“Video sanatçısı” Refik Anadol, özür dilemek zorunda kaldığı “antenli” mesajı, sergisine gelen kalabalıkların küçümsenmesine öfkelendiği için attığını söyledi. “Yaptığının sanat olmadığını söyleyenler var diye sanatı bırakmayacağını” da ekledi
Refik Anadol’un Pilevneli Galeri’de açılan “Makine Hatıraları: Uzay” sergisi uzun zamandır en çok konuşulan sergi. Kapısında kuyruklar bitmiyor, sosyal medya sergide çekilen selfie’lerle dolu. Ancak sergi, daha başlamadan birtakım tartışmaları da beraberinde getirdi. Önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin verdiği destek tartışıldı. Arkasından gelen tartışma bunu gölgede bırakacak kadar büyüdü. Serginin açılmasından bir süre sonra Refik Anadol, Instagram’a anten fotoğrafıyla birlikte bir hikâye koydu: “Sevgili dostlar, yine aynı elitist sanat akademisyenleri maalesef sergimizin başarısını hazmedemiyorlarmış. (…)Sanat halka inince hep böyle yaparlar. Onlara buradan 70 metrelik DNS anteni hediyem olsun”.
İki gün sonra özür geldi
Kıyamet koptu. “Acaba hack’lendi mi?” diye sorduracak kadar absürttü bu mesaj. Uluslararası düzeyde çalışmaları olan bir sanatçı eleştirilere böyle cevap verecek değildi ya! Ama gerçekti işte, kontrolü kaybetmişti belli ki. İki gün sonra da özür diledi: “Görüyorum ki anten şakam farklı yerlere çekilmiş. Derdim pek tabii ki eleştirilerle değil. Derdim, sanatımı kimin nasıl deneyimleyeceğine dair ahkâm kesen ve karar veren üslupla. (…) Üslubumdan rahatsız olanlar olmuş, onlardan da ayrıca özür dilerim. Niyetim kimseyi kırmak değildi”. Bu özür, suların durulmasına yetmedi. Sergiden daha fazla bu mesajın üslubu üzerine yazılıp çizildi. Merak ettim, Refik Anadol eleştiriye bu kadar tahammülsüz mü gerçekten? Ne oldu da işler bu hale geldi? Los Angeles’taki stüdyosundan zoom bağlantısıyla konuştuk. Ne oldu da kontrolünüzü kaybettiniz? Sergiye girmek için sırada bekleyenlerin fotoğraflarını çekip “Tüp sırası gibi” demelerine, küçümsemelerine dayanamadım. Benim sorumluluğum olmalı orada. O üsluba bir cevabım olmalı. Bu küçümsemeyi görmezden gelmek büyük bir utanç kaynağı. Ama öyle bir algı oluşturuldu ki, sanki ben hakkımda yazılanları çekemediğim için yazmışım. Hayır, hiçbir yazıya ya da eleştiriye cevap değildi o mesajım. Derdim, izleyicinin yanında durmayanlardı.Beni tanıyanlar böyle bir dil kullanmadığımı bilirler, bana yakışan bir şey değil. Sonra özür de diledim zaten. Doğru mu anladım, öfkelendiğiniz şey yaptığınız işe değil de sizi seyredenlere gelen eleştiri mi? Evet, sadece bu. Onlara kesilen ahkam ve yukarıdan kurulan cümleler. “Siz ne anlarsınız” dili. “Gördüğünüz şey sanat değil” dili. Bu bana utanç verici geliyor. İnsanların serginize selfie çekmek için gelmesi sizi mutsuz eder mi? Bir sergiye kimin hangi düşünceyle geldiğine kim karışabilir? İki farklı izleyici formatı var. Biri gerçekten yüzeyde kalmayı tercih eden, o deneyimden bir rahatlama umanlar. Amaçları o işlerin içinde kaybolmak, hayatın gerçek sıkıntılarından kısa da olsa kaçabilmek. Bir de teknolojiye kendini yakın hissedenler, özellikle de genç arkadaşlar… O ikinci grup için amacım, derinliği yüzeye getirebilmek. Bu nedenle beş yıldır kullandığım her yapay zekâ algoritmasını, her veriyi paylaşıyorum. Bir yandan da yaptığınız işin sanat olup olmadığı tartışılıyor. Bu da sizi öfkelendiriyor mu? Hayır. Video sanatı konusunda bu tartışma hep var, ne benimle çıktı ne de benimle bitecek. Benim eleştiriyle derdim yok. Beni rahatsız eden, insanlarla dalga geçilmesi. Yapılan saygısızlığın karşısındayım. Ayrıca yaptığımın sanat olmadığını söyleyen birkaç kişi var diye sanat yapmayı bırakacak da değilim. Dünyanın farklı yerlerinde iş yapıyorum, farklı üslupta sayısız makale okuyorum. Kötü niyetle yazılan bir yazıyı anlayabiliyorum. Mesela Ali Hoca’nın (Artun) yazdığı yazıya saygı duydum, harika yazmış. Referanslarını vermiş. Okurken öğrendim, büyüdüm.Daha önceki sergilerinizde bu ölçekte bir tartışma olmamıştı. Sanırım İBB desteği ile başlayan bir gerilim bu. Kamunun galeriye desteği sorgulandı. Ben bu konuda bir şey söyleyemem. Daha önce Stockholm Belediyesi’nden de destek aldım, New York Belediyesi’nden de. Büyük ölçekli işler, yenilikçi işler her zaman destek görür. Doğduğum, büyüdüğüm kültürü büyütmek, geliştirmek, yenilik getirmek istiyorum. İstanbul neden bu alanda yapılan işlerin uğrak noktası olmasın? Neden yeniliği temsil etmesin? Toplumların yeniliklere karşı reaksiyonu çok şey ifade ediyor bence ve burada yaşananlar beni gerçekten çok kırıyor. Bu kadar büyük potansiyeli görememek bana üzüntü veriyor. Mesela haftaya sergide kullanılan algoritmaları anlatan ücretsiz bir atölye yapacağım. Hiçbir yerde haber olmadı.Beni üzüyor bunlar.
