaşadığı enflasyon patlaması ve hane halkının geçim zorluğundaki derinleşme, bunun ne kadar önemli olduğunu belirgin biçimde ortaya çıkardı.
Saracoğlu aynı söyleşide, Derviş’in önlemler paketinde Merkez Bankası’nın özerkliğinin de yer aldığı söylendiğinde şunları anlatıyordu: “Merkez Bankası benim dönemimde fiilen çok daha özerkti. Bu işler kanunla olmaz. Mesele burada başkanından başlayarak bankanın tamamının bir kurum olarak davranabilmesi. Özerklik kazanılır, verilmez. Kanunla verilen özerklik yine kanunla alınır” diyordu.
Süreyya Serdengeçti’nin deyişiyle, ‘merkez bankacı duruşunu’ bizler Rüşdü Saracoğlu’ndan öğrendik.
2001 krizi sonrasında Kemal Derviş reformları ile Merkez Bankası kanununda yapılan değişikliklerle görece özerklik sağlanıyordu. İşte bu değişiklikler sonrası başkan olarak atanan Süreyya Serdengeçti de görev süresi boyunca Saracoğlu’nun tanımladığı duruşu sergileyecekti.
Serdengeçti’nin ABD’den döndüğü, benim de bankada işe başladığım dönemde bankaya yeni katılan Saracoğlu ve Kumcu araştırma bölümünden başlayarak para politikasının modern kulvara taşınması için çalışıyordu.
Serdengeçti ve Durmuş Yılmaz gibi çekirdekten merkez bankacılar sahada pratikten yetişerek ilerleyen bir kuşak olurken, Saracoğlu ve Kumcu kurmay kulvarından ilerliyordu. Her iki kuşak, modern merkez bankacılığı için farklı köklerden gelseler de nihai olarak kurumu getirdikleri seviye yıllarca hatırlanacak itibarlı bir eşik olarak tarihe geçti.
Serdengeçti’nin Merkez Bankası’nda bıraktığı iz, Saracoğlu ve ekibinin açtığı yolu tamamlayan bir nitelik taşıyor. Ama çok daha fazlası; Cumhuriyet tarihinde çeyrek yüzyıllık bir döneme damgasını vuran yüksek enflasyonlu yılları sona erdiren, tek haneli orana düşürüp paradan 6 sıfır atarak sorunsuz biçimde para reformu yapan bir merkez bankacı olarak yerini aldı. Çıtayı çok yükseğe koydu. Henüz oraya ulaşmak bir tarafa, çok gerisinde düştüğümüz çok açık.
Doris Lessing’in aktardığı “patron-lider” tanımlamasına dönersek; adları geçen bu merkez bankacılar, sergiledikleri yönetim tarzı ile ‘lider’ sınıfında yer aldılar. Merkez Bankası sonrasında özel kurumlarda temel değerlerden uzaklaşmadılar. Sonrasında akademik kulvarda bilgi ve birikimlerini paylaştılar. Ercan Kumcunun, gazete yazıları ile (Radikal, Hürriyet ve Habertürk) toplumdaki finansal ve ekonomik okur yazarlığın gelişmesinde, gelişmelerin anlamlandırılmasında çok büyük katkısı oldu. Hasan Ersel de Açık Radyo’da düzenli biçimde müzik programları yaptı, Referans gazetesinde yazılar yazdı.
Her birinden ekonomi dışında yaşama dair çok şey öğrendim. Yeme-içme, müze-doğa gezisi, müzik yelpazesi üzerine en çok şey…
Bugün mevcut Merkez Bankası yönetimindeki ehil yöneticilerin, bu dört merkez bankacının vefatı sonrasında sergiledikleri vefa ve kurumsal hafızaya sahip çıkmaları kayda değer. Bu, gidenlerin geride bıraktıkları kilometre taşlarının ağırlığını da gösteriyor.
Serdengeçti, 2005’te Radikal için yaptığım söyleşide, “Risklere işaret edip, eleştiri ve uyarılarda bulununca da başka kesimlerin hoşuna gitmeyebiliyor. Bağımsız ve hesap verebilir Merkez Bankası çekinmeden, iyi veya kötü, doğruları her zaman söylemek zorundadır. Her kesimden eleştiri almamız belki de işimizi doğru yaptığımızın bir göstergesidir. Merkez bankası başkanları dünyada da en yalnız kişilerdir, öyle de olmaları gerekir” diyordu.

Türkiye ekonomosine damga vuran isimlerden Rüşdü Saracoğlu, Kemal Derviş, Ercan Kumcu ve Turgut Özal o dönemlerde çok önem verilen IMF-Dünya Bankası zirvelerinden birinde...
Sorumluluk bastığınız parada
Yine çekirdekten merkez bankacı Durmuş Yılmaz’ın bir konuşmasında alıntıladığı, bir merkez bankacı sözü bu dört merkez bankacının en farkında oldukları görev bilincini özetliyor: “Sorumluluklarımızdan kaçınabiliriz, ama kaçınmanın sonuçlarından kaçamayız” (J. C. Stamp)
Merkez Bankası üst yöneticilerinin atamasını siyasi otorite yapıyor ama, sonrasında atananların sorumlulukları yasada belirlenen görevler çerçevesinde nihai olarak topluma karşı.
Serdengeçti’nin başarısının ana unsurlardan biri de ne bir politik üslubunun olması ne de politikacılara dayanıp politize olmasıdır. Ne Merkez Bankası kurumsal olarak politik kadrolara ev sahipliği yaptı, ne de Merkez Bankası’nın para politikası siyasetçilerin ‘suyuna gitti’.
Geride kalan bizlerin en büyük üzüntüsü, ülkenin siyasetçilerinin giderek liyakat yerine sadakate dayanması, bu yetenekli, deneyimli değerlerden yeterince yararlanmamasıdır. Ne yazık ki ülke deneyimi, neyin iyi olduğunu kötüyü deneyimleyerek ilerliyor. Tıpkı yakın zamanda paramızın değerinin sert düşüşüne tanık olduğumuz gibi.
Bu kadar kısa sürede bile güzel izler bırakan bu merkez bankacıları iyi hatırlayacağız; bastıkları paranın itibarını ve değerini korumak için çalıştılar…