Öncelikle tüm okurların Cumhuriyet Bayramı’nı yürekten kutluyorum. Yazıma bir teklif ile başlayayım müsaadenizle: Cumhuriyet’in Türkiye’nin en önemli kazanımı, onun ülkemizi bizim yapan kurumsal çerçeve ve değerler bütünü olduğunu yeniden hatırlayalım ve bunun hakkını vermek için hem Cumhuriyeti hem cumhuriyetçilik fikriyatı üzerine cesurca ve tabii eleştirel bir şekilde kafa yoralım.
Birkaç adım daha gideyim ve bir tarihçi olarak toplumumuza bir sitem göndereyim: Madem Cumhuriyet’i bu kadar önemsedik, neden uzun yıllardır onun üzerine düşünmedik? Acaba kaç yurttaş “Cumhuriyet nedir?” sorusuna içerikli bir cevap verebilir? Acaba kaç yurttaş “cumhuriyetçilik” hakkında, okulda öğrenilen ezberlenmiş kalıpların dışında, anlamlı bir şeyler söyleyebilir? Cumhuriyet’i hava ve su gibi doğal bir habitat olarak algıladık. Nasıl oldu da o habitatın aslında sürekli kurulan ve yapılan bir şey olduğunu kaçırdık?
“Cumhuriyet tarihi cumhuriyetin bir türlü ‘gerçekleşememesinin’ hikayesidir. Öyledir öyle olmasına, ama cumhuriyet hâlâ bir ‘imkan’ olarak bizimledir. Tarihi derinliği ile bilinç ve bilinçaltımızda güçlü bir siyasal ve moral referanstır. O zaman yapacak şey tüm eksikliklerine rağmen, bize bir kamusal habitat veren bu büyük kazanımın açık ve saklı hikayesi üzerine yeniden düşünmemizdir”
Peki nedir Cumhuriyet? Cumhuriyet ve cumhuriyetçiliğe şöyle bir çerçeveden bakmaya ne dersiniz?
Bir toplumun kendini dönüştürme ve kendini yeniden kurma iradesi ve iddiası olarak düşüneceğimiz Devrim; egemenliğin bir hanedanın veya dini ve nesilden gelen ayrıcalıkların değil eşit yurttaşların olması, yani ulusal egemenlik; her yurttaşın ülkenin eşit hissedarı olduğu anlayışı; kamu yararının bireysel yararın ötesinde düşünülmesi; geleceği bir ulus olarak beraber tasarlamak, bu tasarımda toplumun bir kesiminin diğer kesimi üzerinde üstünlük iddiasını reddetmek; kardeşlik, dayanışma ve adalet ruhu ile birbirimize destek olmak; yurdu, onun tarihini, ölülerini, hayvanlarını, sularını, topraklarını, bitkilerini, dağlarını sevmek, onlara sahip çıkmak... Cumhuriyet fikriyatının temellerini oluşturduğunu düşündüğüm bu çerçeve Türkiye Cumhuriyeti’nin reel tarihi için de tamamen anlamsız değildir sanırım.
Resmi tarih ile revizyonizm arasına sıkışmış Cumhuriyet
Bir dizi sitem de akademiye: Milliyetçilik, demokrasi, laiklik, Kemalizm üzerine önemli çalışmalar yaptık. Özellikle 1970’lerden itibaren akademide 20. yüzyıl Türkiye tarihi üzerine resmi tarih anlatısının dışında büyük bir literatür oluştu. Ama neden, tarihsel ve düşünsel bir çerçevede cumhuriyet kavramı ve cumhuriyetçilik meselesi üzerine bu kadar az çalıştık? Neden cumhuriyet fikrinin bu kadar radikalce çıktığı o kuruluş dönemini başka cumhuriyetler ve cumhuriyetçiliklerle ilişkili bir şekilde analiz etmek hiç aklımıza gelmedi? Neden Cumhuriyet meselesini Kemalizm, Milliyetçilik, Laiklik ve diğer kavram ve akımlara sıkıştırdık, onlara indirgedik? Neden cumhuriyeti, 1923’ten öte, geniş ve karşılaştırmalı bir tarihsel bağlamda incelemekten kaçtık?
Resmi tarihe kızdık. Ondan sıkıldık. Bu dar, lineer, dışlayıcı, tek yönlü tarih anlatısına kızmakta ve ondan sıkılmakta da haklıydık. Hele resmi anlatının 1980 sonrası versiyonu hem bilimsel olarak hem siyaseten kuvvetli bir reddiyeyi hak ediyordu. Ama neden Cumhuriyet’in ve cumhuriyetçiliğin insanların hikayeleri, katılımı, dram ve trajedileriyle ile örülmüş, Cumhuriyet’in ve cumhuriyetçiliğin alternatif bir toplumsal tarihini yazmak istemedik. Resmi tarih eleştirilerini resmi tarihin tezlerine cevap vermek, o tezleri çürütmek olarak anladık. Nasıl oldu da resmi tarihin kabulü ve reddiyesinin ötesinde, başka bir eleştirel Cumhuriyet anlatısının olabileceği fikri bizi çok heyecanlandırmadı?
