19 Nisan 2024, Cuma
Haber Giriş: 26.08.2022 04:30 | Son Güncelleme: 29.08.2022 23:42

Prof. Dr. Temuçin Faik Ertan: Sakarya’dan Lozan’a kadar geçen iki yıl

Milli Mücadele’nin savaş stratejisi 1920’nin sonuna kadar vakit kazanma üzerineydi. 1921 Ocak ve Mart ayındaki iki İnönü savaşıyla ilk kez düzenli orduya geçilmiş, mücadele stratejik savunmaya evrilmişti. 13 Eylül 1921’de kazanılan Sakarya Zaferi ise savunma amaçlı savaş stratejisinin sonu olmuştu
“Büyük Taarruz Şehitliği”, “Mustafa Kemal Atatürk Anıtı” ve “Büyük Utku Anıtı”na ev sahipliği yapan Afyon’un belli noktalarındaki büyük panolarda “Cumhuriyetin Kazanıldığı Topraklardasınız” yazıyor.
“Büyük Taarruz Şehitliği”, “Mustafa Kemal Atatürk Anıtı” ve “Büyük Utku Anıtı”na ev sahipliği yapan Afyon’un belli noktalarındaki büyük panolarda “Cumhuriyetin Kazanıldığı Topraklardasınız” yazıyor.

Temuçin Faik Ertan

Başkomutan ve Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa için Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra önünde iki seçenek vardı: Birincisi Ankara yakınlarında bozguna uğratılan Yunan ordusunun toparlanmasına meydan vermeden genel saldırıyı hemen başlatmaktı. Meclis’te de bu görüşte olan çok sayıda mebus ve komutan vardı. İkinci yol ise yıpratıcı ve yorucu bir çatışmadan kaçınarak tek ve kesin bir saldırı için uzun süre hazırlık yapmak ve bunun sonunda taarruza geçmekti.

Sakarya Meydan Muharebesi’nde kazanılan zafere rağmen Türk ordusunun da yıprandığının farkında olan Mustafa Kemal Paşa, tek saldırıyla, tek bir hamleyle Yunan ordusunu Anadolu’dan atmak için uzun ve gizli bir hazırlık dönemine girilmesini tercih etti. Türk tarafı son barutunu dikkatli kullanmak istiyordu.

Mustafa Kemal Paşa’nın bir hesabı daha vardı. O da Türk tarafının istediği koşullarda bir mütareke ve ardından da barış antlaşması imzalamak. Bu amaçla Sakarya Zaferi’nden hemen sonra Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey’i görüşmeler yapması için Avrupa’ya göndererek hem Türk tarafının ateşkes ve barış için ilkelerini iletti hem de TBMM’nin diplomasiye açık olduğunu ortaya koydu.

Mustafa Kemal Paşa, ateşkes için Yunan ordusunun işgal ettiği yerleri terk etmesini, barış antlaşması için ise Misak-ı Milli‘nin esas alınmasını şart koşmuştu. Ancak Yusuf Kemal Bey Batı‘da yeterince ilgi görmedi. Bu da Türklerin ne derece kararlı olduğunun yeterince anlaşılmadığını gösteriyordu. Mart 1922’de İtilaf Devletleri mütareke ve barış antlaşmasıyla ilgili önerilerini TBMM Hükümeti’ne ilettiler. Ama bu öneriler paketinde Türk tarafının talepleri neredeyse tümüyle görmezden gelinmişti. Tek çare kalmıştı: Genel ve kararlı bir saldırıyla Yunan ordusunu Anadolu’dan atmak!

Müttefik devletlerin bu tutumu, Batı Cephesi’ndeki taarruz hazırlıklarına hız verilmesini kaçınılmaz kıldı. Son iki yıldır çatışmaların yoğun olarak yaşandığı Eskişehir Cephesi yorulmuş ve yıpranmıştı. Beklemedik bir saldırı uğruna her şey göze alındı ve Türk ordusunun ağırlığı gizli bir şekilde Eskişehir civarından daha güneye, Afyon’a doğru kaydırıldı.

