Türkiye’nin dolandırıcıları, yaratıcılıkta hiç sınır tanımadı. Zira Boğaz Köprüsü’nü satmak, başbakanı dolandırmak, birkaç ayda milyonlarca mark toplamak herkesin harcı değil. Bugün dolandırıcılar hala Çiftlik Banklar kurabiliyorsa, ilham kaynaklarını eski ‘meslek büyükleri’nde aramak lazım
Memleketimizin en büyük dolandırıcılık hikayelerinden biri Çiftlik Bank skandalı. Tosuncuk olarak anılan Mehmet Aydın’ın sanal bir çiftlik oyunundan yola çıkarak topladığı 511 milyon dolarla Uruguay’a kaçmasıyla neticelenen skandal, şu sıralar Exxen ekranında. Olmayan çiftliğin nasıl bu kadar kolay yayılabildiği yargının olduğu kadar sosyolojinin de konusu. Bir koyup beş almaya niyet edenlerle ava gideni avlamaya kararlı olanların buluştuğu bir sarmal bu. Çiftlik Bank ilk değil, son olmayacağı da besbelli.
“Satın alacak eşekler olduğu sürece ben bu kuleyi satarım”
Tosuncuk kimin paltosundan çıktı derseniz, akla gelecek ilk isim elbette ki Sülün Osman. Osman Ziya Sülün, Galata Kulesi’ni, Dolmabahçe Saat Kulesi’ni ve hatta Galata Köprüsü’nü satmayı başarmış bir şahsiyet. Taksim Meydanı’nın orta yerine paspas serip gelip geçenden para almışlığı, hatta bu işin “çok para getirdiğine” inandırdıklarına meydanı satmışlığı var. Galata Köprüsü’nü satmaya çalışırken yakalanıp da mahkemeye çıktığında “Kusura bakma Hâkim Bey” demişti, “Memlekette Galata Kulesi’ni satın alacak eşekler olduğu sürece ben bu kuleyi satarım”. Bundan tam 50 yıl önce bir 23 Ocak günü Zeytinburnu’nda kumar oynarken yakalanıvermişti. Hapisteyken “Alın teri ile yaşamak” adlı bir konferans veren Sülün Osman, “Eğer dolandırıcılık bir meslekse ben bunun zirvesine çıktım. Ama sonunda yine beş parasız kaldım. Tövbe ettim” demişti. Açılış konuşmasını savcının yaptığı konferansı düzenleyen komitenin başında banka soygunuyla ünlenen “gangster” Necdet Elmas vardı. Cezası da tövbesi de fazla uzun sürmedi. Filmlerin yıldızı, kitapların kahramanı olmuştu. Bazılarından pek memnun olmasa da… Mesela “Kazan Töreni” adlı kitabında kendisinden söz eden Aziz Nesin’e dava açtı, zira duyguları incinmişti. 1983 yılında henüz ANAP Genel Başkanı sıfatını taşıyan Turgut Özal’ın Boğaziçi Köprüsü’nü halka satma önerisi tartışılırken devreye bilirkişi olarak girdi. “Köprü kolay satılmaz” diyordu, “Ama Özal’ın fikri fena değil, onda büyük ümit var”. Beyoğlu’nda sürekli kaldığı otelde kalp krizi geçirip öldüğünde 61 yaşındaydı.
“Dünyanın En Büyük Dolandırıcısı Benim”
1952 doğumlu Selçuk Parsadan, içindeki dolandırıcılık cevherini keşfettiğinde çok gençti. Aralarında Süleyman Demirel ve Celal Doğan’ın olduğu birçok kişiyi dolandıran Parsadan’ı zirveye taşıyan olay bambaşkaydı. 2 Kasım 1995 günü emekli Orgeneral Necdet Öztorun’un sesini taklit ederek dönemin başbakanı Tansu Çiller’i aradı ve “DYP lehine çalışarak binlerce oy toplayacak emekli subaylardan müteşekkil Kemalistler Derneği” için 5.5 milyar lira istedi. Para örtülü ödenekten çıkıp Parsadan’ın hesabına geçiverdi. Emniyet durumu anlayınca soluğu Altınoluk’ta aldı. Gizlendiği evden televizyon programlarına bağlanıyor, Çiller için “saf bayan” sıfatını kullanıyor, “Ülkücü mafya peşimde” diyordu. Yakalandı ve örtülü ödenek davasından 6 yıl 3 ay hüküm giydi. Örtülü ödeneği kişisel çıkarları için kullandığı gerekçesiyle Çiller için de Yüce Divan yolu açıldıysa da yargılanmadı. Parsadan, Afyon Cezaevi’ndeyken Özdemir Sabancı suikastı davasının sanığı Mustafa Duyar’ın Karagümrük Çetesi tarafından öldürüldüğü saldırıda yaralandı. 2001’de tahliye edildikten sonra o da Sülün Osman gibi kitaplara konu oldu, hatta “Dünyanın En Büyük Dolandırıcısı Benim” başlıklı bir söyleşi kitabı çıktı. 2006 yılında ise omurilik kanseri nedeniyle tedavi gördüğü hastanede öldü. Yıllar sonra oğlu Hakan Parsadan, “Başka bir ülkede babamın heykelini dikerlerdi” dedi.
“Ahlâka aykırı ama yasalara değil”
1990’lar... Çiçek gibi bir vaat: Kısa vadede yüksek kâr, sonsuz lüks, sonsuz saadet. İşte böyle başlamıştı Titan Saadet Zinciri. 2 bin 400 Alman Markı verip zincire katılıyor, getirdiğiniz her üye için prim alıyordunuz. Halkalar birbirine eklendikçe herkes zengin oluyordu. Titan’ın yöneticisi Kenan Şeranoğlu dışında kimse zengin olmayınca durum anlaşıldı. Toplanan 385 bin 700 Alman Markı yurt dışına çıkarılırken İzmir Atatürk Havalimanı’nda ele geçirildi. Şeranoğlu kendini şöyle savundu: “Yapılan iş ticari ahlâka aykırı olabilir ama yasalara aykırı değil. Vergi rekortmenleri arasına girdim. Kimseyi dolandırmadım, haksız kazanç sağlamadım”. Bu savunmaya rağmen 25 yıl 10 ay hapis, 22 milyar 798 milyon 311 bin 569 lira ağır para cezası aldı. Şeranoğlu ve zincirin diğer kurucuları genel aftan yararlanarak 2008’de tahliye edildiler. 2017’de Hürriyet’e konuşan Şeranoğlu, “Kız arkadaşım olmasa evin kirasını dahi ödeyemem. Ferrari’m, Lamborghini’m vardı, şimdi toplu taşıma araçlarını kullanıyorum” dedi. Geriye Levent Kırca’nın “Bu milleti titan titana, biraz da sen tit” esprisi kaldı. Bankalardan kredi çekerken imza yerine papatya resmi çizen Banker Bako; evlilik vaadiyle 68 kadının mücevherlerini çalan Eyüplü Halit; otomobil ve emlak projeleriyle binlerce insanı dolandıran, bu koşullarda milletvekili seçilmeyi bile başaran Jet Fadıl (Akgündüz); Amerikan subayı kılığında sahte dolar bozduran ancak kendisini “ekonomik mücahit”, dolandırdıklarını da “kunduzi” olarak tanımlayan Raki lakaplı Güney Zobu beni affetsinler. Yerim bitti. Yoksa Burak Delier’in dolandırıcılardan ilhamla açtığı sergisine verdiği adla “Hür Budalalar ve Kurnazlar Cemiyeti”nde hikâye çok!