Sanat insanlık için
Söyleşilerinizde hep şu vurgu var: “Herkes için sanat ihtimali”. Malum mesajınızda elitist akademisyenler diye bir ifadeniz vardı. Kim elit kim değil çatışması Türkiye için çok gerilimli bir alan. Sizin “herkes için sanat”tan muradınız ne? Ben ABD’de yaşıyorum ve sürekli Türkiye gündemiyle yaşamam mümkün değil. Elitist kelimesinin Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlarla ilgisini öngöremedim. Bu benim hatam mı bilemem ama öngöremedim. Sanat kimin için olmalı? Bizim için! Bizden kastım insanlık. İlk günden bu yana arayışında olduğum şey bu: Sanat her yaş, her kültür, herkes için olabilir mi? Matematik dili gibi evrensel bir dil bulabilir miyim? Bu yüzden 14 dil konuşabilen, 10 ulusu temsil eden bir ekip kurdum. Uzun yıllardır alternatif bir gelecekte yaşıyor gibi hissediyorum kendimi. Bazen kurduğum hayaller sığmıyor gerçeğe. Sığdıkları kadarını bu şekilde hayata geçirmeye çalışıyorum. Niyetimin sadece havada asılı kalan pikseller olduğunu düşünmeleri, asıl niyeti görmemeleri de üzüyor beni.
Refik Anadol kimdir?
Blade Runner’la başladı, Bill Gates’le devam etti Refik Anadol 1985 doğumlu. Yaptığı işi “Verileri bir pigment olarak kullanıyorum ve yapay zekâ destekli bir düşünme fırçasıyla boyuyorum” cümlesiyle anlatıyor; “Mimari alanları tuval olarak kullanarak binaların hayal kurması ve halüsinasyon görmesi için makinelerle iş birliği yapıyorum”. Hayatının akışı henüz sekiz yaşındayken bir filmle değişti. 1982’de çekilen ve 2019’un Los Angeles’ında geçen “Blade Runner”, ona büyük bir hayâl dünyasının kapısını açtı. Önce Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü’nde okudu, ardından Los Angeles’a, UCLA’deki Tasarım Medya Sanatları bölümüne gitti. En büyük hayali, Frank Gehry’nin tasarladığı Walt Disney Konser Salonu’na bir rüya gördürmekti. Oturdu, Gehry’e bir mail yazdı. Cevap gelmedi. Ertesi yıl, Microsoft Research onu fikirlerin çarpıştığı bir yarışmaya davet etti. Salondaki dinleyiciler arasında Bill Gates oturuyordu. Anadol anlattı: Walt Disney Konser Salonu, içindeki bir konseri duyuyor ve hayâl görmeye başlıyordu. Ona göre “Bir bina hayâl edebiliyorsa bu bina ederdi”. Ve kazandı yarışmayı. Ertesi gün, Frank Gehry’den mesaj geldi. Kapılar ardına kadar açılmıştı. LA Filarmoni’nin arşivi, Refik Anadol’un çalışmasıyla binanın cephesine yansıdı. 2014 yılında kendi stüdyosunu kurdu, büyük ölçekli işleri art arda geldi. San Francisco’da twitter paylaşımlarını bir araya getirdiği “Sanal Tasvirler”i yaptı. Marmara Denizi’nin yüksek frekanslı radar koleksiyonlarını kullanarak deniz yüzeyi verilerini topladı, ortaya “İstanbul Boğazı” çıktı. 2017’de Jorge Luis Borges’in “Babil Kütüphanesi” adlı öyküsünden aldığı ilhamla bir “Arşiv Rüyası” yaratmaya koyuldu. “Makine Halüsinasyonu” ise New York’un 100 milyon fotoğrafının işlendiği, kullanılan algoritmayla yeni görüntüleri tahmin eden, böylece şehrin geçmişiyle geleceğini bir araya getiren bir projeydi. Amcasına Alzheimer teşhisi konduğunda anıların kaybolmak yerine eridiğini düşünmeye başladı ve buradan hareketle California Üniversitesi’ndeki Neuroscape Laboratuvarı’ndan gelen EEG verileriyle “Eriyen Anılar” adını verdiği işi gerçekleştirdi.