Barış için son deneme

Başta Yunanlar olmak üzere, hiçbir taraf Afyon üzerinden bir Türk saldırısı beklemiyordu. Akşehir’in karargâh olarak belirlendiği günlerde, Mustafa Kemal Paşa ve komuta heyeti hala gereksiz kan dökülmesini istemiyordu. Yunan ordusunun kayıtsız şartsız çekilmesini esas alan Türk görüşünü bir kez daha iletmek için temmuz ayında son bir hamle olarak Ali Fethi Bey Avrupa’ya gönderildi. Ama o da görüşecek muhatap bulamadan geri döndü.

Türk tarafı için müzakere yolları tamamen kapanmış, taarruz kaçınılmaz duruma gelmişti. Büyük Taarruz, Kocatepe’den Afyon üzerine 26 Ağustos’ta başladı. 30 Ağustos’taki Başkumandan Meydan Muharebesi Türk başarısının kesin olduğunu gösterdi ve Yunan ordusu dağıldı. 1 Eylül’de Uşak, 9 Eylül’de İzmir, 11 Eylül’de Bursa kurtarıldı. Eylül ayının ortalarına gelindiğinde Batı Anadolu ve Kuzeybatı Anadolu’daki Yunan işgalinde bulunan şehirler kurtarılmış, Yunan ordusu Anadolu’dan tümüyle çekilmişti.

Doğu Trakya pazarlığı

Bu Anadolu açısından yeni bir dönem demekti. Daha önce Batı Anadolu’da Yunan ordusu varken mütarekeyle ilgili ön koşulları kabul edilmeyen Türk tarafının eli şimdi daha da kuvvetlenmişti. Bu kez İtilaf Devletleri ve tabii ki Yunanistan, Anadolu’daki varlıkları üzerinden bir pazarlığa girişecek konuma sahip değillerdi. Ama Doğu Trakya’da hala Yunan askeri bulunuyordu. Pazarlık bu kez Doğu Trakya’daki Yunan varlığı üzerinden yapılacak gibi görünüyordu.

Aslında Büyük Taarruz ile Türkiye’nin mütareke için Yunan ordusunun Anadolu ve Trakya’dan çekilmesine dair öne sürdüğü ön koşul büyük ölçüde gerçekleşmişti. Türk tarafı ateşkesle ilgili ön koşulun Anadolu ile ilgili yönünü diplomasi yoluyla değil, askeri harekât sonucunda elde etmişti. Söz konusu askeri harekâtla Yunan ordusu büyük bir bozguna uğratılmıştı ve Türk ordusunun zaferi tartışılmayacak kadar açıktı.

General Harrington’ın sağduyusu

Şimdi ise bu askeri başarıyı siyasal kazanca dönüştürme zamanı gelmişti Türkler için… Bu yüzden de Mustafa Kemal Paşa ve kurmay kadrosu, mütarekenin imzalanması için Yunan ordusunun Doğu Trakya’yı boşaltması konusundaki ısrarını daha güçlü bir şekilde dile getirmeye başladı. Ne de olsa Anadolu kurtarılmıştı ve Doğu Trakya için Çanakkale ya da İstanbul üzerinden karşıya geçmek yeterli olacaktı.

Türk tarafının kararlı tutumu “Çanakkale” ya da “Çanak” adı verilen bir askeri gerilimin yaşanmasına yol açtı. Türk ordusunun Çanakkale Boğazı’na doğru ilerlemesi karşısında İngilizler Boğaz’daki kuvvetlerini artırırken Türk birlikleri de tarafsız bölgeye girmişler ve Çanakkale yakınlarındaki Erenköy’ü ele geçirmişlerdi. Türk-İngiliz kuvvetlerinin karşı karşıya geldikleri bu dönemde, İngiliz General Harrington, Londra’dan aldığı talimata rağmen askerlerine ateş emri vermemiş ve Türk birlikleri Çanakkale’ye saldırmadıkça herhangi bir çatışmaya girilmemesini istemişti.

