23 Aralık 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
09.04.2021 06:00

Serbest miyiz?

Dilimizi hoyratça, dikkatsiz bir biçimde kullanırsak, dünyamızı kirletmiş oluruz. Evet, kelimeler dünyayı kirletir, ilişkileri yıpratır, toplumda çöküşe neden olur. Gelişmiş ülkeler zengin oldukları için kültüre, dile eğilmiş değil, tam tersine düzgün ve devam eden bir dile ve kültüre sahip oldukları için zenginler

Elbette serbestiz, hem de nasıl serbestiz. Belki de geleneksel olarak, dünyada yurttaşların en serbest olduğu birkaç ülkeden biriyiz. Hani Amerikan filmlerinde sık sık “Burası özgür bir ülke” diye diklenen yurttaşları görürüz ya, serbest sözünü özgür yerine kullandığımız için belki de beni yanlış anlıyorsunuz şimdi. Gelin kelimenin köküne inelim biraz.  Ser Farsça baş demek. Serhoş, sertabip, serasker kelimelerindeki gibi. Best ise Farsça bağlı demek. Mesela kemerbest, kalebent, köşebent, tülbent. Hatta beste kelimesi bile buradan türer.  Birbirine bağlanmış, “kompoze edilmiş” notalar demektir. Yunanca’dan gelen senfoni kelimesi de “sentez, sempozyum” gibi syn (birleştirme, uyum) ve phonia (ses), yani sesleri bağlama anlamında kullanılır. Biz Farsça, Arapça, Latince gibi soyut kavram ifadelerinde gelişmiş bir kök dile sahip değiliz. Müthiş bir şiir dilimiz var, doğa ve duygu betimlemelerinde dünyanın en güzel dillerinden birine sahibiz ama bilimsel, felsefi kavramlarımız olamamış. Sözü dağıtmak istemiyorum ama burada 2. Mahmut gibi gururlu bir padişahın tıp fakültesini açarken yaptığı konuşmaya değinmek zorundayım. Özel olarak bu açılışı teşrif eden Sultan diyor ki: “Biz bu mektepte size Fransızca eğitim vereceğiz. Amacımız Fransızca dilini öğretmek değil  ama asırlardır ihmal edilmiş olan tıp ilmini öğrenmek için Fransızca deyimleri öğrenmek zorundayız.” Mealen yazdığım bu cümleleri söylemenin bir imparator için ne kadar zor olduğunu düşünün. Lisanımız yetmiyor diyor resmen.  Şimdi dönelim serbest kelimesine.  Biz, terminoloji çarpıklığımızdan serbest kelimesini özgür olarak kullanıyoruz ama aslında ser+best, başıbağlı demek. Peki niye bu kadar köklü bir anlam kaymasına uğramış bu kelime.  Çünkü şehirde kayıtlı, adresi, yeri belli ve kurallara bağlı olarak yaşayan tebaanın belirli hakları ve muafiyetleri var. Fatih devrinden beri böyle avantajlara sahip.  Bir anlamda “citoyen”, “citizen”, “burger” kelimeleri gibi, şehirde (kalede) kayıtlı olarak yaşayan ve bazı haklara, üstünlüklere sahip olan kişi demek.  Kısacası serbest (başı bağlı) olmak bir hak ve böyle olmayanlara karşı bir üstünlük sağlıyor. Gelin bu kelimenin tersini hatırlayalım:  Yine Farsçadan ser (baş) ve (sar) ahmak sözlerinin bileşiminden üretilmiş, serseri, sersem gibi bir anlam.  Bu da başıbozukları, yani başıbağlı olanların tersine, kale dışında yaşayanları, dolayısıyla serbest insanların sahip olduğu hakları edinemeyen kişileri  anlatan bir sözcük.  Siyasi tarihimizdeki Serbest Fırka denemesini bu etimolojik bağlamda hatırlayınca, daha baştan kavramları oturtamadığımız anlaşılıyor.   *** Türkçe’de bu kavramları geliştiremez miyiz?  Elbette yaparız. Bilim insanlarımız, felsefecilerimiz, edebiyatçılarımız çalışıyor ve yeni kelimler oluşturuyorlar. İlerde bunun etkisini mutlaka göreceğiz. Bunu başarana kadar ödünç aldığımız kelimeleri kullanmaktan çekinmeyelim. Mesela Yunanca dünyaya 52 bin kelime hediye etmiştir. Tele (uzak) kelimesinden türeyen yüzlerce ismi düşünün. Telekomünikasyondan telefona kadar. Batı dillerinden Yunanca ve Latince kelimeleri çıkarsanız, bir anda bilim ve felsefe biter, tıp kalmaz. Teknolojinin sözü edilemez. Bir de grafe (yazmak, fotoğraf, coğrafya, biyografi vs)  ve logos’u (loji) çıkarırsanız taş devrine döner ortalık. (Bu arada bizim de Yunanca’ya kattığımız çok sayıda kelime var tabi ama bunlar daha çok yaşamla ilgili.) *** Anadil Anayurt demek, ana sütü demek. Hele bizim gibi şiirle, yazıyla uğraşanlar için, bir terzinin elindeki kumaş kadar yaşamsal.  