Devrim, ulusal egemenlik, eşit yurttaşlık, kamu yararı, yeni bir yurt bilincinin oluşumu, ortak gelecek ülküsü kurmak... fikirlerinin toplumdaki gömülü mana ve pratikleriyle neden pek fazla ilgilenmedik? Nasıl oldu da Cumhuriyeti devletin kurumsal bünyesi ve devlet elitlerinin zihniyle sınırlı bir şey olarak düşündük? Niçin Cumhuriyet’in düşünsel ve kurumsal unsurlarının zamanla nasıl farklı anlamlar ve isimler yüklendiklerini, açık ya da örtülü müzakereler ile dönüştüklerini pek hesaba katmadık ve kavramların resmi metinlerdeki zahiri halleriyle iş görmeyi yeğledik.
Osmanlı tarihinin Cumhuriyeti
Hadi biraz da Osmanlı tarihçiliğiyle küçük bir hesaplaşma yapalım: Osmanlı tarihçiliği neden Cumhuriyet’le bu kadar az ilgilendi? Şu soruya neden hiç cevap aramadık: Nasıl oluyor da Osmanlı dünyasında açık köklerine rastlamadığımız cumhuriyetçilik, 1920 ve 1930’larda büyük bir radikallikle karşımıza çıkıyor? Nasıl oldu da Osmanlı İmparatorluğu’nda, ismi böyle olmasa da “cumhuriyetçi” pratiklerin, kurumların ve düşünce formlarının olabileceği fikri bize ilginç bir soru olarak gelmedi?
Anakronizmden kaçmak ve tarihi sadece olmuş olanı gerçekleştiren olaylar zinciri olarak ele almamak doğruydu şüphesiz. Ama önümüzde bir soru yok muydu: Cumhuriyet’in hikayesini çok daha geniş bir zamansallık içinde görmemiz mümkün değil miydi? Acaba Yeniçeri İsyanları diye isimlendirdiğimiz ama aslında toplumsal hak talepleri olarak kodlamamız gereken başkaldırılar; İslam/Osmanlı hukukunun oluşturduğu kamu yararı çerçevesi; hatta egemenliğin kullanımının ancak Allah’tan topluma/cumhura ve ancak oradan Sultan’a intikal ettiğine dair bazı telakkiler bize bir tür cumhuriyetçi gelenek hakkında ilginç kapılar aralayabilir miydi?
Kendini gerçekleştiremeyen Cumhuriyet
Ülkemizde Cumhuriyet ve cumhuriyetçiliğin, devletçilik, milliyetçilik, cemaatçiliğin gölgesinde kaldığını, hatta onların tutsağı olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye Cumhuriyeti tarihi bir yönüyle de “cumhuriyetin” kendini devletten, etnik milliyetçilik kurgusundan, cemaatçi üstüncülükten kurtaramamasının tarihidir. Cumhuriyet tarihi cumhuriyetin bir türlü “gerçekleşememesinin” hikayesidir. Öyledir öyle olmasına ama cumhuriyet hâlâ bir “imkân” olarak bizimledir. Tarihi derinliği ile bilinç ve bilinçaltımızda güçlü bir siyasal ve moral referanstır. O zaman yapacak şey, gerçekleşmiş ve gerçekleşememiş unsurları ile, tüm eksikliklerine rağmen, bize bir kamusal habitat veren bu büyük kazanımın açık ve saklı hikayesi üzerine yeniden düşünmemiz gerekmektedir.
Cumhuriyet 2.0
Düşünmemiz gerekmektedir, zira Cumhuriyet’i konumlandıracağımız tarihsel çerçeve bize değeri ve niteliği yükseltilmiş yeni bir Cumhuriyet, ya da “Cumhuriyet 2.0” için bir ışık tutabilsin. Önümüzde gerçekleşememiş cumhuriyetin yeni bir tasarım ile gerçekleşme imkânı var. Bu imkan ancak cumhuriyet fikriyatını özgürleştirmekle gerçekleşir.
Hayal kırıklıklarıyla dolu tarihimize esir olacak halimiz yok. Cumhuriyet 2.0 herkesin ortaklaştığı, kamu yararını, çevreyi ve yurdun insanlarıyla birlikte diğer canlılarını da gözeten, farklı kesimlerin kendilerini üstüncülükten kurtardığı, her yurttaşın ülkenin eşit hissedarı olarak dayanışma ve kardeşlik içinde, geçmişle cebelleşmek yerine, yeni bir ortak gelecek kurma çabasında olduğu bir ülkü. 1923, Mustafa Kemal’in deyimi ile “Türkiye ahalisinin” bir cumhuriyet kurarak kendini dönüştürme iradesiydi. 2023’ün ise o iradenin güçlü bir şekilde tazelendiği yıl olması dileğiyle.