Aynı günlerde Fransa da boş durmuyordu. Daha önce Ankara Antlaşması ile Türklerle büyük ölçüde anlaşan Fransa’nın Yunanistan’ın ütopyalarıyla uğraşmaya hiç niyeti yoktu. Aslında İtalya ve Fransa, 1921 yılı başlarından itibaren işgale dayanan cezalandırma metoduyla Anadolu’da kalamayacaklarını anlamışlardı. Geçen süre zarfında Fransa, TBMM Hükümeti ile bir antlaşma imzalarken, İtalya askerlerini geri çekmişti. İngiltere’nin İstanbul ve Boğazlar’daki varlığının derdine düştüğü günlerde Türkleri çok yakından tanıyan Fransız siyasetçi Henry Franklin-Bouillon Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek üzere İzmir’e geldi ve Gazi’yi askeri harekâtın durdurulması konusunda ikna etti.

Buradaki “ikna” ifadesi hiç de ironik anlamda değildi. Franklin-Boullion, Mustafa Kemal Paşa’ya ateşkesin imzalanması karşılığında Yunan ordusunun Doğu Trakya’yı boşaltacağına dair Müttefikler adına güvence vermişti. Bu güvence nedeniyle Mudanya’daki ateşkes görüşmelerinin zaman zaman çıkmaza girdiği durumlarda Başkomutan orduların ilerlemesi emrini vermekten çekinmeyecekti. Bir başka deyişle Fransız devlet adamının vermiş olduğu güvenceye inanmak hiç de saflık değildi. Çünkü Türkler artık reaksiyoner değil, aksiyonerdi. Hamle yapılmış, karşı tarafın ne yapacağı bekleniyordu.

Türk tarafı ilk kez ev sahibi oluyor

Müttefik devletler tarafından 23 Eylül 1922 günü TBMM Hükümeti’ne, TBMM Hükümeti’nin de 29 Eylül’de Müttefik devletlere verdiği nota hükümleri uyarınca ateşkes görüşmeleri, 3 Ekim 1922’de Mudanya’da başladı. Görüşmelerin Türk ordusu tarafından Yunan işgalinden kurtarılmış olan Mudanya’da yapılacak olması, Müttefik devletlerin savaşın mağlubu olduklarını baştan kabul ettiklerini gösteriyordu. Çünkü Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren ateşkes antlaşmalarının tümü galip devletlerin askeri ve siyasi açıdan egemen oldukları topraklarda yapılmıştı. Daha önce Mondros’a çağrılan Türkler, bu kez Mudanya’da ateşkes görüşmelerine ev sahipliği yapacaktı. Psikolojik üstünlük kesinlikle Türk tarafındaydı. Bu üstünlüğün temel nedeni de Büyük Taarruz ile elde edilen su götürmez zaferdi.

Ateşkes görüşmelerinde İngiltere’yi General Harrington, İtalya’yı General Mombelli, Fransa’yı ise General Charpy temsil etti. Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ise TBMM Hükümeti’nin temsilcisi olarak görüşmelerdeki yerini aldı. Ama asıl muhatap olan Yunanistan’ın temsilcileri Mudanya’ya gelmedi. Yunan temsilciler General Mazarakis ve Albay Sariyanis Mudanya açıklarında bir gemide gelişmeleri izlemeyi tercih etmişti.

Görüşmeler sonucunda 11 Ekim 1922’de ateşkes imzalandı. 14-15 Ekim gece yarısı yürürlüğe girecek olan ateşkes antlaşmasının hükümlerine bakıldığında, asıl olarak Türk-Yunan çatışmasını durdurmuş gibi görünüyordu. Buna karşın Mudanya Mütarekesi’nde başta İngiltere olmak üzere Fransa ve İtalya’yı ilgilendiren hükümler de bulunuyordu. Aslında mütarekeyi İngiltere, Fransa ve İtalya’nın da imzalaması, Milli Mücadele’nin sadece bir Türk-Yunan Savaşı olmadığını gösteren en çarpıcı kanıttı.