Dil, sadece birkaç yüz kelimeyle anlaşmak değil, çok daha derin bir kavram. Kimliğimizi, kültürümüzü oluşturan ve gelenekleri kuşaktan kuşağa aktaran en önemli değer. Dilimizi hoyratça, dikkatsiz bir biçimde kullanırsak, dünyamızı kirletmiş oluruz. Evet, kelimeler dünyayı kirletir, ilişkileri yıpratır, toplumda çöküşe neden olur.  Gelişmiş ülkeler zengin oldukları için kültüre dile eğilmiş değil, tam tersine düzgün ve devam eden bir dile ve kültüre sahip oldukları için zenginler.  Açık söyleyeyim: Ana dilini doğru dürüst konuşamayan, yazamayan insanları dinlediğim, okuduğum zaman, derin bir huzursuzluk duyuyorum.  Adının önündeki unvan ne olursa olsun, düşüncelerini ciddiye alamıyorum. (Şiveden söz etmiyorum elbette) De’lerin da’ların yanlış kullanımı bir salgın hastalık gibi yayıldı. Birçok düzgün eğitimli kişi “yalnız” yerine “yanlız” yazıyor ve ben bu kullanımı gördüğümde gerisini okumuyorum. Elbette hepimiz ufak tefek yanlış yapabiliriz ama bu kadar temel kelimelerde olmamalı.  Yalnız arabeskçiler değil, bazı yazarlar bile arabeks demenin doğru kullanım olduğunu sanıyor.  Anlı şanlı hukukçuların bazıları ekranda “hukuğu” diye konuşuyor. Oysa hukuku demesi gerekir. Yabancı kökten gelen bu tarz kelimelerin sonunu yumuşatmak yanlıştır. Mesela  bayram tebriği değil, tebriki, stoğu değil stoku.  Batı dillerinden aldığımız sürpriz kelimesi ise çoktan süpriz oldu.  Üzücü. *** Osmanlı münevverlerinin lisanı her zaman halktan farklı olmuştur. Bu ayrım şimdi de kalkmadı ortadan. Şu tarz bir entelektüel dil oluştu. “Bir hayat tasavvuru olarak seküler düzenin sürdürülmesi için göze alınan yaptırımları düşünürken, bu tarza mahsus ve biricik olanı ayırdetmemiz gerekiyor.”  Eski ve yeni kelimelerin yan yana getirilmesini anlıyorum ama ünik (unique) yerine kullanılan “biricik”i duyduğum zaman ter basıyor.  Onca yabancı kelime kullanan birçok yazar ünik dememek için biricik diyor. Oysa ‘yegâne’ var dilimizde, ne güzel bir kelime.  Bu iş öyle noktalara vardı ki bir konuşmamda, ailesi Nazizm’den çok çekmiş bir öğrenci söz alıp “Hitler’i şu lidere bu lidere benzetiyorlar. Oysa Hitler biriciktir.” dedi. Demek istediğini anladım tabi ama halk bu konuşmayı duysa biricik Hitler’i övdüğünü sanır. Biricik; çocuğa, sevgiliye, dosta söylenen bir sevgi sözcüğü. Ünikle ne ilgisi var. Bir de laik yerine seküler deme modası çıktı. Kulağa daha entelektüel geliyor.  Oysa ikisi ayrı kavram. Benzeyen yanları da var benzemeyen yanları da. Tarih içinde edindikleri anlamları ayırmak gerekir. (Bu arada laik Yunanca düpedüz halk demek.) Konu çok uzun ama dilin önemini vurgulamak için vereceğim bir örnekle sözümü bitirmek zorundayım: Michelangelo’nun Musa heykelini biliriz. Hani üstadın, bitirdikten sonra “Konuş, niye konuşmuyorsun!” diyerek elindeki çekici fırlattığı başyapıt.  Okul kitaplarında gördüğüm günden beri dikkatimi çekerdi.  Peygamberin başına niçin iki boynuz kondurmuş Michelangelo? Sonra öğrendim ki  Eski Ahit’i İbranice’den ilk kez Latince’ye çeviren kişi  o dildeki ‘günışığı’ ile ‘boynuz’ kelimelerini karıştırmış. Sina dağından başında güneş ışınlarıyla inen peygamber, başında boynuzlarla yürüyen Musa oluvermiş. Tanrı hepimizi böyle yanlışlardan korusun!

Zülfü Livaneli
Zülfü Livaneli