Milli Mücadele’nin antiemperyalist yönünü görmek için hem savaş yıllarına hem de Mudanya Mütarekesi’nde imzası olan devletlerin hangileri olduğuna bakmak yeterliydi. Dönemin en güçlü sömürgeci devletlerinin Anadolu ve Trakya’yı ilgilendiren bir mütarekeyi imzalamış olmaları, bu coğrafyada yaşanan savaşta taraf olduklarını gösteriyordu. Ayrıca Türklere üstünlük sağlayamadıklarının da kanıtı olan bir sözleşme vardı ortada!.. Bu bağlamda Mudanya Mütarekesi, emperyalist devletlerin bir ön projesi olan Mondros Mütarekesi’nin çöpe atılması anlamı da taşıyordu.

11 Ekim 1922 tarihi itibarıyla zaten fiilen Türkler tarafından kabul edilmemiş olan Mondros Mütarekesi’nin geçersizliği resmen ilan edilmişti. Her iki mütareke arasında kayıp-kazanç açısından bir değerlendirme yapıldığında Mondros Mütarekesi’nin Türkler açısından kabul edilemeyecek kadar ağır koşullar taşıdığı bir gerçekti. Birinci Dünya Savaşı’nın mağluplarından biri sayılan Osmanlı Devleti’nin Mondros üzerinden cezalandırılması yoluna gidilmişti.

Mütareke dikkatle incelendiğinde Osmanlı Devleti’ne savaş sırasında kaybettiklerinden daha ağır bir işgal programının uygulanmaya çalışıldığı görülüyordu. Mudanya Mütarekesi’nin imzalanmasıyla ise 10 yılı aşkın bir zamandır savaşan Türkler, artık soluk alacakları bir ortama kavuşmuşlardı.

Taarruz olmasa Lozan olmazdı

Mütarekenin imzalanması, Anadolu ve Trakya’daki savaşın sonu, kazanımların başlangıcıydı, ama Türklerin beklediği asıl sonuç Lozan’da alınacaktı. Ateşkes metinleri ile siyasal antlaşmalar birbirinden ayrılmaz askeri ve siyasi belgelerdi. Mudanya Mütarekesi, Sevr Antlaşması’nın yerine daha gerçekçi ve daha adil bir antlaşmanın imzalanması için uygun bir askeri ve siyasi ortam hazırladı.

Mudanya Mütarekesi’nin ruhuna uygun olarak Lozan’da bir barış konferansı toplandı ve bu konferansta Türkler uzun yıllar sonra eşit diplomasi olanaklarından yararlandılar. Konferans beklenmedik bir şekilde aylarca sürdü ama sonunda 24 Temmuz 1923’te barış antlaşmasının imzalanmasıyla sona erdi. Bugün halen geçerli olan Lozan Barış Antlaşması ile yeni Türk devletinin bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ve egemenlik hakları Batılı devletler tarafından kabul edildi.

Eşit diplomasi dönemi

Genelde Milli Mücadele, özelde ise Büyük Taarruz ile ilgili bir değerlendirme yapılacak olursa Mondros ve Sevr’in yırtılması, yerlerine Mudanya Mütarekesi ve Lozan Antlaşması’nın imzalanması, söz konusu direnişin ve genel saldırının bir sonucuydu. Mondros, Sevr’e yol açmış; Milli Mücadele’nin genel seyri bu belgeleri geçersiz hale getirmiş; Büyük Taarruz Mudanya Mütarekesi’nin imzalanması sonucunu doğurmuş; Mudanya Mütarekesi de Lozan Antlaşması’nın imzalanmasına ortam hazırlamıştı.

Büyük Taarruz bu bağlamda savaşın sonunu getirirken, eşit diplomasinin de başlangıcı olan askeri ve siyasi gelişmelere yol açtı. Söz konusu savaşın geçtiği yerde yazan “Türkiye Cumhuriyeti Bu Topraklarda Kuruldu” ifadesi de bu açıdan bakıldığında rastgele bir söz değildi. 


Prof. Dr. Temuçin Faik Ertan, Hacettepe Üniversitesi-Tarih Bölümü mezunu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı üniversitenin Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde tamamladı. 2007’den bu yana Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdürü. Genelkurmay Başkanlığı ATASE ATAREM Yürütme Kurulu üyesi. Ertan’ın Türk Devrimi, Kemalizm ve Lozan Konferansı ile ilgili çok sayıda akademik çalışması bulunuyor.